10 Ağustos 2009 Pazartesi

Anı Ne Kadar Yaşayabiliyoruz!

Yaşamaya kıyamayıp ertelediğimiz hayatlarımız, gün gelir yaşanmadan geçmişte kalır. Oysa gözümüzde büyütüp “çok geç gelir” sandığımız o 'gelecek günler' öyle çabuk geçip 'bugüne' gelmişlerdir ki. İnsan ne geçen zamanı anlayabilir ne de geldiği bu günün farkına varabilir. Üstelik yaşamaya kıyamayıp ertelediklerimizin de zamanı geldiğinde modası çoktan geçmiş olur. Ne ruh, ne beden aynıdır, ne de aynı heyecan kalmıştır. Mekanda zamanla birlikte değişmiş, biz de değişime uğramışızdır. Bırakalım üç-beş-on yıl geçen zamanı, dünde kalan bir yıl, bir ay, bir gün dahi içinde yaşadığımız şu an’la aynı değildir artık.

Okuduğum bir kitapta an’a dair şöyle diyor yazar;

“İçinde bulunduğumuz anı yeterince yaşayamadığımız zaman, geleceği hakkıyla yaşama şansımız azalır. Çünkü: Her şeyi biriktirebilirsiniz, ama zamanı biriktiremezsiniz. Öyleyse, yaşanmadan ertelenmiş günleri ileride yaşama ihtimalimiz de yoktur.” (*)


Gerçekten pek çoğumuz böyle bir düşünce yapısı ile büyütüldük. Hep bir şeyleri yarınlara erteledik durduk, ertelememiz ve sonraya bırakmamız önemle altı çizilerek adeta beyinlerimize yazılmaya çalışıldı!

Evlerimize alınan salon oturma odası takımlarından yani kendimizden ziyade evimize yılda hesaplasak parmakla göstereceğimiz sıklıkta gelecek olan misafirler için alınan misafir odası takımlarından, porselen yemek takımları, çatal-bıçak-kaşık takımlarına, el havluları, terlikler vs… Giysilerimiz için de aynı durum söz konusu olurdu. Yeni alınan ya da dikilen kıyafetlerimizi de hemen giyip eskitmek yoktu onlarda özel anlara saklanırdı. Öyle özel anlarda pek sıklıkla yaşanmaz, böylece her yıl o güzelim kıyafetler dolaplarımızda sürekli yazlık ve kışlık durumlarına göre girer-çıkar hallerde gezinir dururdu. Üstelik doğru düzgün kullanılmadığı ve değişen bedenlerimiz sayesinde içine girebilme ihtimalinin de kalmayışı sebebiyle, yepyeni modası geçmiş ve de itibarı azalmış bir şekilde yer işgal eder hale gelirdi.

Hatırlıyorum çocukluğumda, benim için evimizin en güzel odalarından birisi misafir odasıydı. Genç kızken ev işlerinde anneme yardımcı olduğum zamanlarda, evin diğer odalarının temizliği yanında özellikle sık kullanılmasa dahi en çok misafir odasını temizlemeği severdim. Camlar silinir pırıl pırıl, koltukların ve sehpaların, dolabın ve yemek masasının tozu alınır, tek tek saksı çiçeklerinin yaprakları sirkeli sularla parlatılırdı. O yıllarda pek bir modaydı salon köşelerinde iri yapraklı kauçuk çiçekleri ve deve tabanı olarak ismini hatırladığım saksı çiçekleri. Ve bir de salonu bir duvardan bir duvara kadar saran sarmaşık çiçekleri. Nerdeyse koca bir günüm misafir odasını en ince ayrıntısına kadar temizlemekle geçerdi. Bittiğinde ise tertemiz mis gibi kokulu gelin gibi süzülen odamıza son bir kez tebessümle ve biraz da buruk bir hüzünle bakar sonra odanın kapısını kapatarak ayrılırdım.

Annem bu odaya girmemizi pek istemezdi. Hele ki elimizde abur cubur bir şeyler varken asla! Temizlik ve tertiplilik, en önemli edinilmesi gereken değerlerden birisiydi bize öğretilen. Ahlaklı olmak, saygılı olmak, temiz olmak, terbiyeli ve kibar olmak, oturduğunu kalktığını bilir bir halde olmak, marifetli olmak, okumak, öğrenmek vb. bu listeyi uzat uzatabildiğince…

O yıllarda daha çok tercih edilen kovalı sobalar ve demir-döküm sobalarla daha iyi ısınabildiğimiz için tüm zamanlarımızı genellikle aynı odada geçirirdik. Ortak kullandığımız bu oturma odası, bizim hem oturduğumuz, hem yemek yediğimiz ve hem de çocuk odamız olurdu. Şimdiki gibi herkese özel odalarımız yoktu. Ve biz genişlik içinde ferahlık varken yine de temiz pak hazır ve nazır dursun diye diğer odamızı kapatır, öylece iç-içe biraz da sıkışık bir şekilde, hani keyfine bir diyeceğim yoktu mutluyduk elbet ama işte yine de tek bir odaya sığmaya çalışırdık. Yakın akrabalar, konu komşu hep bu odada olurduk. Gelen misafirlerimiz arasında, çekinilecekler ve çekinilmeyecekler olarak da ikiye ayrılırdı bu seçimlerimiz! Komik ama gerçek bir yaşam tarzı sırf bize mahsus bir durum da değildi bu. Çevremizdeki hemen herkes aynı tutum içerisindeydi! O zaman ki şartlar ve düşünce yapısı, belki de zor sahip olunan şeylerin çok değerli olması gereği kim bilir! Çoğunlukla ailelerde ve evlerdeki yaşam şekli böyleydi!

Ben bazen evde kimseler olmadığında, misafir odasına öyle bir keyifle girer ve annemin en çok korktuğu şekilde; yani elimde bir pasta tabağı ve meyve suyu ile koltuklarımıza otururdum ki. Kaçamak ve gizli yapılan bir şeyin insana verdiği o çocuksu muzırlıkla, biraz da mahcup ve muzip bir ruh hali içinde, en değerli misafir edası ile salonda baş köşeye kurulur, elimdekileri de çabuk çabuk yer bitirirdim. Ardından hiç bir iz bırakmadan! bardak ve tabakları yıkar, akşam olunca da keyifle bir arada her zaman ki rutinlikte akşamımızı geçirirdik. Sonradan öğrendim ki annem bu durumun farkında olurmuş da bana bir şey demezmiş. Duygularımızı incitmeyen benim biricik annem, hatta kurabiye ve pastaları da bizim alabileceğimiz şekilde kaplara koyarmış mutfaktaki dolaplarında.

En sonunda fark ettik ki bu odanın gizli misafirleri bir tek ben değilmişim! Odanın müdavimlerinden babam bu odaya, özel zamanlar için ayrılan şekerlikten çikolata aşırmak için, annem aile albümlerine bakmak için, kardeşim ders çalışmak için, ben de en çok dünya klasiklerini ve gençliğimin unutulmaz kitaplarını okumak için sık sık ziyaret edip duruyormuşuz!…

Derken sonunda anladık ki en değerli misafirler bizleriz bu hayatta. Artık doya doya evimizin en güzel köşesinde biz oturuyoruz. Elbet sevdiklerimiz ve dostlarımızla da yaşadığımız bu hayatı paylaşıyoruz ama ıskalamadan, elimizden geldiğince anlarımızın, birlikteliklerimizin ve eşyanın da hakkını vererek yaşamaya gayret ediyoruz.

Çok şükür ki zaman değişti ve bizlerde değiştik bu zaman içinde. Yaşanılan geçmiş yanılgı ve hatalarımızdan ders almaya çalıştık.

Şimdi, eskiye göre çok daha farklı bir bilinçle; doğayı sevmeyi ve içimde yaşatmayı, elime aldığım kitapları içlerinde okunanlar dahi olsa onları yeniden ama çok daha farklı bir hazla tekrar okumayı, gezmeyi, öğrenmeyi, yenilikleri takip etmeyi… Müzik dinlerken, müziğin ritmine kulak verip ruhumu gezdirmeyi, beğendiğim giysilerimi giyip, istemediğim şeyleri yapmamayı ve elimden geldiğince eşimle birlikte paylaştığım bu hayatı an ve an yaşamayı öğrendim, daha pek çok şey öğrenecek, okunacak, gidilecek ve görecek şeylerin olduğunu da bilerek…

Yaşanmamış günlerimiz önümüzde, giderek görmemizi ve ilerlememizi engelleyen bir sise dönüşür zamanla. Her insan doğar, bu hayatı kendince yaşar ve an gelir ki o an, ne zamandır bilinmez ölür! Ardından yaşanmamış günler bırakan insan içinse ölümü karşılamak, kabullenmek çok daha zordur. Gününü doya doya yaşamış, doğayı içinde hissedebilmiş ve evreni kucaklamış bir insan için ise ölüm, hayatın ve kainatın kabul edilebilir bir olgusudur. O’ nu en doğru şekilde algılayıp doğayı koruyarak ve insanca hakkını vererek yaşayabilmek ise en güzel olanıdır.


Ve varsa hala geçmişte kalan,
Sözüm onlaradır inan
Yaşanmamışsa dünde kalan
Çok geç kalmış sayılmazsın
Eğer bu günün farkındaysan


Varlığın da yokluğun gibi geçer
Her şeyi kazanabilir insan
Ama hiçbir işe yaramaz
Sevgiyi kucaklayamamışsan


Hayatta tek bir gün var ki
Yaşamak için asıl olan
Ve paylaştıkça çoğalan
Ölüm varsa gerisi yalan!


Küçük bir anı sana gerçek kılan
Ve elinde kalan tek bir an
O da sadece işte sadece
Sevmek için şu AN!


Hayat üzerinde durup geçmiş hesaplaşmalarla zaman kaybedilmeyecek kadar değerli ve uzun uzadıya gelecek planları yapılamayacak kadar da kısadır bazen…

Siz hiç düşündünüz mü ıskaladığınız ve yaşamak için ertelediğiniz an’ları! Peki şimdi o an’da nerdesiniz?

Hepinize sağlık ve sevgi dolu bir hafta dilerim. İz bırakacak güzel an’larınız olsun yaşamınızda…
Esin Bozdemir

Görsel: Ressam: Friedrich von Amerling - Eserin Adı: Oryantal
(Özel Kolleksiyon) İstanbulsanatevi.com
(*) Metin: (2.Paragraf) Prof. Dr. Üstün Dökmen- Yarına Kim Kalacak? Sf: 183

4 yorum:

  1. hayatımdaki güzellikleri yarına ertelememeyi öğrendim de, bir de şu geçmişin hesabını bugün tutma işinden vazgeçip bugünün güzelliklerinden alacağım keyfi ikiye katlasam çok iyi olacak:)

    bu yazın bana çok iyi geldi Sevgili Esmir..hep eski anılara gittim, hem de kulağımı büktüm. Yüreğine sağlık, sevgiler..

    YanıtlaSil
  2. Sevgili Esmir;
    Senin yazınla birlikte biriktiremediğimiz ama hayallerimizde bugün gibi canlanabilen anlarıma gittim.Misafir odası sendromlarına... Temizlendikten sonra kapıları ancak müstakbel misafirlere açılacak loş ama gizemli özenli mekanlara gittim.Hatta şu anda oturduğum bilgisayar başı koltuğum taaa 50 yıl önce o misafir odasından kalma yepyeni bir koltuk.Şimdi her saat oturabiliyorum ama o zamanlar nerdeee?Sevgilerimle.

    YanıtlaSil
  3. Sende sağol Sevgili Esmir,

    İnsan her şeye alışıyor zamanla ve geçmiş yaşanmış-bitmiş hesapları yapmış olduğu o gereksiz zamanlara dahi gün geliyor yanıyor!

    Değmez Nilly'cim, bu günün sana getireceği yeniliklere kucak açmalı ve günün güzelliklerini yaşa doya doya...

    Güzel günler göreceksin! yürekten inan...
    An'ı iyi yaşaman dileklerimle...
    Hep sevgiyle kal...

    YanıtlaSil
  4. Sende sağol Sevgili LİLY,
    Lily "Esmir" olmuş burda:)insanın kendi kendine sağol demesi pek hoş geliyor kulağa:)

    Sevgili Sufi, her şey değişiyor ya zamanla, bizde değiştik ve devam ediyor bu değişimlerimiz de...alışkanlıklarımız, düşüncelerimiz an ve an değişiyor...Ama sahip olduğumuz ve pek çok hatırayı içinde barındıran eşyalarımız, koltuklar, sehpalar, tablolar, kitaplar... onlar çok değerliler...beraberce yaşayıp, eskimek ve eskitmek! çok anlamlı...Şimdi çok daha keyifle ve hakkını vererek yaşayıp yaşattığımız her güzel şey adına...binlerce kez şükürler olsun...

    Sevgiyle kalın...

    YanıtlaSil