28 Haziran 2011 Salı

"Lakota Halkının Mücadelesi" ve “Yağmuru Bile” filminden "Anadolu'yu Vermeyeceğiz!" direnişine...

1 BELGESEL, 1 FİLM ve ÜLKEMİZ GERÇEĞİ !
‘National Geographic Adventure’ ve ‘National Geographic Traveler’ dergilerinin de fotoğraf sanatçısı olan Aaron Huey'nin;  Amerika'daki fakirliği fotoğraflama isteği, onu yerli Lakota halkının dehşet verici ve büyük oranda görmezden gelinen mücadelesine yeniden odaklanmaya mecbur bırakan Pine Ridge Kızılderili Rezervasyonu'na götürür. Beş senelik çalışmanın sonrasında, TED'daki bu cesaret isteyen, yürekli konuşmasında rahatsız edici fotoğraflarıyla, sarsıcı bir tarih dersini anlatırken bakın o tüm dünyayı etkisi altına alan büyük gücün !!! görmezden gelinen gerçeklikleri…
Çok önemli ayrıntılara parmak basan üstelik Amerikalı bir fotoğrafçının, mesleğinin dışına çıkarak onu da etkisi altına alan değerlendirmeleri ile Amerikan yönetimine vermek istediği mesajın sadece ülke sınırları için geçerli olmayıp, tüm dünyayı kasıp kavuran aynı zihniyetin, okyanus ötesinden uzanarak ahtapot gibi kollarını, komşularımıza ve topraklarımıza dolandırmaya çalıştığını artık görme vaktidir!.
Özellikle yoksul bırakılan halkın üzerinde oynanan oyunlar; "Sat ya da Açlıktan Öl";  “Parçala, Böl, İşgal et!” planlarının nasıl uygulandığını TED konuşmacısı son derece açık bir şekilde anlatıyor.


'Subtitles Available in' yanında TR tuşuna basarak videoyu
TED videosu dışında ayrıca bu haftasonu izlediğim; 2010 Academy Awards Ödülü alan ve İspanya’nın 2011 Oscar adayı olan; EVEN the RAIN “Yağmuru Bile” DVD film de son derece ilginçti! Tıpkı TED video konferansındaki konuşmacının işaret ettiği; toprakları elinden alınan ve yoksullaştırılarak sömürgeleştirilen halkların dramına benzer başka bir gerçekliği gün yüzüne çıkaran bu filmde de insanlığın en temel gereksinimi  ve en önemli can damarı olan suyun mücadelesi anlatılıyor… 
'Yağmur Bile' filmi yönetmenin bir film yapımı projesine konu olan Kristof Kolomb ve temel insan hakları mücadelesinin anlatıldığı; Senaryosu Ken Loach’un daimi senaristi Paul Laverty tarafından yazılan filmde, Christopher Columbus’un keşiflerini çok dar bir bütçe ve yerel aktörler ile çekmeyi başaran Iciar Bollain'ın; Takıntılı idealist Sebastian, Kristof Kolomb ile ilgili olarak da Hıristiyan kahramanın mitini tersine çevirecek, açgözlülüğünü ve vahşi eğilimlerini filminde gösterecektir. En ucuz ve Latin Amerika’da en “yerli” ülke olan Bolivya’daki çekimler sırasında, Kolomb’dan 500 yıl sonra toplumsal huzursuzluk patlar. Halk en temel hayati madde olan su için savaşmaya başlamıştır.
Gerek TED video film gerek  EVEN the RAIN “Yağmur Bile” filmi; hem coğrafyamız hem de komşularımızın da içinde yaşadığı(mız) toplumsal değişim rüzgarlarının kaynağını irdelememiz ve en tepeden manzarayı daha iyi görebilmemiz için önemli bulduğum izlencelerdir… 
Lakota Halkının Mücadelesi ve “Yağmuru Bile” filminde anlatılanlardan, ülkemizdeki derelerin çığlığına; topraklarımıza ve sularımıza göz koyan ve bu yolda büyük mesafe kateden bu küresel çetelere karşı örgütlü mücadelenin yükseltilmesi ve bu oyunun bozulması için büyük resmi görmemiz gerekiyor. Ancak bu şekilde söylenen yalanların büyüklüğünü görebiliriz. Hes'ler vasıtasıyla satılan sularımızdan, siyanürle zehirlenen topraklarımıza, genetiği değiştirilmiş buğdayımızdan geleceği çalınmış nesillerimize kadar bu ülkeye ve bu topraklara ait ne varsa tamamen iğdiş edilmeden uyan artık ey Türkiyem !..


“Anadolu’yu vermeyeceğiz!”, “Derelerimizi Sattırmayacağız!” diyerek… topraklarımızın talan edilmesine, sularımızın çalınmasına! karşı duran ve tepkisini gösteren insanlarımızın direnişine hepimizin ortak olması şarttır…

*Bremen mızıkacılarından
*Eylemlerin ruhundan ve bedeninden doğar!

20 Haziran 2011 Pazartesi

SON SÜMER KRALİÇESİ

Muazzez İlmiye Çığ
O, Genç Cumhuriyetin yetiştirdiği en güzel insanlardan biri! Çağdaş Türk kadını… Cumhuriyetten bu yana, günümüze gelinceye değin tarihe tanıklık eden ve ülkemiz insanlarının aydınlanmasına, kadınların modern ve çağdaş bir dünyanın içinde yer almasına ve yaşamı sorgularken tarihe ışık tutacak o olağanüstü çalışmalarıyla, gençliğine ve dinamizmine hayran olduğum(uz) okuyan, araştıran ve üreten bir Cumhuriyet kadını…

18 Haziran 2011 Cumartesi

Türvak Sinema ve Tiyatro Müzesi


Türker İnanoğlu Vakfı Sinema - Tiyatro Müzesi ve Sanat Kitaplığı sinemanın tarihini ve günümüze kadar nasıl yol kat ettiğini en ince ayrıntıları ile anlatan ve bir anlamda sizi zamanda yolculuğa çıkaran oldukça geniş arşivi ile görülmeye değer…
1 Ocak 2011’de kapılarını Beyoğlu’nda açan ‘’Türvak Sinema –Tiyatro Müzesi’’ uzun zamandır aklımda olan ve hemen her seferinde İstiklal Caddesine yolum düştüğünde gidip görmek istediğim halde bir türlü fırsat yaratamadığım müzeyi nihayet geçtiğimiz hafta içinde ziyaret ettim. Bu müze ülkemizde ilk, Avrupa’da ise ilk beş sinema müzesi içinde yer alıyormuş . Toplumun en gerçekçi yansımalarını sanatla anlatmanın birer aracı olan sinema ve tiyatro sektörünün ne denli önemli olduğunu müzeyi gezerken bir kez daha hissettim!  
Türvak Sinema ve Tiyatro Müzesi’nin ana giriş bölümü, diğer müze katlarının genel bir özeti biçiminde dizayn edilmiş. Ülkemize gelen ilk film gösteri cihazından kamera, montaj, kurgu masasına, arklara kadar sinemamızın geçmişinden izleri görebilmek mümkün.. Üst katlara çıkarken tüm duvarlarda simemamızın emektarlarının portreleri ve ilk dönemlerine ait afişleri yer alıyor..
Birinci katta: Lütfü Ö. Akad Salonu ve diğer odalarda;
Nişan Hançer Belgeler Salonu,
Fuat Uzkınay Salonu ve
Ali Efendi Sinema Salonu mevcut.


İkinci Katta: Halit Refiğ Salonu
ve diğer odalarda;
 Adnan Öztrak Salonu,
 Türker İnanoğlu Salonu
Üçüncü Katta: İsmail Dümbüllü Salonu
ve diğer odalarda;
Muhsin Ertuğrul Salonu,
Behzat Butak Belgeler Salonu,
 Afife Jale Sergi Salonu

Üst katta: sinemadan tiyatroya, müzikten edebiyata, resimden mimariye, sosyal konudan tarihe, eskiden yeniye akıla gelecek her konuda oldukça geniş bir kategoriye sahip seçkin bir kütüphanesi de olan Ulvi Uraz Sanat Kitaplığı; Sanata, kültüre ve bilgiye açılan bir kapı adeta…
Teras katta: Müzeyi dolaştıktan sonra,  istanbul’ un harika boğaz manzarası karşısında, içeceklerinizi yudumlarken; “Sana dün bir Müze’den baktım aziz İstanbul!.” demenin ayrıcalığını yaşayabileceğiniz Turvak Cafe/bar Restoran'ın  terasında güzel bir gün geçirebilirsiniz.
Ayrıca; 19 Haziran Pazar “Babalar Günü” nde babanızı çocukluk ve gençlik günlerine doğru nostaljik bir yolculuğa çıkarmanız için çok hoş bir sürpriz olacaktır. 
  19 Haziran Pazar “Babalar Günü”
TÜRVAK SİNEMA –TİYATRO MÜZESİ
 ilgilenenler için değerlendirilecek güzel bir fırsat…


Bu vesileyle ben de :)  tüm babaların ve baba adaylarının "BABALAR GÜNÜNÜ" kutlar,
sevdikleriyle birlikte geçirecekleri nice güzel günler dilerim...


Türker İnanoğlu’nun sinema sevdası ile dolu, yarım asrı aşkın bir mesleki yaşam öyküsünü, tecrübeleriyle ve derin birikimleriyle sergileyerek günümüze kazandırmış olduğu bu müzede sinema tarihine dair çok şeyler bulacaksınız…
Esin Bozdemir
Not: Fotoğraf çekmek yasak olduğu için resimler müze broşüründen ..
Detaylı bilgi için web sitesi bkz. TÜRVAK ve Türvak Avantaj

17 Haziran 2011 Cuma

Yosun tutmasın kayalarımız!..


Büyük dalgalar yaratacak rüzgarlarınız yoksa,  esseniz neye yarar!

Sudan başka ne varsa dibe çöker zamanla. Oysa yıllarca yıllarca biriktirir insan suyu. Sularda yıkanır, durulanırsınız! ya kirliyse o sular, yüzdüğünüz sular!.. kirlerinizden arınmak için önce suyun arınmasını beklersiniz!..  değil mi? balçık sıvanmış suların bulandığını gördükçe endişelenir, büyük dalgaların yolunu gözlersiniz! kiri-pası ne varsa alıp götürsün istersiniz! Götürsün ki sizde ardından kendinize akacak bir yol bulasınız!.. karışasınız ummana…  

Peki yaz siz deryada değil de bir gölün içine hapsolmuşsanız! Ve kendinizi bildiğiniz bileli hep göl idiyseniz! akmanın güzelliğini bilebilir misiniz? elbet bilemezsiniz! Ama bir kaynaktan çağlayarak gelmişseniz, önünüze setler çekilmiş sonradan göle dönüşmüşseniz o zaman bambaşka bir haldesiniz demektir!..

Kabınıza sığmaz olup bir an önce akmak istersiniz! Bir ırmağın gelip sizi çoğaltması için yağmurları beklersiniz daha çok yağsın ve öyle çok yağsın ki akmak kaçınılmaz olsun!..

Hepimiz akacak bir yol aradı(k) kendimize!..

Bir seçim daha yel gibi esti geçti türlü türlü söyletti hepimizi!..  “Kalem yazdığını bilmese de gönül kelam(ım)dan nasibini aldı” endişelendim olmadı! üzüldüm olmadı! öfkelendim olmadı! sustum içime kapandım olmadı!..

Kimimiz üzüldü(k), kimimiz sevindi(k) halden hallere girdik!.. “görünen köy kılavuz istemez!” dediler… anladık ki; ne kılavuz fayda etti, ne de gözler görmeye yetti!..

Şimdi ne yapacağız!..  Bağrımıza taş basıp oturacak! Ve yosun mu tutacağız yoksa! "Taş taş olduğu günleri unutup, bir zaman sonra kendini yosun zannedermiş!.." içi taş dışı yosun!. Böyle mi olacağız!.. tabi ki hayır!

"Telaş kıyamet koşarken, gerçekleri gözden kaçırdığımızı, yöntem-sizlik tuzaklarına düştüğümüzü görmek yerine; Umduğumuzu bulamadığımızda arabesk hüzünlere ve her şeyin bittiği kederine kapılıvermeye meyil gösteren hallerimize.." geçit yok!.. gölün içinde hapsolmak yok!..
Irmağa karışıp başka taşlarla birlikte çalkalanarak, yosunlardan, çamurlardan arınacağız… keskin yanlarımızı törpüleyip parlatacağız…

“En uzun koşuysa elbet Türkiye’de de devrim”, nasıl olduğu ortada olan ve oldurtulan!! seçim sonuçları bize karalar bağlatmamalı! aksine çok daha derin, yüksek ve derin bir eleştiri-özeleştiri kapılarını bize açtırmalı. Dünyayı ve yaşamı yeniden şekillendirmeye (dizayn etmeye!) çalışanlara ve buna dair iri sözler söyleyenlere, sözde değil özde bu değişimi yapmaları için; önce kendilerini, örgütlerini, duruş ve yöntemlerini hizaya sokmaları gerekiyor…" bunun için bugünden tezi yok şimdiden başlamak gerek!.. herkesin yapacağı bir şey mutlaka vardır!.

Kendini ifade edişin ve topluma bir şeyler anlatmanın yolu; bilimde, sanatta ve yaşamın her alanında var olmakla, var olanları ve direnenleri yalnız bırakmamakla, yolumuza ışık tutan Önderimizi  anlamak ve daha iyi anlatabilmekle olur. Ön koşul bu olmalıdır.. Her kadının soğan doğrayışı gibi! Bizde kendi dilimizin döndüğünce kelamımızı anlatmaya çalışacağız!.. yazarak, çizerek, okuyarak, paylaşarak, anlatarak!.. daha da çok çalışarak..

"Bizim ülkemizden, ülkemizin bizden başka kimsesi yok!"  bizimde gideceğimiz başka bir yerimiz yok!. Vatanımız, yurdumuz evimiz bizim! hepimizin!..

Ve ben bunları düşüne-dururken, öylesine kuvvetli bir yağmur yağmaya başladı ki!.. yaz yağmuru!.. içeri burcu burcu giren, bastığım toprakların kokusu!  Memleket kokusu  ne güzel!.. hikmetinden sual olunmaz!..  

Yağsın yağmur üzerimize üzerimize, arındırsın içimizdeki sisleri, tazelensin ruhlarımız, bereket olsun her birimize!..  

ve ummana varana kadar akalım çoğalarak…



Görsel: GH

8 Haziran 2011 Çarşamba

Seç - beğen seçim şarkıları ...


Şu sıralar hayatlarımızda; bizi saran endişeler, öfkeler, tedirginlikler, kızgınlıklar, hayal kırıklıkları var çoğunlukla! bunun yanı sıra; biraz umut, biraz ümit ve en çok da merakla bekleyişler var....Ve birde adeta fırtına öncesi sessizliği dağıtan ve tozu dumana katarak yol alan propaganda araçları var  dört bir yanda...

Camı, kapıyı, bacayı, balkonu açıyorum tertemiz miss gibi bahar kokuları girsin içeri diye!... giriyor efil efil rüzgarla birlikte çiçek kokuları, kuşların ahenkli ötüşleri, böceklerin kımıl kımıl hareketleri,  hele ki karıncaların dur durak bilmez çabalarıyla “kapıdan kovsan camdan gireriz biz!” dercesine orada burada karşıma çıkarak beni hayrete düşürmeleri yok mu!.. ne atmaya ne de yok etmeye kıyamadığım şirineliklerine gönlüm razı oluyor!.. peki ya ondan önce!.. çok daha telaşlı olan hareketliliklere ne demeli!.. kıran kırana! Amansız bir yarış bu!.. 

4 Haziran 2011 Cumartesi

Molière’in sahnesinden seçim manzaraları!


Şu insanoğlunun yapamayacağı şey yok!.. hani her zaman yaptıkları hayra alamet olsa! Ne ala!.. örnek alalım, yolundan gidelim!..onay veren aklımız duygularımızla kaynaşıp bir güzel taktir edelim... ne güzel düşünmüşler! ne iyi yapmışlar diyelim!.. ama yaşadıklarımız, bizim normal zeka ve bilimum normal düşünsel aklımızın sınırlarını zorlayan, duygu ve düşüncelerimizle hiç mi hiç örtüşmeyecek tuhaflıklara tanık oluyorsak ! buna ne demeliyiz!..
Onca entrikaların, akla hayale gelmeyen çirkinliklerin, haksızlıkların tavan yaptığı seçim süreçlerinde geri sayım başladı!. Yazılı, sözlü ve görsel medyayı tamamen kendi tekelinde tutan bir anlayış! Ve reel yaşamın içinde tüm çarpıklıkların yaşandığı, görüldüğü ve bilindiği halde, bilmezden ve görmezden gelen!.. ve kendi akılcağızlarını kullanmak yerine kendisine dayatılanı, tartışmasız kabul eden (biyad eden) insanlarımız  var hala!.. " sana her şey hak müstahak kardeşim! ” desek!..ne deriz diyer yandan; “ bir tek sana mı hak müstehak!. yaşın yanında ya biz kurular!!! ne olacağız! Biz de nasibimizi alacağız!. sonuçlarından!..”   denizdeki feneri bile ummana salan ve nereye gittiğini sorgulamayan münafıklar hala var iken !..  “ Ey yeri ve göğü yaradan Yüce Rabbim sen şu münafıkların akılllarına mukayet ol! ” mu? diyeceğiz ya da;  “ Biraz daha akıl ihsan eyle şu kullarına! " mı? diyeceğiz...

Meydanlarda izlediklerimiz; Molière’in oyunlarındaki komedileri süpürüp geçecek türden!.. aklın ve budalalığın yer değiştirdiği saçmalıklarla dolu, bedava izlence görüntüleri yaşatırken seyircisine!..
Hayal etmeye gerek olmayan "kurgulanan" hikayeleri! her dakika perdeler(in) yalnız sizin için ve bir tek size açık olduğu platformlar zaten yeterince anlatıyor her şeyi!..

Sahnede yer alan; artiz abi-lerimiz!!! çalıp çırparak yada sürekli ödünç alarak donattıkları sofralarında gelen konuklarına hava atmak için böbürleniyor ve sürekli atıp tutuyorken... seyircilerden biri çıkıp diyor ki; “sen bizi ahmak mı zannediyorsun!” , hemen yanındaki ekliyor;

" Bilgili bir ahmak, cahil bir ahmaktan daha çok ahmaktır! ” (*)

alkış kopuyor tüm sahneden!... “mutfağında her çeşit malzeme olduğu halde  sen hala daha ortaya güzel bir şey çıkaramıyor ve bu kandırmacalara, bu göz boyamalara... artık herkesin karnının tok olduğunu niye düşünemiyorsun!.. sen olsa olsa bir tek kendi karnını ve eteğine yapışanları doyurabilirsin!..   artiz göz ucuyla; “atın şunu dışarı dercesine!” hemen işaret ediyor... sesler giderek çoğalıyor; “ bütün sahneler hep size! el pençe! seyrimiz hep size!..bir tek sen olasın istiyorsun!”... yine bir diğeri kafasını sallayarak söyleniyor; “ elindeki gücü çaresiz ve cahil bıraktığın halkı(nı) istismar ederek kulanıyorsun!.. sen hem yeteneksiz, hem  beceriksiz, hem de !!!! (çalana, çırpana, görgüsüze, fırsatçıya ne denirse?!!) işte o sensin!..   diyor...artiz yine kaş göz ediyor figuranlarına...”gözüm görmesin tez atın şunları! atın hemen sahneden!”... gülmeler, şaşkınlıklar, bağırışlar birbirine karışıyor....  ve  Molier sahneden ayrılırken;

" İnsanları aldatmak, güldürmekten çok daha kolaydır." (*)  bunu iyi düşünün!” diyor!..

Yani demem o ki!..her tür alavera, dalavera... var bu sahnelerde!.. Akıl sahipleri akıllarını; şeytanlığa, hilekarlığa, yalana-dolana, aldatmaya çalıştıra-dururken fikirlerin ve fetvaların ince gülleri! bakın nelere kafayı yormuşlar!..  fısıltı muhabirlerinin kulağıma kadar gelen seslerini size de söylemem gerkirse;  seçmenin açıklık yada kapalılık göstergesi olan ama asla kriter olmayan; cüppeli, türbanlı, muhafazakar diyebileceğimiz giysili olanları  yada genel hatlarıyla  açık ve modern kabul edeceğimiz kılıkdaki seçmenleri; bu görselliklerine göre belirleyip! oy kullanacağımız zarfların yada seçmen kağıtlarının bir kenarına;  işaret konularak!  İşaretli olan seçim zarflarının yok sayılacağı... “ gibi bir fısıltı dolaşıyor ortalıkta!... demedi demeyin sonra!..bende bu fısıltıyı paylaşmak istedim sizlerle. Dedikodu olabilir! varsayım olabilir! ama bu gerçek de olabilir!.. Yani bu ülkede olmayan şey yok!..her an her şey olabilir!.. "hayaldi gerçek oldu!.."

Seçimlere sayılı gün kala herkesin bu gibi olasılıkları değerlendirmeleri ve pür dikkat olmalarını.. zarfları ve seçmen kağıtlarını kontrol ederek olası durumlar karşısında tedbirli olmalarının gerekliliğini anımsatmak istedim..! Seçimlerin sağlıklı ve adilane sonuçlanmasını ümit ediyor! Ama bunun için de her seçmenin üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerektiğine inanıyorum. Çünkü bu seçim, hepimizin ve çocuklarımızın geleceğini etkileyen önemli bir süreçtir!.. Su uyuyor da düşman hiç uyumuyor! topraklarımızın üzerindeki leş kargaları dolanıp duruyor!.. ne ince hesaplar, ne türlü oyunlar oynanıyor!.. artizlerimiz bile başkalarının maşa(sı) oluyor gözlerimizin önünde!.. bu seyir bitsin artık!..

Akıllar doğruya değil daha çok eğriye çalışıyor iken  ve hedefte ANADOLUYU lime lime parçalayarak; “ha sana!, ha sana!, bu da sana!..ama en çoğu bana!!!”düşüncesi varken... Şimdi zamanıdır ayağa kalkmanın!.. Vatanı bu badireden kurtarmanın!.. Cumhuriyetimize sahip çıkacak gerçek vatanseverlerin yolunu açmanın zamanıdır!

Vakit çok geç olmadan ve atı alan Üsküdar’a varmadan!

"Dur Yolcu!”  İzinsiz, sualsiz..nereye böyle!..

" Bu memleket bizim ! " deme vaktidir!..

Ayrıca,  Hasret senfonisi'nin yayınladığı
ATATÜRK'ÜN BURSA NUTKU
 bir kez daha okunmalı!



(*) Molière
Görsel: İnternet Medyası

2 Haziran 2011 Perşembe

Anadoluyum ben, Tanıyor musun?




ANADOLU
Beşikler vermişim Nuh´a
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana´n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun ?
Utanırım,
Utanırım fukaralıktan,
Ele, güne karşı çıplak...
Üşür fidelerim,
Harmanım kesat.
Kardeşliğin, çalışmanın,
Beraberliğin,
Atom güllerinin katmer açtığı,
Şairlerin, bilginlerin dünyalarında,
Kalmışım bir başıma,
Bir başıma ve uzak.
Biliyor musun ?
Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar,
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım,
Ne şah ne sultan
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım...
Görüyor musun ?
Nasıl severim bir bilsen.
Köroğlu´yu,
Karayılanı,
Meçhul Askeri...
Sonra Pir Sultanı ve Bedrettini.
Sonra kalem yazmaz,
Bir nice sevda...
Bir bilsen,
Onlar beni nasıl severdi.
Bir bilsen, Urfa´da kurşun atanı
Minareden, barikattan,
Selvi dalından,
Ölüme nasıl gülerdi.
Bilmeni mutlak isterim,
Duyuyor musun ?
Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne - üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.
Gör, nasıl yeniden yaratılırım,
Namuslu, genç ellerinle.
Kızlarım,
Oğullarım var gelecekte,
Herbiri vazgeçilmez cihan parçası.
Kaç bin yıllık hasretimin koncası,
Gözlerinden,
Gözlerinden öperim,
Bir umudum sende,
Anlıyor musun ?
Ahmed Arif





"Bir ömrü, halkımızın ve insanlığın mutluluğu için bile bile kahrolarak" verdin! Alnın ak, yüreğin pırıl pırıl... Benim eşsiz, değerli kardeşim, içli, özgün şairim! Hoşça kal, solmaz tükenmez yeşillikler içinde! Unutmadık, unutmayacağız seni, halkımızın yaşadığı sürece. Yapıtların, anıların belleklerimizden silinmeyecek! (Rıfat Ilgaz) 

“Ben halkımın mazlum ve gariban bir ozanıyım. Böyle olmak da yüce bir onurdur. “
...... diyen usta şairimiz
Ahmed Arif’in anısına saygıyla...
Esin Bozdemir