29 Kasım 2010 Pazartesi

HAYDARPAŞA GARI DA YANDI YA !


Birer birer asırlık çınarlar gibi yok olup gidiyor tarihimizin izleri!.. İstanbul’u İstanbul yapan ve tarih kokan mekanlar, iskeleler, sokaklar ve şimdi de Anadolu’nun kalbine giden yolun can damarı o muhteşem mimarisi ile Haydarpaşa Garı da yandı ya!..

Yok artık başkaca söyleyecek sözümüz. Biz ne malımıza, ne mülkümüze, ne tarihimize, ne de insanımıza sahip çıkamıyoruz artık!

Kapkara bulutlar sardı her yanımızı… Aydınlığı göremez olduk, kör olduk adeta!.. Martılar bile çığlık çığlığa… Bu gün isyanlarım tavan yaptı, yüreğimdeki yangınlar gözyaşlarıma karıştı!.. Elimizde ne var ne yok ya satıldı, ya yıkıldı, ya yakıldı…

Anımsıyorum çocukluğumda gurbete (Almanya’ya ) ilk kez gittiğim tren yolculuğumu!.. Haydarpaşa Garından hareketle Münich’e doğru uzanan ... Ve sonraki yıllarda trenin yerini alan otomobil ve uçak yolculuklarımı… Nostalji birer anı olarak anımsadığım tüm yolculuklarımda bulutların arasında uçmanın keyfi ile kıyasladığımda, az da olsa kullanmış olduğum tren yolculuklarımın; özellikle Eski Yugoslavya topraklarında sıklıkla yer alan o dağların içindeki oyuklardan körebe oynar gibi gözlerimi yumup açtığım tünellerden geçişlerimi… yanımda yılan gibi süzülen nehirleri, gölleri, ovaları film şeridi gibi izlediğimi… birer birer durduğumuz istasyonlarda inen, binen telaşlı yolcuları, el sallayanları… kompartıman görevlilerinin üniformalarını çocuk yüreğimle hayranlıkla izleyişlerimi… tren camına başımı dayayıp varacağım istasyonda beni bekleyenleri… ve geceli gündüzlü seyir halinde olduğum o bambaşka coğrafyalar içindeki bu tren yolculuklarımın hiç bitmemesini istediğim o anılarımı düşündüm!...

Çocukluğumda belki sadece 2-3 kez kullandığım ama hiç unutamadığım o ülkeler arası tren yolculuklarımın, aradan geçen uzun yıllar sonrasında seyahat amaçlı gittiğimiz Avrupa seyahatlerimizde, özellikle Almanya’daki şehirlerarası yolculuklarımızda tercih etme nedenlerimizden birisi de hep trenler olmuştur. Öyle ki aradan geçen zamanla birlikte ulaşım aracı olarak 4 tekerlekli araçlara kıyasla treni daha fazla tercih eden Almanların son derece gelişmiş ve yenilenmiş tren garlarına ve hızlı trenlerine hayran kalmıştım. Hele ki yanımıza bilet kontrolü için gelen görevlinin uyarısı ile yanlış bindiğimizi fark ettiğimiz, o çok eski olmasına rağmen özel bakımla korunmuş olan nostaljik tren maceramızı ise hiç unutmuyorum…

Ve yine çok yakın bir tarihte, geçen yıl eşimle birlikte Kemah’a yapacağımız yolculuğumuzda benim ağır basan tren yolculuğu özlemimi, otomobil yolculuğuna tercih ederek gerçekleştirdiğimiz, bambaşka coğrafyalara doğru uzanan tren yolculuğumuzu anımsıyorum…

O muhteşem mimarisi ile çekim yaptığımız Haydarpaşa Garını ve Doğu Ekspresi ile Anadolu'nun kalbine uzanan tren yolculuğumuz boyunca da elimizde kameralarla dağları, ovaları ve geçtiğimiz coğrafyalarda bize eşlik eden Yeşil Irmak, Kızıl Irmak ve Fırat Nehrinin o eşsiz görüntülerini kaydedişimizi…

Şimdi ise Haydarpaşa Garı’ndaki yangınla birlikte yüreğimdeki anılarımın da tutuştuğunu görüyorum… Ve bu dramatik manzarayla birlikte gelecek nesillerin geçmişimizden nasıl kopartıldığını…
düşündükçe hüzünlenmemek, kaygı duymamak elde değil…


 
 
 
Kolaj:  izler ve yansımalar
Video: kardere 

26 Kasım 2010 Cuma

Yollardan Sonra - Nazım Alpman


“ Yolculuk yapmayana mutluluk yoktur Rohita!
Toplumun içinde kalınca insanların en iyisi bile yolunu yitirir.
Düş yollara.
Gezginin ayaklarında çiçekler açar,
Ruhu gelişir, meyveler verir.
Kusurları yolculuğun zahmetiyle törpülenir.
Olduğu yerde duranın kaderi
Uykudaymış gibi uykuya yatar.
Ve o uyanınca uyanır.
İşte onun için düş yollara Rohita. " (*)

Seyyah muhabir ve yazar Nazım Alpman’ın yeni kitabı Yollardan Sonra yı kısa bir süre önce okudum. Küçük bir seyahatname olma özelliği taşıyan bu kitapta Alpman, okurlarını; Sinop’ tan Ağrı’ya, Kafkaslar’ dan Girit’ e, kadar gezdirirken Anadolu’nun ve dünyanın dört bir yanında yaşayan güzel insanların öykülerine de tanıklık etmeye davet ediyor.

22 Kasım 2010 Pazartesi

MİM konusu kitap olunca !

Celsus Kütüphanesi - Efes Antik Kenti

Sevgili Dalgalarıaşmak, beni mimlemiş. Mimler konusuna pek sıcak bakmadığımı bilen ama söz konusu kitap olunca yelkenlerimin suya ineceğini düşünmüş olan arkadaşımın bu sefer ki davetini mim kurallarına harfiyen sadık kalarak uyuyorum…

Uygulama şöyle:
• Kitaplığınızın karşına geçin.
• Gözlerinizi kapatın. Derin bir nefes alın.
• Elinizi kitapların üzerinde gezdirin ve birini seçin.
• Şimdi gözlerinizi açın. Bir kitap seçmiş durumdasınız.
• O kitabı satın aldığınız yada hediye gelmişte olabilir anı hatırlamaya çalışın. İlk kez okuduğunuzda neler düşünmüştünüz, hatırlayın.
• Şimdi sayfaları şöyle hızlıca bir dolanın ki, kitabın kokusu burnunuza gelsin. Evet, ne güzel bir koku bu!
• 55. sayfayı bulun. Sayfayı tekrar okuyun.
Sayfadan bir paragraf seçin ve mim konusu olarak bunu blogunuza yazın. Daha sonra siz de arkadaşlarınızdan üç tanesine cevaplaması için gönderin.

Mim Kuralları:
1. Mimlenenler mimi cevaplamak zorundadırlar, mim bozulamaz.
2. Mimin bozulması teklif dahi edilemez.
3. Mim yalnızca 3 kişiye gönderilebilir
4. Karşılıklı mimlemeler yasaktır.
5. Mim, her bir blog için sadece bir kez cevaplanabilir.
6. Mim kurallarının ilk 6 maddesi değiştirilemez.
……
Mim kuralları tarafımdan okunmuş olup giriyorum kütüphaneme…

* Gözlerimi kapatıp rafların arasına doğru uzanarak toz kondurmadığım kitaplarıma yaklaşıp elimi uzatıyorum usulca. Parmaklarımın arasından yoklayarak hissetmeye çalıştığım ciltlerin ve o sayfaların kendine has kokusunu da içime çekerek rastgele bir kitabı çekiyorum. Kitabı arkeolojiye düşkün olduğumu bilen eşimin bana hediye ettiği gün; “ Hacimli bir kitap olmasına karşın kısa sürede büyük bir keyifle okuyacaksın!” dediğini anımsıyorum…


* Elime aldığım kitap;
Kurgusal Gerçek Roman / Halikarnas (M.S. 2095 – M.Ö. 334)
Dharma Yayınlarından çıkan kitap: 528 Sayfa


Kitap üç ana, otuzdokuz alt bölümden oluşuyor. Bölümlendirmenin bu şekilde yapılmış olması oldukça kalın olan bu kitabın okunmasını da kolaylaştırmış. Ayrıca bölüm adları hem konuyu özetleyici hem de okuyucunun heyecanını teşvik edici şekilde seçilmiş.

1. Bölüm: Yer- Bodrum... Yıl: 2095 ; 2. Bölüm: Yer- Bodrum Yıl: M.Ö.335 3. Bölüm:  Beden ve Ruh... Yaşam ve Ölüm...

Roman, German ve ekibinin antikçağa ait eserleri araştırmak için Bodrum'a gelmesi ile başlıyor. German kendisine büyük bir ün kazandıran arkeolojik keşiflerinin bir çoğunu, bu ağırlıklı olarak Mısırda firavun dönemine ve Antikçağ'da Karyalıların yaşadığı döneme ait olan sanal-gerçek diye adlandırılabilecek derecede etkili düşleri ve kafasının içindeki seslerin yönlendirmesi ile yaptığını iddia ediyor. Ama gerek meslektaşları gerekse nöröbiyolog arkadaşları bu düşlerin German'ın iddia ettiği gibi gerçeğin ta kendisi olduğuna inanmıyor.

Halikarnas'a gelmesi ile birlikte gördüğü düşler yoğunlaşan German, kaldığı otelde kendisini ilk görüşte derinden etkileyen genç ve güzel bir kızla tanışıyor. Kitabın başında alelade bir kadın-erkek tanışması gibi gözüken bu olayın, kitabın ilerleyen sayfalarında hikayenin en önemli parçalarından biri olduğunu anımsıyorum

* Kitapta yer alan bu etkileyici sahneler ve kurgusal düşler uzun süre aklımdan çıkmadı…Antik kentlere olan düşkünlüğüm dolayısıyla gerçekleştirdiğimiz gezilerde özellikle Halikarnas’ daki gezilerimde sık sık kitapta yer alan sahneler gözlerimin önünde canlandı durdu…

Sonra mimin devam eden kuralını uygulayıp, 55. Sayfayı açıyorum. Şöyle bir göz gezdirdikten sonra da seçtiğim paragrafı sizlerle paylaşıyorum efendim:)

Antikçağ’ın en ünlü yontucusu Praksiteles, eğer bu güzeller güzelini görseydi, nefis mermerden yonttuğu Afrodit heykelini, hiç duraksamadan, bir çekiç darbesiyle param parça ederdi. Herkesin gıptayla bakabileceği bir kızdı, teras arkadaşım. (Sf. 55 – 6. Paragraf)


“Ölerek Yaşıyorum” adlı kitap ölüme ve ölümden sonraki yaşama dair yanıt arayan ve özellikle de arkeolojiye ilgi duyan herkesin büyük bir zevk ve heyecan ile okuyacağı bir roman...

* Ve sıra geliyor mimi göndereceğim 3 blog yazarı arkadaşıma…Kitap okumayı en az blog yazmak kadar sevdiklerini düşündüğüm ; Kısa bir süre önce keşfettiğim ve kendi yazdığı birbirinden güzel şiirlerini büyük bir keyifle okuduğum:Nehire, "Sevgi bir iyi ad bırakmaktı fena yurdunda..." diyen Sevgi Gibi'ye ve birbirinden güzel hikayelere yer veren Hikayelerdirgeriyekalan'a...

1. Yüreğine gülümse “Nehire”

Kolay gelsin efendim:)





Üstte yer alan Fotoğraf: deviantart - by RajChe
Celsus Kütüphanesi - Efes Antik Kenti
Kitap tanıtım fotoğrafı: Esmir - izler ve yansımalar

15 Kasım 2010 Pazartesi

Yavaşlat Beni Tanrım! *




Yavaşlat beni Tanrım!

Yüreğimin atışlarını düşüncemin sakinliği ile rahatlat.
Zamanın sonsuz görüntüsüyle hızımı azalt!



Bana güncel kargaşanın ortasında,
tepelerin ölümsüz sakinliğini ver...




Bir çiçeğe bakmayı, eski bir dostla sohbet etmeyi
ya da yeni bir dost edinmeyi,



yolunu kaybetmiş bir köpeği okşamayı, ağ yapan bir örümceği izlemeyi,
bir çocuğa gülümsemeyi, iyi bir kitaptan birkaç satır okumayı...




Ve yarışın daima daha çok hız için olmadığını anımsat her gün bana.




Yavaşlat beni Tanrım!
Bana ilham ver.



Köklerimi, yaşamın katlanılan değerler toprağının derinliğine göndermek,
kaderimdeki yıldızlara doğru daha çok büyüyebilmek için...


 

(*)

“ İnsan dediğin saçaktaki güvercinin farkında olacak.
Ve bir çiçek açacak kendince! ” (**)

Bitmek tükenmek bilmeyen yaşam koşuşturması içinde 
durup nefes almanız ve hayatın ayrıntılarda saklı
gizlerin farkında olmanız dileğiyle...

Esin Bozdemir


Orjinal Fotoğraflar: izler ve yansımalar

(*) Wilfred A. Peterson, (**) Metin Altıok
Müzik: Giovanni Marradi 'With You'

10 Kasım 2010 Çarşamba

SONSUZA DEK BİZİMLESİN...



BÜYÜK ÖNDER ATATÜRK' Ü SAYGI ve
MİNNETLE ANIYORUM



MUSTAFA KEMAL

- Dağ başını efkâr almış
Gümüş dere durmaz ağlar -
Gözyaşından kana kesmiş gözlerim;
Ben ağlarım. Çayır ağlar, çimen ağlar.
Ağlar-ağlar: Cihan ağlar
Mızıkalar iniler: Irlam-ırlam dövülür
Altmış üç ilimiz: Altmış üç yetim
Yıllar gelir-geçer: Kuşlar gelir-geçer
Her geçen seni bizden parça-parça götürür
Mustafa'm! Mustafa Kemal'im!

Diz dövdüm:
Gözlerimin şavkı gitti Sakarya'nın suyuna.
Sakarya'nın suları namım söyleşir.
Hemşehrim Sakarya! Öksüz Sakarya!
Ankara'dan uçan kuşlar -
"Kemal'im" der, günler-günü çağrışır.
Kahrolur. Bulutlara karışır.
Gök bulut, yaşmak bulut.
Uca dağlar, dev-boyunlu morca dağlar
Divan durmuş bekleşir
Mustafa'm! Mustafa Kemal'im!

Nasıl böyle varıp geldin? Hoş geldin!
Çıngı kaymış, yalazlanmış gözlerin
Şol yüzünde güneş-südü sıcaklık.
Ellerinden öperim Mustafa Kemal.
Senin dalın yaprağın, biz senin fidanların.
Biz, bunları yapmadık.
Sen elbette bilirsin, bilirsin Mustafa Kemal:
Elsiz-ayaksız bir yeşil yılan.

Yaptıklarını yıkıyorlar Mustafa Kemal!
Hani bir vakitler Kubilay'ı kestiler.
Çün buyurdun! Kesenleri astılar
Sen uyudun. Asılanlar dirildi.
Mustafa'm! Mustafa Kemal'im!

Karalar kuşanmış Karadeniz akmam diyor.
Dokunmayın! Ağlamaktan bıkmam diyor.
Bu gece kıyamet gecesi.
Bu vapur Bandırma vapuru.
Yattığı yer nur olsun Mustafa Kemal
Ben ölümden korkmam diyor
Korkmam diyen dilleri: Toz oldu-toprak oldu.
Değirmen döndü dolandı: On yıl oldu.
Bir kusur işledik, bağışlar mı kimbilir;
O bize öğretmedi kazan kaldırmasını.
Günahı-vebali öğretenin boynuna
Erdirip-olduran'a ana-avrat sövmesini.
Yüreğim kırıldı, kanım kurudu.
Var git Karadeniz! Var git başımdan.
Mızıka çalındı: Düğün mü sandın
Bir yol koyup gideni gelir mi sandın?
Mustafa'm! Mustafa Kemal'im!

Ankara'nın taşına bak!
Tut ki baktım: Uzar gider efkârım:
Çayır ağlar, çimen ağlar, ben ağlarım.
Gözlerimin yaşına bak!
Ankara Kalesi'nde, Rasat-Tepe'de
Bir akça-şahan, gezer dolanır:
Yaşın-yaşın mezarını aranır
Şu dünyanın işine bak! -
Mustafa'm! Mustafa Kemal'im!


Attila İlhan



4 Kasım 2010 Perşembe

Aydınlığın şövalyeleri neredesiniz?


Son yazılarımla "Van Seyahatinin Ardından ", " Bir Kitap Fuarının Ardından " bir şekilde örtüşen aşağıdaki Berrin Damgacı Öğretmenin mektubunu sizlerle paylaşmak istiyorum… Eminim ki sizlerde
bu mektubu okuyunca paylaşacak ve bir ışık da siz yakacaksınız.

Akşamları tepelerde ışıklar görünüyor yer yer: İran sınırı ve karakollar. Yükselti o kadar fazla ki, ağaç yetişmiyor. Yıldızlar o kadar yakın ki, ellerinizle tutabilirsiniz. İlkokulda öğrendiğim tüm yıldız kabileleri burada: küçük ayı, büyük ayı, cezve. İnsanları o kadar sıcak ki, iklime inat. “İnsanlık” burada yaşıyormuş, meğer ölmemiş" diyorum içimden.,

Yıllardır batıda değişik ve güzel şehirlerde ...çalıştım hem de iyi koşullarda. İster istemez kıyaslama yapıyorum. Burada 3.haftasındayız okulun. Kılık-kıyafet kontrolü sırasında ayakkabıları farklı renkte birkaç öğrenciyi ayırmıştık. Teneffüste bir kız öğrenci yanıma geldi ayrılan bir arkadaşı için. Sessizce kulağıma “hocam, … arkadaşımız 12 kardeş, ailesinin durumu iyi değil, söyleyemiyor utanıyor” dedi sustum. 9.sınıf öğrencilerinden biri (üstelik ufacık bir şey daha) eski bir eşofman üstüyle gelip gidiyor okula. Fakirliği okunuyor yüzünden, duruşundan. Bir aya kalmaz kar yağarmış buralara.

"Ne yapmalıyım bu çocuk için? "

Bugün 11.sınıf öğrencilerinden biri üzgündü. Nedenini sordum, "ailemin parası yok hocam beni okuldan alacaklar" dedi. Zehir gibi kafası var. Seneye mezun olacak oysa. Kalacak yer bulmalı ama nasıl? Kız öğrencilerin sayısı az, çünkü okutmuyorlar. Çarşıda kadın-kız pek görülmüyor, ancak memur bayanları görebiliyorsunuz.

Öğrenci çok, sıra az. Gelen öğretmenler en fazla 1,5 yıl kalıp gidiyorlar. Sınıfta konuşuyoruz, bir örnek verdim: Van’ a gittiğinizde…"Hocam Van’a gitmeyenler var daha" dediler.

Sordum, sınıfın yarısı ilçeden dışarısını görmemiş daha. Gidenler de çalışmak için bir inşaatta veya akraba yanında. Gezmek fiilini çekemez bu çocuklar. Sinema-tiyatro, alışveriş merkezi, kafeterya, çay bahçesi, flört nedir bilmiyorlar. Ülkemin 40 yıl öncesine ışınlanmışım sanki. Ya da bir köşeden Şener Şen çıkıverecekmiş gibi, bir Türk filminin içine düşmüşüm adeta.

Evimi taşırken kitap kolilerinden yakınan taşımacılara kızan ben, okuldaki kütüphaneyi görünce ürperdim. Bomboş! Bu gençlerin bilinç kazanması, kendilerini tanıması, hayallerine kavuşmak için yol-yordam öğrenmeleri gerekiyor oysa. Yokluk ve yoksulluktan kurtulmaları, cahil kalmamaları gerekiyor. YGS-LYS kitapları olsa kütüphanede soru çözümü yaparlar, üniversiteye bir adım daha yaklaşırlar.

Okuduğu bir roman karakteri belki onun hayatında dönüm noktası olacak, belki çözdüğü bir üniversite hazırlık kitabı onun bir bilim insanı olmasını sağlayacak ya da okuduğu kitaplar hayatının tek zenginliği olarak kalacak ama kendi çocuklarını özellikle de kızlarını okula göndermesini sağlayacak.

Üzerime umutsuzluk çökmeye başladı, yakında yağacak olan kar gibi…

Aydınlığın şövalyeleri neredesiniz?

Berrin Damgacı



ADRES: Berrin Damgacı Başkale İ.M.K.B Çok Programlı Lisesi BAŞKALE / VAN
Tel: 0537 8611682


* Kitap göndermek isteyenleriniz olursa PTT Kargo hem oraya gönderim yapıyor hem   de gayet ekonomik.


* Örnegin yaklaşık 2,5 kilo gibi gelen 7-8 kitap gönderim bedeli 6 TL. * Çocuklarınızın geçen seneki öğrenim kitapları olsun, romanlarınız, klasikleriniz olsun 1 tane bile gönderilse damlaya damlaya göl olur.

* Hatta çevrenizde eğitmen olan, okul veya dershane sahibi tanıdıklarınız varsa belki onlar da yayınları ile katkıda bulunmak isteyebilirler.


Kolaj: izler ve yansımalar

Fotoğraf: Osman Y. Tanagan - Fotoğraf: Ali Dağer Erciş

2 Kasım 2010 Salı

Bir kitap fuarının ardından…

 
Ben kitaplarımı yaratmadan kitaplarım beni yarattılar. (*)

Yine bu yılda çok önceden gitmeyi planladığım ve Büyükçekmece TÜYAP Fuar ve Kongre Merkezinde gerçekleştirilen 29. İstanbul Kitap Fuarın'daydım… Ama bu sefer önceki yıllardan tecrübe edinmiş olarak ben, haftasonu değil de haftabaşında gitmeyi tercih ettiğimi belirtmeliyim. Haftasonlarına denk gelen fuar serüvenlerimi biliyorum çünki! öylesine izdiham oluyordu ki yürümek de güçlük çektiğim için istediğim gibi doğru düzgün standları dolaşamıyordum. Ama başkaca bir zamanınız yok ise ve imza almayı yada konuşmacı olarak panellerde izlemeyi düşündüğünüz sizin için çok önemli olan yazar- çizerlerle buluşmanızsa söz konusu o zaman elbette bu yoğun kalabalığı göze alabilir ve haftasonu da gidebilirsiniz…

Fuar merkezinin İstanbul’un bir hayli dışında olmasına rağmen ilginin hatırı sayılır bir yoğunlukta olduğu ve neredeyse ‘acaba okur çok da biz mi yanılmışız bugüne kadar!’ dedirtecek türden insan manzaraları görmek ayrıca umutlandırdı beni de!.. yine de kendi kendime düşünmeden de edemedim, hani alınan kitaplar okunmak için mi yoksa bir köşede dursun diye mi alınır!...yoksa kitaplara ve kitap stantlarına öylece boş boş mu bakılır! Sadece gezmek olsun şöyle İstanbul dışına doğru diye mi gidilir!..doğrusu tartışılabilir bir durum… çok okumayan ama son zamanlarda çok yazan ve yazarı olan bir millet olduğumuz aşikar! Benim dahi başım döndü stantlarda yeni çıkan kitaplara bakınırken… yazmanın hiç de kolay bir iş olmadığı ve büyük bir ustalık, titizlik, araştırma ve gözlem ve de birikim olduğunu düşündüğüm de yeni yazarlığa soyunan insanların gösterdikleri bu büyük emek ve özveriden dolayı kendilerini yürekten kutluyorum. Ama doğru düzgün kitap dahi okumadığı halde, hiçbir bilgi birikimi alt yapısı olmadığı gibi sadece “ hayatım bir roman bende yazmalıyım!” diyerek yazmaya yeltenenlere de doğrusu söyleyecek bir söz bulamıyorum ve onlara da gösterdikleri bu cesaretleri adına ne diyelim artık şapka çıkartıyorum!


Tüm bunları niye mi söylüyorum. Bu kalabalık kitle gerçek bir okur-yazar olsaydı, toplumun pek çok alanında gösterilen etki ve tepki, davranışsal hareketlerimiz, haklara, adalete, insana ve doğaya karşı takınılan tutumlarımız çok daha sağlıklı olurdu… Öyleyse bu kalabalık da adeta içi boşaltılmış, baktığını ne kadar görebilir ve analiz edebilir olduğu tartışılır sanki biraz kuru kalabalık-mış gibi geldi bana!..öylece boş boş bakan- içi boş!

E… hani hep mi boş bakıyordu insanlar… elbette, hayır! Yeterli olmasa da; azınlık da olsa kitap tutkusu çok olan, okumayı da, yazmayı çok seven, araştıran, sorgulayan, öğrenmek için can atan pek çok insan olduğu da muhakkak. Hele ki o stantlarda medya tarafından desteklenmeyen, afiş afiş reklamlarla öne çıkarılmayıp, mütevazi ve kendi halinde keşfedilmeyi bekleyen nice kitap olduğu ve o eserleri kısıtlı olanakları ile ortaya çıkarmak için gecesini gündüzüne katarak büyük emekler sarf eden yazarların olduğu da bir gerçek…

Nice bahar güzellikleri gizlidir kitaplarda…  Okuyanlar bilir, bilenler okur!..

yazıyordu incelediğim bir (**) çocuk dergisinin kapağında… ne kadar güzel bir cümle! Kısa ve öz anlatıyor okumak sevdasını…  Minik öğrenci gruplarını bir stanttan diğerine koşuştururken görmek kitaplar kadar renkli ve coşkulu bir tabloydu... gelecekte buraların daha coşkulu olacağının da bir işaretiydi. Buyrun size iyimser olmamız için bir neden daha :)

Peki biz ne mi yaptık fuar süresince… gitmeden önce aklımızda olan ve notlarımızın arasına dahil ettiğimiz kitapları, dergileri ve yayınevlerinin yeni çıkardığı kitapları incelemek ve bazılarını da satın almak üzere ilgili stantları, girişte aldığımız fuar broşürü yardımıyla da dolaştık. Fuar süresince, özel tasarımlarla süslenmiş, albenisi bol, rengarenk baskılı kitap kapakları ve kendine has kağıt kokusu içinde dolaşmak kitap sever bir insan olarak beni çok keyiflendirdi, hele ki daha sakin bir ortamda ve rahatça nefes alabilir bir ferahlıkta yürüyebildiğim için memnuniyetim daha da fazla oldu…


Bir de bu yıl tema’nın standında kitapları incelerken kimi mi gördüm! Tema’nın Onursal Başkanı Sayın Hayrettin Karaca Beyefendi’yi… o her zaman ki güler yüzlü ve müşfik hali ile çevresindeki insanlara ışık saçan ve ilerleyen yaşına rağmen dinamizminden bir şey kaybetmeyerek, doğayı korumamız için büyük mücadeleler ve emekler veren bu güzel insanı görmekten ayrıca mutluluk duydum. Kendisi ile kısa bir sohbet ederek fotoğraf çektirdik ve yakalarımıza birer yaprak takarak stanttan ayrıldık.

Fuar günümüzün diğer renkli karelerini ise birbirinden güzel sanat eserlerine yer vererek, resim ve heykel çalışmalarının sergilendiği salonları gezerek bir fuar gününü daha sonlandırdık…

Tek tek ve her ayrıntıyı kaçırmadan stantları dolaşarak, paneller, imza günlerini de takip ederek bir güne sığdırmanın zor olacağı bu büyük fuar merkezinde; bir yarım gününüzü ayırarak, ortalama 4-5 saat süresince de yeterli olabildiğini düşündüğüm, kitap ve kitaba dair pek çok şeyi bulacağınız “ İstanbul Kitap Fuarı ” etkinliğini kaçırmamanızı öneririm…

Esin Bozdemir



Detaylı bilgi için: TÜYAP
Fuar broşürü için: tıklayınız

İstanbul Kitap Fuarında: Giriş bedeli 5tl’dir. Öğrenci, öğretmen ve emeklilere ücretsiz .
Fuarlar: 30 Ekim - 6 Kasım tarihlerinde: 11.00 - 20.00 saatleri, Kapanış günü:7 Kasım 2010 tarihinde ise : 11.00-19.00 saatlerinde Uluslararası Salon: 30 Ekim - 2 Kasım 2010 tarihlerinde:11.00-18.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir.

(*) Montaigne - (**) okyanus yayınları