Güneşli bir güne merhaba derken;
Işıklar gözünü kamaştırmış ve böylesine parlak bir güne uyanınca, kelebekler gibi uçmak istiyorsun! Hafiflik hissi veren aydınlık gün, senin ağırlığını da içine alsın ve sen kanat takıp sessizce rüzgarlara karışarak diyar diyar dolaşmalısın diyorsun içinden…
Tüm günün böyle bir ahenkle geçsin; gökyüzünün maviliği hayallerine dokunsun, güneşin ışıkları yüzüne yayılsın ve sana yol olsun. Yüzündeki gülücükler neşeye dönüşsün ve senin ışıklı enerjin tüm evreni aydınlatsın istiyorsun değil mi!..Ve böylesine pamuk gibi duygularla güne merhaba demişken bir de bugün ülkende ve dünyanda neler olmuş? ne var ne yok ? diyerek tüm algılarını açmış ve merakla tv. yi izlemeye koyuluyorsun.
Sürekli konuşan ve konuştukça yüzü şekilden şekile giren spikerin sözleriyle irkilerek adeta başka bir “ ben” senin yerine oturmuş ve sen, duyduğun her haberde rüzgarda savrulmuş yapraklar gibi halden hallere sürüklendiğini görüyorsun şaşırarak. Ve işte o an, gölgeler düşmüş yüzünde güneşle ay tutulmasını yaşıyorsun!..
Cennette burası, cehennemde burası!.. dedirtecek haberlerle sarsılıyorsun! Gördüklerin, duydukların, izlediklerin daraltıyor içini bir anda...
15 Yaşında olup amca çocukları tarafından kaçırılarak, hunharca tecavüz edilen ve sonrasında da intihar süsü verilerek tüyler ürpertici cinayate kurban edilen genç bir kızın hazin sonu ile…resmen beyninde karıncalar uçuşuyor!..
Başka bir haberde;
Gencecik Öğretmenlerinin ardından ağlayan çocukları görüyorum. Motosikletle hız yapan genç bir çiftin kamyona çarparak, trafik canavarına kurban edilişini. Kamyonun kasasına sıkışmış olan cansız bedenler..ailelerin feryatları!..
Adeta, ölü topraklarını tüm dünyaya bırakarak çığlık çığlığa üzerimden kuşlar geçiyor birer birer! nefesim kesiliyor bir anda!..
“Asgari değil, insanca bir yaşam!” diyerek haykıranları duyuyorum! diğer yandan; “Torbayı başımıza geçirtmeyiz!”sesleriyle benimde yüreğim kabarıyor!..gözlerim çakmak çakmak oluyor torba değil çuval adeta!...
Zaplamaya devam ediyorum başka bir kanalı yüreğime su serpilsin, içim ısınsın istiyorum umarsızca!…
Kürsüde bir adam bağırıyor çağırıyor!.. Başka bir kanalda yine aynı adam!.. “canlı yayınımız var” ibaresi ile hayat durmuş dünya dinliyor!..bütün kanallar o’na kilitlenmiş… “kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım, yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım! “ edası içinde…
Uyurgezer halkı-na! sesleniyor… “Uyanın Ey Halkım!” diyenlere de işte orası diyor!..Yeşili sevmeyenler kırmızı ceylan derisi koltuklarda oturmuş, buradaki dünya başka bir dünya! adamlar konuşmakta, dinleyenler alkışlamakta… “
iki dil bir bavul” a sığdırılmaya çalışılmakta ve geleceğimiz üzerine; kürdili hicazkar faslında nağmeler yapılmakta!.. Ama olmuyor işte bu makama bu güfte tutmuyor!.. Ve artık bu nefret adamlardan duyduğum sesler kulaklarımı tırmalıyor!..
Offf ki ne of!... “belki bir sabah geleceksin!...lakin vakit geçmiş olacak!..” diyen iç sesime karşın, yanılmış olmayı umut ederek!.. son hamle ile başka bir kanalı daha zaplıyorum..
“Atalarımızdan Yeşil Aldık, Yeşil Bırakmak İstiyoruz!” diyerek
HES Projelerine karşı çıkan ve isyan eden köylülerin direnişlerini görüyorum… “
" Köylü Milletin Efendisidir! " Türk köylüsü "Efendi" yerine getirilmedikçe memleket ve millet yükselmez!..." diyen Mustafa Kemal Atatürk'ün köylülere verdiği önemi düşündükçe... ve ortalık da efendi niyetine dolaşıp da, her bir karış toprağını kendi çıkarlarına alet ederek; yeşili yok eden, toprağını satan- bölen- parçalamaya çalışan, insanını ve toprağını sözüm ona seven, gerçek vatan-severleri! gördükçe gururun yerini utanca bırakan ve yüzümü ağlama duvarına çeviren bu manzaralar karşısında, beynim zonkluyor!..
Ne yazık, ne yazık ki leş kargaları ile birlik olup planlar yapan ve topraklarımızın üzerinde dolaşan akbabaları gördükçe benimde ayağımın altındaki topraklar kayıyor adeta; “ Bastığın yerleri toprak diyerek geçme tanı! ” diyen üstanın sesi ile haykırmak istiyorum tüm bunlara sebep olanlara…
Yurdumdan manzaralar böyle, bir de dünyaya bakayım! ne var ne yok? diyorum…
Çivisi çıkmış tüm dünya’nın!.. Aynı nefret adamlar sarmış her yanı, kavgalar, bitmez tükenmek bilmeyen savaşlar, ortalıkta uçuşan tescilli belgeler!.. iktidar savaşları, böl-parçala- manzaraları!.. her yer yangın yeri!..
Bugün bir daha açmamak üzere hışımla ve öfkeyle kapatıyorum ekranı!..
Ve bakıyorum gökyüzüne şimdi bir daha, ne güneşin ışıkları ne de göğün mavisi aynı değil artık!.. Güneş yazdan kalma bir günü yaşatmak için çırpınsa da! hiç de parlak görülmüyor artık sana! Kara bulutlar sarmış her yanı…
Seni yanıltan güneşe bakarak söyleniyorsun… Gördüğün bu manzara sadece birer serapmış. Meğer, güneş çoktan balçıkla sıvanmış! Ve hayat koskoca bir palavraymış! Anlıyorsun…
“ Hayat güzeldir! ” diyenlere ve hatta kendine bile bazen; ” her şeye rağmen hayat güzeldir ” diyen sözlerine şaşırıp kalıyorsun… Ağlanacak hallerine gülüyorsun kahkahayı basarak. Sonra söyleniyorsun kendi kendine ve insan görünen yaratıklara! bakarak düşünüyorsun. Karnı- tok sırtı pek olana! görmek istemeyene- görmeyene, duymayana, haberi olmayana evet “hayat güzeldir!” diyorsun!..
Böyle insan olmayı yediremiyorsun kendine, için sızlıyor! “ Son trene ” bakar gibi baktığın ve çok sevdiğin dağa, taşa, ovaya bakıyorsun yüreğin yanarak! ve gözyaşlarına sarılarak…
Ve sen “ insan olduğun” için, için kan ağlayarak bu topraklarda aynı insanlarla yaşarken ve ne yazık o’na dur diyemediğin için kendini paralarken…
“Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar!” lara inat, içinde sönmeyen umut ışığınla ve “
doğa için çal! ” diyen, güneşin çocuklarına “
insan için de çal! ” diyerek umutlanıyorsun…
Uzun ince bir yoldayım gidiyorum gündüz gece!..