28 Ocak 2011 Cuma

Kar yağmaz oldu bu diyarlara!


Sonbahar seni kenara çektim çoktan.
Kafanı uzatıp durma oradan!
Hadi es esebildiğince kuzey rüzgarları…
Bak sana yüzümü tuttum!


Kara kışlarımıza ne oldu böyle! Bekleye-dura gelmez oldu.. Yoksa mevsimlerde mi yalan oldu!

Ne zaman yalnızca rüzgar esse her şey susup, her şey uzaklaşıp da yalnızca rüzgar esse! aklıma daha önce bir yerlerde okuduğum (yanlış anımsamıyorsam Mevlana’nın sorduğu gibi) dünyanın rüzgara sorduğu ve rüzgarında dünyaya verdiği o yanıt gelir!

Dünya rüzgara sorar: “ Ey rüzgar ne haber? ”
Rüzgar’da yanıt verir: “ Korkudan başka hiçbir şeyden haberim yok! ”

Şimdi yolunu gözlediğim-iz kar nazlanıp dururken… tenlerimize işleyen rüzgarın sahiciliği var! her şey bu kadar sahici iken nasıl hayal kurabilir insan. Ve eğer kar yağacak ‘ bugün’ diye beklerken kar yerini sürekli göz kırpan güneşe ve acıtan rüzgara bırakıp bizi şaşırtıp, kandırıp duruyorken!..

Her şey bu kadar yalan olmuşsa!..Hayallerde yalan yere kurulmaz ki böyle!

Oysa yağmalıydı kar, yağacaksa zamanında!
Esmeliydi rüzgar, esecekse zamanında!
Güneş açacaksa… mevsimler yaşanacaksa zamanında…her şey zamanında!


Dünya artık 2 derece daha fazla ısınacakmış! diyorlar… dünyamıza hakim yeni Tanrılar!.. onlar karar veriyorlar ya artık hayatlarımızı böylesine biçip- kırparak, bölük pürçük ederek!..ne varsa birer birer eksilterek yok ediyorlar her şeyi...

Ne güneşin sıcağında ne rüzgarın soğuğunda tat kaldı! Ormanlar küçüldükçe küçülüyorken, her yer beton yığını içinde nefes alamaz iken, kuşlar, balıklar… birer birer ölüyorken…

Artık dudaklarımızı titreten ve içimizi serinleten o sahici rüzgarlar da esmeyecek! O buz gibi kristal damlalara dönüşen... bembeyaz sahici karlarda yağmayacaksa…

Ne kalacak elimizde!

Yeni efendiler kendi çıkarları için ve doyumsuz iktidar hırsları için böylesine yağmalarken dünyamızı ve kökten alt üst ederken hayatlarımızı, ne kuşlar, böcekler, ne dağlar, taşlar ne de hakiki insanlar mutlu ve umutlu bu hayattan…

Oysa mutluluğumuz gerçekte var olduğunu bildiğimiz, uzağında olduğumuz da ise yine de hayallerimizde yeşerttiğimiz; yemyeşil vadiler, karlı dağlar, masmavi denizlerle … anlamlı ve güzel değil midir ki!…

Sahici bir dünya, sahibi bir yaşam,
sahici bir orman, sahici bir
güneş, sahici bir kar,
sahici bir mevsim...


Esin Bozdemir


Fotoğraf: deviantart

23 Ocak 2011 Pazar

Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına

Ağır Ölüm
Ağır ağır ölür alışkanlığının kölesi olanlar, her gün aynı yoldan yürüyenler, yürüyüş biçimini hiç değiştirmeyenler, giysilerinin rengini değiştirmeye yeltenmeyenler, tanımadıklarıyla konuşmayanlar. 
Ağır ağır ölür tutkudan ve duygulanımdan kaçanlar, beyaz üzerinde siyahı tercih edenler, gözleri ışıldatan ve esnemeyi gülümseyişe çeviren ve yanlışlıklarla duygulanımların karşısında onarılmış yüreği küt küt attıran bir demet duygu yerine “ i ” harflerinin üzerine nokta koymayı yeğleyenler. 
Ağır ağır ölür işlerinde ve sevdalarında mutsuz olup da bu durumu tersine çevirmeyenler, bir düşü gerçekleştirmek adına kesinlik yerine belirsizliğe kalkışmayanlar, hayatlarında bir kez bile mantıklı bir öğüde aldırış etmeyenler. 
Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler, gönlünde incelik barındırmayanlar. 
Ağır ağır ölür özsaygılarını ağır ağır yok edenler, kendilerine yardım edilmesine izin vermeyenler, ne kadar şanssız oldukları ve sürekli yağan yağmur hakkında bütün hayatlarınca yakınanlar, daha bir işe koyulmadan o işten el çekenler, bilmedikleri şeyler hakkında soru sormayanlar, bildikleri şeyler hakkındaki soruları yanıtlamayanlar. 
Deneyelim ve kaçınalım küçük dozdaki ölümlerden, anımsayalım her zaman: yaşıyor olmak yalnızca nefes alıp vermekten çok daha büyük bir çabayı gerektirir. 
Yalnızca ateşli bir sabır ulaştırır bizi muhteşem bir mutluluğun kapısına.
Şiir:
Martha Medeiros 
(d. 1961, Brezilya)
'Muere Lentamente'

Çeviren: İsmail Aksoy

Çevirenin notu: Şiirin son tümcesini, Rimbaud’nun 
“A’laurore, armes d’une ardente patience nous entrerons aux splendid villes” 
(“Şafak kızıllığında, ateşli bir sabırla silâhlanmış olarak gireceğiz o muhteşem kentlere”) 
dizesinden esinlenerek yazmıştır Medeiros.


Fotoğfraf: Traditional Art

Müzik: inti i-illimani - Alturas



Esin Bozdemir


ÖNEMLİ NOT: 
Pablo Neruda'ya ait olduğu iddia edilen "muere lentamente"* şiirinin
 asıl sahibi Brezilyalı kadın yazar/şair/gazeteci
Martha Medeiros'dur.
bkz 

20 Ocak 2011 Perşembe

Tarihin derinliklerinde biriken suyun hikayesi - Yerebatan Sarnıcı

izlerveyansimalar.blogspot.com
Bugün hava bahardan ödünç almış gibiydi. Ve ben günümü Sultanahmet, Ayasofya, Kapalıçarşı, Sahaflar, Beyazıt Meydanı, Cankurtaran arasında… tarihi keşfe çıkmış turist edası içinde geçirdim. Bunda son günlerin popüler dizisi “Muhteşem Yüzyıl” ın ne kadar payı var bilmiyorum! ama zaman zaman tarihi mekanları dolaşmakta fayda var. Çünkü mekanlar ve tarihin izleri aynı yerde dursalar bile! bizler değişiyoruz... Yeni şeyler ve yepyeni bakış açıları öğreniyoruz! böylece o dokulara daha derin nüfus edebilme şansımız oluyor…
İşte bu düşüncelerle... yıllar önce gittiğim Yerebatan Sarnıcını yeniden görme ihtiyacı hissettim. Fena da olmadı!

16 Ocak 2011 Pazar

MÜJDAT GEZEN ve Acayip Bir Oyun

Sanat hayatında yarım asırı deviren Müjdat Gezen’ in sanata, aşka, insana ve yaşama dair düşüncelerini, anılarını seyirciyle paylaştığı ve oyuna başlamadan önce ;
" Sevgili seyircim.... Elli yıldır birlikteyiz. "Acayip Bir Oyun" da yine birlikte olacağız ve birlikte  oynayacağız. Bana aklınıza gelen her soruyu sahneye çıkıp, yanıma oturup soracaksınız. Bilmediğiniz pek çok şeyi ilk kez duyacaksınız. Oyunda danslar şarkılar da var... Birlikte gülüp eğleneceğiz. Biraz müzik, biraz politik, biraz şaka ile güzel bir akşam geçireceğiz... " 

13 Ocak 2011 Perşembe

Doğu Ekspresi ile Anadolu Manzaraları - 2


Daha önce blogumda yayınlamış olduğum  Doğu Ekspresi yolculuğumuzun birbirinden güzel görüntülerinin yer aldığı   Video'nun 2. bölümünü seyirlerinize sunarım.
Ne zaman gurbet ve sıla üzerine eski bir Türk filmi izlesek, mutlaka bir karesinde Haydarpaşa Garı gözükür. Bu tarihi mekandan kalkan trenler, özellikle Doğu Ekspresi Treni, Anadolu’nun kalbine doğru gece gündüz uzun ince demir raylar üzerinden salınıp gider… Adına türküler yakılır, gurbetin, sılanın hesabı! ondan sorulur;
Gün gelir “kara tren gecikir belki hiç gelmez" olur / Gün gelir “tren gelir hoş gelir”
Bir yanıyla hüznümüz, bir yanıyla da sevincimiz olur… /Ama illa ki Anadolumuz! olur...  

11 Ocak 2011 Salı

Bozacının şahidi şıracı!





Off hay hak .....................

Gönül verdik perdeye dost, başlayan bir gazeldir / Hüner değilse de dünyaya gelmek ne güzeldir / Ölümlüymüş dünya, neler gelmiş neler geçmiş / Hüner, geçmişi gününde görüp güldürmededir / Gülen pek az, ağlayan ne çok, Tanrıyı saymazsak / Hüner, oynayan kim, oynatan kim, bilmededir / Tanrı gölgesini eksik etmesin duamız / Hüneri, gölgede solmadan açmayı bilmededir. (*)


En eski Türk içeceklerinden biri olan boza’nın kökleri ilk olarak Orta Asya Türkleri’ ne ve daha sonra da Kafkaslar’ a kadar uzanıyor. M. Ö. 4. Yüzyıla kadar geniş çaplı geçmişi olan bu içecek bugün Türkistan, Ortadoğu, Bulgaristan, Macaristan, İran, ve Arap ülkelerinde tüketilmektedir. Balkan ülkelerinde ise neredeyse “milli içki” olarak nitelendirilen boza geniş bir coğrafyaya yayılmaktadır.

İçinde çok çeşitli lezzetin ve vitaminin bulunduğu boza başka ürünlerde kullanılan ürünlere göre arpa, çavdar, buğday, mısır gibi tahılların mayalandırılmasıyla yapılıyor.

900 lü yıllarda ortaya çıkmış olan boza, Osmanlı döneminde en hareketli yıllarını yaşamış. Osmanlı’da boza daha çok İstanbul, Edirne, Bursa, Amasya, ve Mardin’de üretiliyormuş. Bozacılar sunumları için özenle hazırlanıp bu iş için özel kıyafetlerini giyer ve sokaklara çıkıp seçkin bir topluluk olarak ortaya çıkarttıkları kültürlerini daha derinden yaşarlarmış.

Osmanlı döneminin en meşhur içeceği olan bozanın satıldığı ve içildiği dükkanlara da “bozahane” adı verilirmiş.

Evliya Çelebi 17. yy. da yazmış olduğu Seyahatnamesi’ nde, İstanbul’ da 300, Bursa’ da 97 adet bozahanenin bulunduğunu ve bozahanelerde çalışan bozacı sayısının da 1100 civarında olduğunu belirtiyor.

Ayrıca Türk eğlence yaşamının önemli unsurlarından birisi olan Karagöz’de de bozacı karakteri dikkati çeker.

Tarihi bilgiler bozanın biranın ilk hali olduğunu gösteriyor aslında. Ülkesine göre de bozanın içindeki alkol oranı %2-6 arasında değişiyor. En sert yasakların yaşandığı hatta içkinin yasak olduğu IV. Murat ve IV. Mehmet, dönemlerinde içki ve tütünü yasaklamakla kalmamış bütün meyhaneleri de yıktırmış.

Öte yandan boza ve şıra gibi mayalı içecekler kimi zaman içkiyle eş tutulmuş. Meyhanelerin yıkılıp yerine bozacıların açılmasıyla halk arasında türeyen “Bozacının şahidi şıracı” deyiminin hikayesi de buradan gelmekte imiş.

Bu da böyle biline :)


Esin Bozdemir


(*) Hacivat’ın perde gazeli
Karagözün "Aptal Bekçi" Oyunundan
(Hayali Küçük Ali'nin "KARAGÖZ" adlı kitabından)
Resim: Karagözevi

6 Ocak 2011 Perşembe

"Vefa" Uzaklarda kalan bir ses !



Uzun süredir düşündüğüm dostluk, arkadaşlık, sadakat gibi kavramların, bizim içini ne kadar doldura-bildiğimize ve manâdaki derinliğin, gerçeklerle hiç örtüşmeyen acı yüzüne! tabii ki, bir de “vefa” kavramına ve ona atfettiğimiz duyguya, takılı kalmakta aklım!.. Ne dostluk, ne arkadaşlık, ne sadakat, ne de vefa… tam karşılığını bulabiliyor zamanımızda!

Genellikle çabuk tüketilen ıvır zıvır nesneler, araç-gereçler kadar bile hükmü olmayan… ihtiyaç karşılandığında yani; karnı tok sırtı pek hale ulaşıldığında ve görev süresi tamamlandığında, üzerinde yazılı olan “son kullanılma tarihleri… ” gibi uyarılar dahi dikkati alınmayarak, büyük bir açgözlülükle ve özensizce tüketiyoruz her şeyi!..

5 Ocak 2011 Çarşamba

" SMILES ON FACES " ÖDÜLÜ - MiM



Değerli blog dostum Ruhgezgini tarafından, yeni yılın bu ilk günlerinde şirin mi şirin bir ödülle ödüllendirilmişim.Kendisine çok teşekkür ederim.Elbette bende gülümseyerek bu ödülü kabul ettim :)

Hayata gülümsemenin gerekliliğine ve birbirimize gülümseyerek bakmanın ise o müthiş enerjisine inanan bir insan olarak... insanı çok daha güzel kılan içten bir gülümsemenin ise hayatlarımızdan hiç eksik olmamasını temenni ederek...bende herhangibir kuralı olmayan bu ödülü aşağıdaki dostlarıma gönderiyorum...

Ödülü dağıtmanın pek bir kuralı yok. Ödüllendirdiğiniz blogları dolaşarak haberdar edeceksiniz o kadar:)

" Güleryüzlü olmayan bir kişi, dükkan açmamalıdır. " demiş Konfüçyüs....
 ve istedim ki sizlerde güne gülümseyerek başlayın....

1- ezgilimelodi










Sevgilerimle kabul buyurunuz efendim :)

Gülümseyerek :) bu mime "olur ya da olmaz" yanıt vermeniz mümkündür...
Maksat muhabbet olsun...:)