30 Aralık 2010 Perşembe

Bir yıl böyle geçti, umudumuz yeni yılda..!



Nasıl da koşar adımlarla geçti bir yıl daha, siz bir şey anladınız mı ! ama diğer yandan da; “aman aman iyi ki geçti o kabus gibi bir yıl daha! ” dediğinizi de duyar gibiyim!.. hemen hemen her günümüzün hiç de sürpriz olmayan ve arka arkaya gelen; felaket haberleri, kavgalar, çekişmeler, haksızlıklar, yolsuzluklar, yokluklar, rezillikler ile geçtiği… gündemin çok daha ağır olan bu keşmekeşliği içinde güzel haberlerin ise aralarda kaybolup gittiği o ağır mı ağır bir yılı daha geride bıraktık!..

“ Ne güzel bir yıldı yaşadığımız !” diyeceğimiz hoşluklar hiç mi olmadı..elbette bireysel anlamda bizi mutlu eden keyiflendiren güzellikler de olmuştur!.. ama genele baktığımda, “ komşun aç iken senin boğazından geçen her bir lokmanın boğazına takıldığını hissettiğin!” bir burukluk ve tüm olup bitenlere gözünü kapatamayacağın kadar da ayan beyan ortada olan ve öylesine aşikar iken her şey “pes doğrusu!” dedirtecek kadar seni de ister istemez; şaşırtan, etkileyen, tiksinti ve öfke duygularını sıklıkla yaşadığın bir yıldı!..

Ve biz böylesi duygular taşıyarak bu günlere; son 3-5 yılda katlanarak, her geçen gün daha fazla, daha fazla sancılar yaşayarak geldik! Toplum nezdinde; örselenmişlikler, acılar, hüzünler kat ve kat arttı!.. güzel ve tatlı hikayelerin her biri içine yüksek doz uyuşturucu atılmışçasına tüm insanlığa enjekte edildi… Ve biz o anlatılan güzellikleri adeta bir masal yaşıyormuşçasına dinledik, nasıl inana-bildiğimize bile inanamaz gözlerle birbirimize bakakaldık!.. ama tüm bunların masal değil de gerçek olduğunu bizzat yaşayarak gördük.

Doğrularla yanlışların iç içe girip neyin doğru neyin yanlış olduğunu, anlamaya ve kavramaya çalışan ...
“ keşke görmez olsaydık! duymaz olsaydık!..” diyeceğimiz ve tarihte sıkça sözü edileceğine inandığımız kabus dolu bir yıl yaşadık…

Yıl sonu itibari ile bizler sayfayı kapatıyor olsak da yüreğinde derin sızıları olan insanlarımız için bu sayfaların izleri inanıyorum ki hafızalardan hiçbir zaman silinmeyecektir!..

Şimdi yeni bir sayfayı daha açmak üzereyiz. Tüm dengelerin yer değiştirerek yön bulacağı, yönünün tayin edileceği, herkesin toplum olarak etkilendiği bu kargaşadan da her insanın bireysel algısı, aklı ve mantığı ile sağduyusu ile sorumluluğunu yerine getirmesi gereken bir yıla giriyoruz.

Her yeni başlangıçta olduğu gibi…

Ama bu yıl her zamankinden daha fazla umutla, bireysel ve toplumsal potansiyelimizi ortaya koyarak, düşlerimizin gerçek olacağı, daha aydınlık ve mutlu bir yıl diliyorum…

Yeni Yılınız Kutlu Olsun



Sevgi ve saygılarımla…






28 Aralık 2010 Salı

Bir Peri Masalı: KAPADOKYA


Doğa ve tarihin en güzel bütünleştiği eşi ve benzeri görülmeyen gizemli şehir Kapadokya…

Her mevsim bir başka güzel. Anadolu’nun coğrafi açıdan en ilgi çekici köşelerinden olan Kapadokya kışın beyaz örtüsü altında da son derece etkileyici ve görülmeğe değer.

Yetenekli bir heykeltıraşın elinden çıkmışçasına, volkan tanrılarının oluşturduğu, yağmur ve rüzgar tanrılarının da o’na eşlik ederek yumuşak ve sihirli ellerinde biçimlendirdiği doğanın yazıp çizdiği ve bize emanet ettiği KAPADOKYA büyülü bir masaldır adeta.

Fantastik kıvrımlarla doğa harikası peri bacaları pek çok efsaneye'de konu olmuş. Coğrafi olaylar Peribacalarını oluştururken, tarihi süreçte, insanlar da bu peribacalarının içlerine ev, kilise oymuş, bunları fresklerle süsleyerek, binlerce yıllık medeniyetlerin izlerini günümüze kadar taşımış.

24 Aralık 2010 Cuma

Doğa ve insan için çal!



Güneşli bir güne merhaba derken;

Işıklar gözünü kamaştırmış ve böylesine parlak bir güne uyanınca, kelebekler gibi uçmak istiyorsun! Hafiflik hissi veren aydınlık gün, senin ağırlığını da içine alsın ve sen kanat takıp sessizce rüzgarlara karışarak diyar diyar dolaşmalısın diyorsun içinden…

Tüm günün böyle bir ahenkle geçsin; gökyüzünün maviliği hayallerine dokunsun, güneşin ışıkları yüzüne yayılsın ve sana yol olsun. Yüzündeki gülücükler neşeye dönüşsün ve senin ışıklı enerjin tüm evreni aydınlatsın  istiyorsun değil mi!..Ve böylesine pamuk gibi duygularla güne merhaba demişken bir de bugün ülkende ve dünyanda neler olmuş? ne var ne yok ? diyerek tüm algılarını açmış ve merakla tv. yi izlemeye koyuluyorsun.

Sürekli konuşan ve konuştukça yüzü şekilden şekile giren spikerin sözleriyle irkilerek adeta başka bir “ ben” senin yerine oturmuş ve sen, duyduğun her haberde rüzgarda savrulmuş yapraklar gibi halden hallere sürüklendiğini görüyorsun şaşırarak. Ve işte o an, gölgeler düşmüş yüzünde güneşle ay tutulmasını yaşıyorsun!..

Cennette burası, cehennemde burası!.. dedirtecek haberlerle sarsılıyorsun! Gördüklerin, duydukların, izlediklerin daraltıyor içini bir anda... 

15 Yaşında olup amca çocukları tarafından kaçırılarak, hunharca tecavüz edilen ve sonrasında da intihar süsü verilerek tüyler ürpertici cinayate kurban edilen genç bir kızın hazin sonu ile…resmen beyninde karıncalar uçuşuyor!..

Başka bir haberde;

Gencecik Öğretmenlerinin ardından ağlayan çocukları görüyorum. Motosikletle hız yapan genç bir çiftin kamyona çarparak, trafik canavarına kurban edilişini. Kamyonun kasasına sıkışmış olan cansız bedenler..ailelerin feryatları!..

Adeta, ölü topraklarını tüm dünyaya bırakarak çığlık çığlığa üzerimden kuşlar geçiyor birer birer! nefesim kesiliyor bir anda!..

“Asgari değil, insanca bir yaşam!” diyerek haykıranları duyuyorum! diğer yandan; “Torbayı başımıza geçirtmeyiz!”sesleriyle benimde yüreğim kabarıyor!..gözlerim çakmak çakmak oluyor torba değil çuval adeta!...

Zaplamaya devam ediyorum başka bir kanalı yüreğime su serpilsin, içim ısınsın istiyorum umarsızca!…

Kürsüde bir adam bağırıyor çağırıyor!.. Başka bir kanalda yine aynı adam!.. “canlı yayınımız var” ibaresi ile hayat durmuş dünya dinliyor!..bütün kanallar o’na kilitlenmiş… “kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım, yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım! “ edası içinde…

Uyurgezer halkı-na! sesleniyor… “Uyanın Ey Halkım!” diyenlere de işte orası diyor!..Yeşili sevmeyenler kırmızı ceylan derisi koltuklarda oturmuş, buradaki dünya başka bir dünya! adamlar konuşmakta, dinleyenler alkışlamakta… “iki dil bir bavul” a sığdırılmaya çalışılmakta ve geleceğimiz üzerine; kürdili hicazkar faslında nağmeler yapılmakta!.. Ama olmuyor işte bu makama bu güfte tutmuyor!.. Ve artık bu nefret adamlardan duyduğum sesler kulaklarımı tırmalıyor!..

Offf ki ne of!... “belki bir sabah geleceksin!...lakin vakit geçmiş olacak!..” diyen iç sesime karşın, yanılmış olmayı umut ederek!.. son hamle ile başka bir kanalı daha zaplıyorum..

“Atalarımızdan Yeşil Aldık, Yeşil Bırakmak İstiyoruz!” diyerek HES Projelerine karşı çıkan ve isyan eden köylülerin direnişlerini görüyorum… “

" Köylü Milletin Efendisidir! " Türk köylüsü "Efendi" yerine getirilmedikçe memleket ve millet yükselmez!..." diyen Mustafa Kemal Atatürk'ün  köylülere verdiği önemi düşündükçe... ve ortalık da efendi niyetine dolaşıp da, her bir karış toprağını kendi çıkarlarına alet ederek; yeşili yok eden, toprağını satan- bölen- parçalamaya çalışan, insanını ve toprağını sözüm ona seven, gerçek vatan-severleri! gördükçe gururun yerini utanca bırakan ve yüzümü ağlama duvarına çeviren bu manzaralar karşısında, beynim zonkluyor!..

Ne yazık, ne yazık ki leş kargaları ile birlik olup planlar yapan ve topraklarımızın üzerinde dolaşan akbabaları gördükçe benimde ayağımın altındaki topraklar kayıyor adeta; “ Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı! ” diyen üstanın sesi ile haykırmak istiyorum tüm bunlara sebep olanlara…

Yurdumdan manzaralar böyle, bir de dünyaya bakayım! ne var ne yok? diyorum… Çivisi çıkmış tüm dünya’nın!.. Aynı nefret adamlar sarmış her yanı, kavgalar, bitmez tükenmek bilmeyen savaşlar, ortalıkta uçuşan tescilli belgeler!.. iktidar savaşları, böl-parçala- manzaraları!.. her yer yangın yeri!..

Bugün bir daha açmamak üzere hışımla ve öfkeyle kapatıyorum ekranı!..

Ve bakıyorum gökyüzüne şimdi bir daha, ne güneşin ışıkları ne de göğün mavisi aynı değil artık!.. Güneş yazdan kalma bir günü yaşatmak için çırpınsa da! hiç de parlak görülmüyor artık sana! Kara bulutlar sarmış her yanı…

Seni yanıltan güneşe bakarak söyleniyorsun… Gördüğün bu manzara sadece birer serapmış. Meğer, güneş çoktan balçıkla sıvanmış! Ve hayat koskoca bir palavraymış! Anlıyorsun…

“ Hayat güzeldir! ” diyenlere ve hatta kendine bile bazen; ” her şeye rağmen hayat güzeldir ” diyen sözlerine şaşırıp kalıyorsun… Ağlanacak hallerine gülüyorsun kahkahayı basarak. Sonra söyleniyorsun kendi kendine ve insan görünen yaratıklara! bakarak düşünüyorsun. Karnı- tok sırtı pek olana! görmek istemeyene- görmeyene, duymayana, haberi olmayana evet “hayat güzeldir!” diyorsun!..

Böyle insan olmayı yediremiyorsun kendine, için sızlıyor! “ Son trene ” bakar gibi baktığın ve çok sevdiğin dağa, taşa, ovaya bakıyorsun yüreğin yanarak! ve gözyaşlarına sarılarak…

Ve sen “ insan olduğun” için, için kan ağlayarak bu topraklarda aynı insanlarla yaşarken ve ne yazık o’na dur diyemediğin için kendini paralarken…

“Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!” lara inat, içinde sönmeyen umut ışığınla ve “ doğa için çal! ” diyen, güneşin çocuklarına “ insan için de çal! ” diyerek umutlanıyorsun…

Uzun ince bir yoldayım gidiyorum gündüz gece!..









17 Aralık 2010 Cuma

MEVLANA




Bir gün adamın biri Hz. Musa (a.s.)'ya gelir:

- "Ya Musa ne olur dua et de ben hayvanların dilinden anlayayım ve bundan kendime hisseler çıkartarak daha iyi bir insan olayım." der.  Hz. Musa (a.s.): - "Yürü işine git, kaldıramayacağın bir yükün altına girmeye çalışma, bu halin senin için daha hayırlıdır." der. Fakat adam dinlemez ısrar eder:

- "Ya Musa ne olur hiç değilse kapımda yatan köpekle horozun dilini anlayayım."

Musa (a.s.) her ne kadar bundan vazgeçmesi için çalışırsa da adam ısrar eder. Bunun üzerine Musa (a.s.) ona dua eder ve adam sevinerek evine döner. Ertesi sabah hizmetçisi sofrayı kurarken, bir parça ekmek fırlayıp düşer. Horoz koşarak bunu kapar. Köpek buna kızar:

- "Be horoz bu yaptığın doğru mu? Sen buğday da yiyebilirsin arpa da. Mısır da yiyebilirsin, küçük taneleri de. Bense ekmekten başka bir şey yiyemem, neden benim rızkımı kapıyorsun?" der.

Horoz cevap verir:

- "Haklısın fakat hiç tasalanma yarın bizim efendinin eşeği ölecek, sen de böylece karnını iyice doyuracaksın." der. Bunu duyan adam hemen eşeği pazara götürerek satar. Ertesi sabah da, bakalım köpekle horoz ne konuşacaklar diye onların yanına gelir.

Köpek horoza sitem etmektedir: - "Yahu horoz hani eşek ölecekti, biz de karnımızı doyuracaktık." diyordun.

Horoz:

- "Eşek ölmeye öldü lakin başka yerde. Çünkü sahibim onu sattı. Fakat hiç merak etme yarın at ölecek, o zaman da daha büyük bir ziyafete konacaksın." der. Bunu duyan adam hemen ahıra koşar, atı aldığı gibi pazara götürüp satar. Sevinerek evine döner:

- "Bu hayvanların dilini öğrenmem çok iyi oldu. Böylece zarardan kurtuldum." diye düşünür. Ertesi sabah yine acaba ne konuşacaklar diye köpekle horozun yanına gider. Köpek yine horoza sitem edip durur:

- "Yahu horoz bu sefer de dediğin olmadı, yoksa sen de mi yalana başladın." der.

Horoz:

- "Hayır ben yalan söylemedim at ölecekti lakin sahibimiz onu da sattı. Fakat merak etme, yarın sahibimizin çok değerli kölesi ölecek o zaman onun hayrına yemekler, helvalar verilecek hepimiz doyacağız." der.

Bunu duyan adam o gün hiç beklemeden, kölesini götürüp satar: - "Bu horozla köpeğin dilini öğrenmem iyi oldu. Böylece birçok zarardan kurtuldum." diye düşünerek sevinir ve ertesi gün yine köpekle horozun yanına koşar. İkisi yine konuşmaktadır. Köpek bu sefer çok kızgındır:

- "Yalancı horoz, hani köle ölecek, bu sayede karnımız doyacaktı, günlerden beri yalanlarınla avutuyorsun, bu sana yakışır mı?"

Horoz:

- "Ben yalancı değilim ve yalan söylemem, diye başlar söze. Köle öldü fakat burada değil, başka yerde. Çünkü sahibimiz onu sattı. Fakat hiç iyi etmedi. Çünkü bu sefer sıra kendine geldi. Zira ilkin kaza, bela eşeğe gelecek, böylece sahibimiz beladan-kazadan kurtulmuş olacaktı. Eşeği satınca, onun yerine ata geldi, atı da satınca, köleye geldi. Köleyi de satınca bela ona gelecek. Sıra onda, yarın sahibimiz ölecek, o sayede hepimiz doyacağız." der.

Bunu duyan adam ah vah edip, başına vurur fakat artık iş işten çoktan geçmiştir. Böylece tamahkarlığın cezasını hayatıyla öder. (Mesnevi'den)

*****


Yaşamını ''Hamdım, Piştim, Yandım'' sözleriyle özetleyen MEVLANA ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyor. Öldüğü zaman sevdiğine, yani yaradanına kavuştuğu için, ölüm gününü düğün günü veya gelin gecesi anlamında '' Şeb-i Arus'' diyordu. Dostlarına ölümünün ardından üzülmemelerini vasiyet ediyordu.


Onun düşüncesinde ve fikirlerinde ölüm hiçbir zaman yokluk olarak kabul edilmemektedir. ''Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız, bizim mezarımız ariflerin gönüllerindedir .'' diyerek gönüllerdeki ölümsüzlüğe dikkat çekmiştir.
 
(17 Aralık 1273) 
 
 Mevlana'nın 737. Vuslat Yıldönümü Kutlu Olsun.
- 2010 -
 




 
 

Kaynak: "Mesnevi'de Geçen Bütün Hikayeler "
"Haddini Aşmak" (Mehmet Zeren)-Semerkand Yayınları.
Kolaj Resim: izler ve yansımalar

14 Aralık 2010 Salı

Kar ve Tren




Böyle lapa lapa kar yağarken, 
gecenin bir yarısında.
Tren beni alıp götürse 
çok uzaklara!

Dayasam başımı 
buğulanmış cama,
Film şeridi gibi aksa hayatım
sisler ve karlar arasında

Ve böyle yağdıkça kar,
aydınlansa içimdeki dünya!

Ay ışığında ve karın altında,
Geceyi yaşasam doyasıya


Esin Bozdemir



Şiir: esmir- izler ve yansımalar
Fotoğraf: allposters

10 Aralık 2010 Cuma

Taşlar içindeki taşta, insan neredeydi ?



        

Taşlar içindeki taşta, insan, neredeydi?
Havaların havası içinde, insan, neredeydi?
Zamanların içindeki zamanda, insan, neredeydi?
Sen miydin tamamlanmamış insanın o küçük dilsizi
ki caddelerde ve eski izler üstünde yürüyen
o ruhsuz kartalın geçerek ölü sonbaharın
yaprakları içinden,
ölümsüz acılar verdiği ruhuna?

Zavallı el, ayak ve avutulmaz hayat...
Yağmur gibi
parlak ışığı günleri sendeki,
şölenin matador-mızrakları üzerinde,
yaprak yaprak mı bırakıldı
onların karanlık besini
boş ağıza?

Açlık, mercanı insanlığın,
açlık, gizli gelişme, ağaç yarıcısının kökü,
açlık, yükseldi mi parçalanmış sepetin
ta o yüksek, devrilen kuleye?

Sana sorarım, yolların tuzu,
göster bana kaşığı, lütfen, mimarlık,
bırak da bir çöple kazıyayım
taştan yapılmış etaminini çiçeğin,
bütün basamaklarına çıkarak boşluğun
altüst edeyim içini dışını, insanı bulana dek.

Macchu Picchu, taş taş üstüne koydun da
paçavrayla mı attın temeli? Kömürü kömür üstüne
yığdın da,
en alta mı gizledin gözyaşlarını? Altın'a ateşi üfledin
de, kanın titreyen büyük kızıl damlasına da mı üfledin?

Geri ver bana gömülmüş köleni!
Sefilliğin toprak katılığındaki ekmeğini bur,
kölenin giyitini ve penceresini
göster bana.
Anlat, nerde uyurdu O daha hayattayken?
Anlat bana, uyur muydu deliksiz
yoksa esneyip durur muydu yorgunluğuyla
duvara kazınmış bir delikten?

Duvar, ey duvar! Anlat bana, her bir taş-dokusu
ağırlaştırdı mı uykusunu, zahmetle mi battı
uykusu taş-altında batarcasına ayın altında?

Antik Amerika, denize kurban edilmiş gelin,
yabanıl ormandan tanrıların
yüce boşluğuna yürüdüğünde
altında şimşeğin gelin-sancakları ve süslerinin,
davullardan ve mızraklardan bir gürültüye karıştı
senin parmaklarında, soğuk gülü ve soğuk çizgiyi
getiren parmaklarında senin,
genç mısır-tohumunun kankızılı göğsünü getiren
maddenin dokusuna hoşgörüsüz mağaralarda,

Sen de mi sakladın, benim batık Amerika'm,
sen de mi açlığı dibinde,
buruk barsaklarında bir kartalınki gibi?

('Alturas de Macchu Picchu'dan, 'Canto General'
Türkçeye çeviren: İsmail Aksoy)


Şilili Grup "Inti-illimani" - “Tarantella”  
konser görüntüleri 
 





Pablo Neruda'nın hayatını anlatan POSTACI filmi için
dalgalarıaşmak tıklayınız

Şair: Pablo Neruda
Müzik: Şilili Grup Inti-illimali den “Dolencias
Resim: paintingsilove


Esin Bozdemir

7 Aralık 2010 Salı

12 - Bir Adalet Sorgulaması ve Hayata Yansımaları...


“Gerçeği günlük hayatın sıradan ayrıntılarında değil, hayatın kendi özünde ara”  (*)
Uzun zamandır izlenecek DVD'ler arasında yerini bekleyen 12 filmini nihayet bu hafta sonu izledim.

12 filmi, adaleti ve yargı sistemini eleştiren bir film. Bir çok noktada dersler çıkartılacak bu film; bir Çeçen çocuğunun cinayet sanığı olarak yargılanması ve 12 kişilik jürinin, çevre ile bağlantılarının tamamen kesildiği bir spor salonunda karar vermek üzere bir araya gelmeleri ile başlıyor.

Film, Çeçen-Rus savaşı esnasında geçmiş olan bir olaydır. Bir Rus tarafından evlat edinilmiş olan bir Çeçen genci, Rus Ordusunda Subay olan üvey babasının kafasını kesmekle suçlanmaktadır. Gencin hayatı, aralarında doktor, TV yapımcısı, müzisyen, bir soykırım mağduru, ırkçı bir taksici, mezarlık yöneticisi ve Rus halkını temsilen bir kaç kişinin daha bulunduğu, toplam 12 kişiden oluşan mahkeme jürisinin vereceği karara bağlıdır. Herkes gencin suçlu olduğu konusunda hemfikir gibidir. Ancak bir jüri üyesi diğerlerinden farklı olarak gencin masum olabileceğini iddia eder.

4 Aralık 2010 Cumartesi

Taş devrinden bu yana beynimiz küçülüyormuş meğer!..

Homo Erectus’ a dönüşmemize çeyrek kala!

İnsan evrimi ile ilgili 2 yeni bulgu daha ortaya atılmış. Bu bulgular pek yabana atılır türden de değiller. Hani insanlığın bu gün geldiği noktayı düşündüğümüzde, akıl-almaz gelişen teknoloji ile bundan 100 küsur yıl önce dedelerimizin, ninelerimizin söyleyip de işaret ettikleri radyoları dinlerken bir yandan da elleri ile gösterip; “işte o kutuların içine bir gün insanlar girip konuşacaklarmış!” sözlerinin çok ötesine varan gelişmeleri bu gün görseler, gözlerine inanamazlardı herhalde değil mi!.. Ama bir yandan da onca gelişmeye karşın insanların o, en ufak olaylar karşısındaki gelir geçer şuur-suzlukları, daha dün söylenilenlerin çok çabuk unutulup hafıza kaybına uğramışçasına boş boş bakan o yüzleri gördükçe! 'boşuna değilmiş meğer' diye düşünmeden de edemiyor insan.