22 Ekim 2009 Perşembe

Cafe Anatolia ile müziğin gizemli yolculuğundayım...

Son zamanlarda tutkulu bir şekilde Cafe Anatolia müziklerini dinliyorum. Grup üyelerini pek göremediğimiz ama bildiğimiz pek çok şarkıyı ve fon müziğini çok daha etkileyici bir düzenlemeyle birbirinden güzel enstrumantel forma dönüştüren bu grubu doğrusu bende oldukça merak ediyorum.

Günümüze gelinceye dek hit olmuş şarkıları enstrumantel olarak keyifle dinlerken bir yandan da müziğin o içime işleyen tınılarına kapılıp sesli olarak “şimdi uzaklardasın” söyleyerek adeta gruba eşlik ediyorum. Sanki Cafe Anatolia Müzik Grubu bulunduğum mekanda benimle birlikte ve bende o çok sevdiğim şarkıları grupla birlikte defalarca prova yapmışız da nihayet “tamamdır “ edaları içinde adeta büyük bir ustalıkla okuyorum bir anda !… yada bana öyle geliyor demek daha doğru olur. Şarkı söylemek konusunda ustalık kim ben kim! Nacizane bir dinleyiciyim sadece, bir de işte öyle içimden geldiğinde hoş melodilere eşlik edenlerdenim.

“ Söyleyene değil söyletene bak” dememişler boşuna… Böyle usta müzisyenler olunca eh bende söyleyiveriyorum işte kendi kendime, yeter ki söylediklerimiz bunlar olsun diye de ekliyorum içimden…

19 Ekim 2009 Pazartesi

Köprü kuran adam


Boş bir yolda yürüyen yaşlı bir adam akşamın karanlık soğuğunda geniş, derin, kocaman bir uçurum ile karşılaştı. Alacakaranlıkta aştı uçurumu ve o kasvetli akıntıda korkmadı. Ama öbür yakada güvenliği bulunca döndü ve bir köprü kurdu kabaran suları aşmak için.

"ihtiyar", dedi ona eşlik eden cüce,

"Burada yaptığın işle gücünü boş yere tükettin. Yolculuğun bugün sona erecek ve bu yoldan bir daha hiç geçmeyeceksin. Sen zaten o derin ve geniş uçurumu aştın. Neden akşamın kabaran sularına karşı köprü kurasın."

Adam, yaşlı ağarmış başını kaldırdı. Dedi ki:

"Dostum, geçtiğim yolda bugün ardımdan bir genç yürüdü. Ayakları onu da buraya getirecek, ve benim için bir hiç olan bu uçurum, belki o sarışın gence tuzak olacak. O da alacakaranlıkta geçecek buradan. Dostum, bu köprüyü onun için kurdum." (*)


Başkası için bir ışık yaktığınızda,
 kendi yolunuzu da aydınlatırsınız !..

(**)





(*) Will Allen Dromgoole
(**) "Sibirya Ekspresi" Filminden

15 Ekim 2009 Perşembe

İstanbul' da Garipçe Bir Köy!



Geçtiğimiz hafta sonunu eşimle, İstanbul’ un Sarıyer ilçesine bağlı Garipçe Köyü’ nde Boğazın Karadeniz girişine hakim nefis manzarası, temiz havası, taze balıkları, antik kaleleri ile çevrili olduğu farklı bir atmosfer içinde geçirdik.

Aracımızla Sarıyer'den Rumeli Feneri - Kilyos istikametine dönerek, yaklaşık 10 km. süren ve Datça yolunu andıran hafif virajlı ama buna değecek güzellikte olan Garipçe Köyüne doğru yol aldık. Keyifli bir güzergahı ile manzaralı asfalt yol boyunca, iki kıtayı ayıran nehir görünümlü boğazın muhteşem görünüşü inanılmaz güzeldi. Bu tablo Sarıyer' den çıkıp henüz beş dakika geçmeden gözler önüne serilince, ister istemez kendimize; “ biz gerçekten şu an İstanbul' da mıyız yoksa Ege sahillerinde mi yol alıyoruz! ” sorusunu sormadan edemedik…

14 Ekim 2009 Çarşamba

Her Sonbahar Gelişinde


Hazan mevsimidir sonbahar
Hüznünse diğer bir adı
Düşen bir yaprak gibi
Kayıp giderken birer birer...
 
Senden ne bir ses var ne de bir haber!..
 
Işıksız gecelerin koynunda süzülürken
Bir kıvılcım daha kopup gider yüreğimden
Gözyaşlarım içimi eritir
Sensizlik denizinde kaybolurken...
 
Ah beni bir duyabilsen!..
 

13 Ekim 2009 Salı

Unutulmayacaklar !..


05 Mart 1934 – 11 Ekim 2009
Halit Refiğ

Onlar gökyüzünde parlayan bir yıldız gibiydiler! 
Ve sessizce hayatlarımızdan birer birer kayıp gittiler!..

11 Ekim 2009 tarihinde kaybettiğimiz ve bugün cenazesi kaldırılacak olan,  Yeşilçam’ın usta yönetmeni ve düşünürü, aydın insan

Halit Refiğ i Saygıyla Anıyorum

Ruhu şad olsun...

Sinema camiasının, yakınlarının ve 
tüm sevenlerinin başı sağolsun… 


************

11 Ekim 2009 Pazar

Attila İlhan'ın Ölüm Yıldönümü


Yaşamı ve eserleri ile örnek bir insan,
ödünsüz bir kişilik ve yutsever aydınımız, güzel insan  
Attila İlhan'ı
özlemle ve saygıyla anıyorum...


Türkçeyi o geniş hayal gücünün yaratıcılığı ile dizelere dantel gibi süsleyerek işleyen, yüreğimize yerleşmiş o dokunaklı şiirlerin usta yaratıcısı şair Attila İlhan'ın hemen her şiirinde ayrı bir lezzet ve anlam vardır.

Attila İlhan, şiirleriyle, romanlarıyla ve sayısız eserleriyle ardından bıraktığı insanlara düşündürecek önemli mesajlar bırakmıştır...

O her zaman anılacak ve unutulmayacaktır...

8 Ekim 2009 Perşembe

Yeniden hayata dönüş ...

Hepimizin bu dünyada yaşarken, “ kim olmak “ ve “ nasıl bir insan olmak ” istediğimizi seçebilme gücümüz var!


Peki siz hangisini seçiyorsunuz !


Nörolog doktor bir hanımın Jill Bolte Taylor’un, beyin kanaması geçirdikten sonra yeniden hayata dönüşünü çok güzel anlattığı ve ders alınması gereken pek çok bilginin yer aldığı bu önemli videoyu mutlaka izlemelisiniz.


Bu videoyu izledikten sonra insanın maddi hırslarının ne denli anlamsız olduğunu, bu dünyadan göç ederken hiç bir şeyi beraberinde götüremeyeceğimizi bildiğimiz halde yine de bu gerçeği görmezden geldiğimizi! Tıpkı ünlü düşünür Mevlana’nın Felsefesinde yer aldığı gibi; Manevi değerlerimize sımsıkı sahip çıkmamızın çok daha önemli olduğunu bizlere bir kez daha hatırlatmaktadır.
 Not: View Subtitles ....
Türkçe Dil seçeneğine basarak videoyu Türkçe alt yazı ile izleyebilirsiniz.

"Ne Arıyorsan Kendinde Ara"...
Kişinin değeri nedir?
- Aradığı şeydir!


Eğer sen, can konağını arıyorsan, bil ki sen cansın.
Eğer bir lokma ekmek peşinde koşuyorsan, sen bir ekmeksin.
Bu gizli, bu nükteli sözün manasına akıl erdirirsen, anlarsın ki


Aradığın ancak sensin, sen.

Madendeki inciyi aradıkça madensin.
Ekmek lokmasına heves ettikçe ekmeksin.
Şu kapalı sözü anlarsan, anlarsın her şeyi;


Neyi arıyorsun, sen o'sun.


Senin canın içinde bir can var, o canı ara!
Beden dağının içinde mücevher var, o mücevherin madenini ara!
A yürüyüp giden sufi, gücün yeterse ara;


Ama dışarıda değil, aradığını kendinde ara !

Hz. Mevlana


6 Ekim 2009 Salı

İçimdeki coşku dillenince...


Sabahın bu sessizliğinde kıpır kıpır ahenkle ötüşen kuşlar içimdeki senfoniye ayak uyduruyorken,

gece boyu çisil çisil yağan yağmurun ardından, fırından yeni çıkmış bir somun ekmeğin kokusu gibi içime işleyen bu toprak kokusu gözlerimi parıldatıyorken,

yeni ektiğim sarı, pembe, beyaz kasımpatıların, çocukluk hayallerimi süsleyen masal kahramanları gibi dizilmiş, balkonumda bana gülümsüyorken,

ve masmavi çivitlenmiş, köpük köpük yıkanmış beyaz çamaşırlar gibi ipe dizilmiş duran bu pırıl pırıl bulutlar başımın üzerinde gökyüzünü aydınlatıyorken…

Böylesine, ışıl ışıl, pırıl pırıl, canlı mı canlı, ayılmış ve uyanmışsam!
Ve işte böyle bir anda,

Kelimeler kol kola girmiş, yan yana dizilmiş mesut ve bahtiyar yeni açmaya yüz tutmuş tomurcuk çiçekler gibi oracık da o an filizlenivermişse!

Onlar hoş bir melodinin kucağına kendisini atıvermiş bir çift hünerli ayaklar ve kollar gibi ahenkle dans ederken….

bense onları böylesine güzel manzara eşliğinde seyrederken ve dizelerdeki yerlerini alırken hiçbir yere kaçmasınlar istiyorum…

O an hafızam kayıt etsin ve ben onları resmedebileyim sonra da güzel bir çerçeveye koyup akıl duvarlarımda özel bir köşeye kırılmadan yerleştireyim istiyorum…

Ve ne zaman ki bir melodi duysam tekrar o çerçeveye bakıp müthiş gösteri ile tekrar kendime geleyim ve yine delleneyim coşayım istiyorum…

Dünya böylesine değişiyorken, hayat ellerimizden olanca hızıyla akıp gidiyorken, ne bu günümüz yarına ne de yarınımız bu güne benzeyecekken!

Milyonlarca insan içinde hep varken, çoğu kez de birbirine yabancı iken…

Ne sürekli kederli olacağını düşünmek nede sürekli mutlu olacağını bilmek koskoca bir aptallık iken…

Oysa asıl olan bu hayatın, içimizdeki duvarları yıkmak olduğunu ve aydınlığın o koca bir yürek olduğunu bilmek varken…

Ve tüm bunları bildiğim halde yine de sabırsızlığım, endişem, kaygım beni bırakmaz iken!

Kendine dahi böylesine şaşkın ve anlaşılmaz iken, başkalarını anlamanın ve seni de başkalarının anlamasını beklemenin ne denli anlamsız olduğunu bilip dururken!

Çoğu kez hiçbir şeyden!
Bazen de her şeyden!

Gülmek, ağlamak, kederlenmek, sevinmek, sıkılmak, haykırmak geliyorsa içimden!

Ama en önemlisi coşkuyu duyabiliyorsa yüreğim!

İşte bu yüzden hafızama sımsıkı sarılıyorum böyle anlarda, çünkü onları silik soluk bir halde merdiven altlarında yırtılmış ve paslanmış bir sandık içinde sararmış bir fotoğrafa bakar gibi görmek istemiyorum…

Biliyorum ki kalbim her zaman böylesine coşamaz
ve insan her zaman böylesine aydınlık göremez dünyayı !!!


 

Görsel: Onexposure-1x.com/photos/screeners-choice/12187/

1 Ekim 2009 Perşembe

Tesadüf a canım!


Bugün sabahın ilk ışıklarının yüzüne vurduğu bir kedi gibi biraz da Mahmure hanım edalarında erkenden uyanıyorum. Biraz esniyor sonra da geriniyorum! yok olmadı, uzadıkça uzuyorum. Başak sarısı odam yeni kalaylanmış bakır bir kap gibi güneşin ilk ışıkları içinde böyle parıldarken yataktan çıkmak gelmiyor içimden… Evet bugün miskin bir kedi olmak ve güneşi içmek istiyorum! Kafam aydınlık, içim de böylesine berrakken tam da zamanıdır diyorum ve…

Hemen başucumdaki iki üç kitap arasından gözüm yeşil kaplı olanına gidiyor. Başlıyorum çok sevdiğim yazarın; “ Sait Faik Abasıyanık’ın 55. Yıl Anısına O. Çakmakçı’nın hazırlamış olduğu Hikaye Armağanı ” kitabını okumaya. Her zaman ki alışkanlığımla Ön sözden itibaren okumaya başlıyorum…