31 Ekim 2010 Pazar

SESİ KENDİNE ARKADAŞ



- öylesine bir duruş işte… sıradan
düşleri gömülü yüreğine
yüreği dar

deli rüzgarlara sevdalıydı bir zamanlar
güneşe yükselen çınarlar gibi
maviye ve aydınlığa

- öylesine bir duruş işte… sıradan

saçak altlarında masum
yağmuru dinleyen çocuklar gibi
hayatı dinlerdi

- düşleri gömülü yüreğine

ocakta ateşini özleyen küller
ve terk edilmiş yayla evleri gibi
her mevsim insan sıcağı aradı

- yüreği dar

ıssızlıklar içinde
sesi kendine arkadaş bir ırmak şimdi
çağıldayarak akıyor denizine


İhsan Topçu


Bu güzel dizeleri yazan, Ustaya saygılarımla…

Esin Bozdemir



Şiir:  İhsan Topçu - Kaynak: AfrodisyaS-Sanat
Fotoğraf: Dennis Bromage

28 Ekim 2010 Perşembe

Kimsesizlerin Kimsesi Türkiye Cumhuriyeti !


  Cumhuriyetin 87. Yılında

Öncelikle bu vatanı bizlere emanet eden Mustafa Kemal Atatürk' ü,
Milli Mücadele'de saf tutmuş, şehit olmuş, canını,malını, evladını bu vatana feda etmiş
olan dedelerimizi, ninelerimizi, kadınlarımızı saygıyla ve minnetle anıyor...

Cumhuriyet Bayramınızı Kutluyorum.

Ata' mıza verdiğimiz sözü yerine getirerek Cumhuriyet'i
sonsuza dek yaşatacağız.

Yaşasın Cumhuriyet


O Yüreklerimizde!
hiç bir zaman silinmeyecek!..

" Ben ölmedim ki ! "
diyorsun o güçlü ve dünyaya meydan okuyan sesinle;  
'gerçek sesinle' haykırıyorsun Cumhuriyet'i kutladığımız Bayram Gününde !

Ne Mutlu Türküm Diyene!

Esin Bozdemir


26 Ekim 2010 Salı

Fotoğrafın izdüşümü - Adım Sonbahar


Adım Sonbahar !

nasıl iş bu her yanına çiçek yağmış erik ağacının
ışık içinde yüzüyor
neresinden baksan gözlerin kamaşır
oysa ben akşam olmuşum
yapraklarım dökülüyor
usul usul
adım sonbahar

Attila İlhan

20 Ekim 2010 Çarşamba

Türk şiiri bir 'Damar' ını daha kaybetti !



SAAT SEKİZİ GEÇ VURDU

Kime ne desem
Boyuna kendimi dinliyordum eski yağmurları dinliyordum

Düşünmeden biliyordum deniz ılıdı
Dökülen çelik katı
Yürüyenler yanyana

Yüzümü güneşte dinlendirsem
Dağın dağ olduğunu bilsem ovanın ova ağacın ağaç
Kurtulurdum

Çok köprülü sular gibi git git bitmedi
Boyuna kendimi dinliyordum eski yağmurları dinliyordum

Saat sekizi geç vurdu
Giden gitmiş hüznü ayaklandırmak boşuna
Düşünmeden biliyordum

   
***
 
“Biliyoruz ki, onca dağ başlarında ateş yakmasına, yıkıntılar içinde dolaşmasına,
kapalı çeşmeleri açmasına karşın, bağırmaz şiiri.
Hiç mi bağırmaz?
Bağırır elbet, ama içten içten işler, yer altı suları gibi yavaş yavaş baş verir.
Bir soğuk demircidir sanki. Öyle kurumsuz tok, insancadır.

Sen Ey “Soğuk Demirci’si Şiirin!” . (İlhan Berk)


*

Bir ışık gidiyordu gecede karanlıkta / Karanlıkta suda
Umut ışığı gibi ardına baka baka / Gidiyordu bir ışık karanlık suda

 demişsin…


Işıklar içinde yat Usta…
Saygıyla…


Esin Bozdemir


Kemalettin Tuğcu'yu hiç unutmadım ki !



Çocukluk yıllarımızın vazgeçilmez ismiydi o !

O'nun acıklı ve hüzünlü hikayelerini, kimsesizlerin iç burkan yaşamlarını, sokak çocuklarını, yoksulluğu, kendi duygu yüklü iç dünyası ile romanlarına yansıttığı kahramanları öylesine sarıp  sarmalardı ki beni.. Her romanını büyük bir tutku ile okur, gözümde canlandırdığım o acıklı yaşamların etkisinden uzunca süre kurtulamazdım.

Öyle ki, popülerliğini koruduğu o yıllarda yarattığı kahramanlar ile daha sonraları yaşamlarımıza özdeşleştirdiğimiz nice Kemalettin Tuğcular’ ın da yaratıcısı olacaktır adeta!

Çocukluğumda gözyaşlarımı tutamayarak okuduğum hüzün dolu romanlarındaki acı hayatları öylesine gerçekçi anlatan bir yazarın, acaba gerçek yaşamı nasıldı? diye kendi kendime sorduğumda, nedenini anlamam hiç de zor olmayacaktı…

17 Ekim 2010 Pazar

Benim yönüm mutluluğun resmi !

  
" Mutluluk, bizi zorlayan kadere karşı kazanılan zaferlerin en büyüğüdür." (*)  
Stresin oldukça yoğun yaşandığı büyük şehirlerdeki yaşamlarımız, gün geçtikçe daha da çekilmez bir hal almakta. Keşmekeş haline gelen trafik, o hummalı kalabalıklar, hava kirliliği ve günden güne çoğalan o ruhsuz bakan yüzlerle karşılaşmak bizleri, metropollerden uzaklaştırmaya fazlasıyla yetecek unsurlar… 
Çoğumuzun hayalidir, emeklilik geldiğinde trafiğin daha az yaşandığı küçük sahil kentlerinde yaşamak düşüncesi… Belki daha mütevazi ama mutlaka küçücük de olsa bir yanında bahçesi olan bir evde, doğal ürünlerle haşır neşir olacağımız, hatta kendi ürünlerimizi kendimizin yetiştireceği ve ekip biçmenin keyfini huzurunu taşıyacağımız bir yaşamın özlemini duymak… 

14 Ekim 2010 Perşembe

Van Seyahatinin Ardından…


Kısa bir süre önce hayırlı bir iş için, Türkiye’nin diğer bir ucuna doğru yola koyulduk…“ Doğu’nun incisi ” Van gölü kıyılarında yer alan ve doğu’nun en yeşil iline, “ Yeryüzü Cenneti ” olarak da anılan, eski adı ile “ Tuşba” ya, yani; binlerce yıllık uygarlığın izlerini taşıyan ve tarihi ipek yolu üzerinde bulunan kadim şehir VAN’ a gittik...

Hava yolu ile yaptığımız yolculukta, bulutların arasından tepeden kuş-bakışı seyrettiğim Van gölünün, o muhteşem manzarası görülmeye değerdi… Uçağın uzunca bir süre, göle yakın plandaki uçuşu esnasında gördüğüm uçsuz bucaksız suyla kaplı coğrafya, bana ister istemez; ' buraya göl mü? yoksa deniz mi? demek daha doğru olur! ' sorusunu aklıma getirdi… Ama gerçek olan bir şey vardı ki o da, yıllarca sadece haritada gördüğüm, o mavi denizin, artık üzerinde uçuyordum!

11 Ekim 2010 Pazartesi

Attila İlhan'ı Saygıyla Anıyorum...



Diyalektik Gazel

büyük bir şaşaadır ölüm
ebruli nurlarla gelir
öyle bir yanardağdır ki öfkesi
mutantan destur'larla gelir

karşıtıyla yüklüdür herşey
mutlak çözümlerden vazgeç
tartışılmaz mükemmellikler
ne gizli kusurlarla gelir

sen sen ol korkma karanlıktan
dik ışık çekirdeklerini
çünkü en berrak sular bile
en yağlı çamurlarla gelir

nasıl doğmakla başlarsa ölüm
ölmekle başlar öyle hayat
bil ki dünyayı sarsan sıçramalar
birikmiş şuurlarla gelir

Attila İlhan

10 Ekim 2010 Pazar

Sonbaharın kederli yalnızları !


“Sonbaharda bir yol gibi: Temiz pak süpürüyorsun,
sonra yol bir kez daha kurumuş yapraklarla örtülüyor.” (*)

Ansızın geliverdi yine o tuhaf can sıkıcı rüzgârlar, yakalandı saçaklardaki serçeler yine güz yağmurlarına…
Takalar martı çığlığında “vira bismillah!” derken, şemsiyeler ters döner kaldırımlarda!

Issız sokaklarda uçuşan toz bulutları, sislerde kaybolan siluetler…
Yüreğimi hüzne boğan bu sararmış, solmuş yapraklar…

Uğultusu geceyi bölen fırtınalar ve karanlığı içimi delen yine bir sonbahar!

Dili olsa da konuşsa şu yorgun caddeler ve çamurlu sokaklar…
Acaba hangi mevsim daha çok gülmüş yüzüne ve hangi mevsim daha çok ağlatmış seni.

Bu hava, bu kara bulutlar öylesine ağır mı ağır…
kasvet çökmüş sokağımızın üzerine, pencereden dışarıya doğru uzatıyorum başımı …

7 Ekim 2010 Perşembe

Kakuleli kahve şahane

kakuleli kahve

Kısa bir süre önce konuklarıma ikramda bulunmak üzere geleneksel içeceğimiz olan; Türk-Kahvesini öyle otomatik cezveler yerine, bir güzel kendi ellerimle ateşin harında ve bakır cezvede pişirerek, porselen fincanda, yandan çarklı vaziyette çifte kavrulmuş Türk lokumuyla birlikte şöyle kallavi ve bol köpüklü; "ala turque" kıvamında Türk motiflerinin ahengi içinde ve bir de yanında bir bardak su ile " kahve bahane sohbet şahane! " diyerek serviste bulunduğum anda…

İşte ne olduysa o anda "gönülden gönüle" sayısız köprülere uzanacak olan sohbetimizin konusu da yine kahve üzerine olmak üzereyken… arkadaşım çantasından çıkardığı küçük bir çıkının içinde daha önce hiç görmediğim ama karşıdan küçük bir kabak çekirdeğine benzettiğim kuru bitkiyi elleriyle ikiye ayırarak çörek otu ebatlarında 3-5 adet taneyi ikram ettiğim bol köpüklü kahvenin içine atıverdi!.. Sonra da başladı tarifsiz meziyetleri olan bu bitkinin kahve ile olan uyumunu ve diğer faydalarını anlatmaya…