15 Temmuz 2016 Cuma

Kitaplar ve 'Hayal Kahramanları'

Kitaplar, dünyaları içine alan, bizi aydınlatan, bizi hiç gitmediğimiz görmediğimiz diyarlara götüren, nice olaylara, sevdalara,  kahramanlıklara ve buluşlara ve daha hiç bilinmeyen sırlara bizleri ortak eden ne büyük bir nimet, ne özel bir arkadaştır. 
 “Okuma, tutkuların en asilidir.” der Antoine Albalat. 
Martine Luther ise; ” Her büyük kitap, bir hareket ve her büyük hareket, bir kitaptır.” der. Bu sözün üzerine dahi, ne çok kitap yazılır. Kitaplar, hayallere açılan bir penceredir aynı zamanda. Ve hayallerimiz, kitaplardaki dünyalarla daha da zenginleşir.
Bir de, hayal kahramanlarımız vardır. Kimi kahramanlar özeldir, onları hiç kimse bilmesin isteriz. Ama bazı kahramanlar vardır ki, onlar hayali de olsalar, hemen herkesin kahramanı olmuştur. Teksas, Zagor, Süperman, Batman, Temel Reis, Şirinler, Casper... gibi. En son okuduğum Sunay Akın’ın ‘Hayal Kahramanları’ kitabında, hepimizin yakından bildiği bu hayal kahramanlarının hiç bilmediğimiz var oluş serüvenlerine yol alıyoruz. Ve ben bir kez daha yazarın araştırmacı kimliğine, konular arasında ustaca köprüler kurarak hiç bilinmeyenleri ya da yanlış bildiğimiz gerçekleri gün yüzüne çıkarmasına hayran oldum. Anladım ki hayal kahramanlarımız bir yana, bir o kadar da gizli kahramanımız var bizim!.
Sunay Akın Hayal Kahramanları’  nı neden? ele aldığını şöyle anlatıyor satırlarında. 
" Çocukluğumuzu savunan büyük güçlerdendir hayal kahramanları. Teksas, Zagor, Süperman, Batman, Temel Reis, Şirinler, Casper, vd. gibi hayatımızı güzelleştiren bu çocukluk arkadaşlarımız gözlerimizin ışıltısında hâlâ yaşamaktadırlar. Bir hayal kahramanının filmini izlemek, çizgi romanını ya da kitabını okumak, çocukluk arkadaşlarımıza ayırdığımız zamanlar gibidir. Hayatımıza yön veren ailemiz ve arkadaşlarımızın yanında, hayal kahramanları da kişiliğimizin gelişiminde pay sahibidir. Hayal kahramanları, gözlerinin içine bakamasak, ellerini sıkamasak, bir kez olsun sarılamasak da bize çok şey katan ve öğreten en yakın arkadaşlarımızdır. "


Ve bu kitapta birbirinden değerli bilginin ışığında beynimde kıvılcımlar çakarken Üç Büyük Hayal..’ in izlerini sürdüğüm bölümden özellikle oldukça etkilendiğimi söyleyebilirim. Kitaptaki her bölümü tek tek anlatmayacağım elbette sizlere. Çünkü merak edip bu kitabı sizin de okumanızı isterim.  Ama etkilendiğim bu bölümde kimlerin yer aldığının bilgisini vermek istiyorum sadace. 
Hayallerinin peşinden koşanların biri hepimizin çok iyi bildiği bir usta sanatçıdır.
Anadolu’nun işgal edildiği 1919 yılında, Batı Cephesi Kumandanı İsmet Paşa, Kütahya mutasarrafının sekiz yaşındaki oğlunu sevdikten sonra şunu söyler; “Rahmi Bey, bu çocuğa dikkat et, büyük adam olacak.” 
Rahmi Bey’in oğlu Ali Bedreddin ise, on iki yaşına geldiğinde şunu yazar günlüğüne : “Ben tanınmış bir ressam olacağım.” 
- Trabzonlu Rahmi Bey, çocuklarına Victor Hugo ve Moliere’den çeviriler yaparken eşi Lütfiye Hanım’da Yunus Emre’den, Pir Sultan Abdal’dan şiirler, türküler, ilahiler okur. Trabzon’un en aydın ailelerinden birinde yetişmesine rağmen, Trabzon Lisesi Müdürü Şerif Bey, resim eğitimi için İstanbul’a gitmek isteyen Ali Bedreddin’e “Seni akademiye almazlar” diyerek tasdikname vermez. Genç adam, bu nedenle öğrenci bileti yerine tam bilet almak zorunda kalır. Bu parayla ilk yılın masraflarını karşılamakla kalmaz, on iki yaşındayken günlüğüne yazdığı gibi “tanınmış” bir ressam olma yolunda büyük bir adım atmış olur. O adımlar Ali Bedreddin’i resim tarihimize “Bedri Rahmi Eyüboğlu” olarak taşıyacaktır.
Ve bir çarpıcı gerçeklik ise, yoluna ışık tutan insanın kim olduğu ile ilgilidir. Bu konuda Eyüboğlu ‘nun sözleri dikkate değer. 
“ Öğretmen olarak Çallı’nın bir sistemi, bir metodu yoktu. Ama bana öyle bir yaşta Van Gogh’tan söz açtı ve birkaç sözcükle onun hasır iskemlesini öyle cana yakın kıldı ki, burnuma hasırın kokusu geliyor sandım. Bir ustanın çırağına yapacağı en büyük iyiliklerden birisi, belki de birincisi, ona gereken yaşta lazım gelen gıdayı sağlamaktır. İşte, Van Gogh’un hasır iskemlesini sevgili hocam bana o günlerde sundu. Bu sunuş cam dolu şerbetin ta kendisiydi. O günlerde Van Gogh’a  büyük ressam diyebilecek Akademi hocası, parmakla sayılacak kadar azdı. Koca Çallı balın kaymağını bulan sayılı ustalardan biriydi.”
Hayallerinin peşinden koşan ikinci şahsiyet ise yine Trabzon’dan. Öyle ki Trabzon, Cumhuriyet tarihinde sanatçı ve bilimci yetiştiren kentler arasında ilk sıralarda yer alır. 1923 Devriminin insanı kula kulluk düzeninden kurtarıp özgürleştiren ışığı kitaplar, dergiler ve tiyatroyla Anadolu yaygınlaşırken Trabzon’lu pek çok genç o aydınlık yolda yürümüş.. Bunlardan biri de”Müstantik Muavini” Mehmet Temek Bey’in oğlu Süleyman Saim Tekcan’dır.
- Tekcan, daha Trabzon Lisesi’nde okurken  derslerindeki başarılarıyla dikkat çeken bir öğrenci olur. Yaz aylarında ‘Trabzon’un Sesi ‘ gazetesinde çalışan Tekcan bir gün gazete bayisinde Michelangelo, Goya ve Rembrandt’ın sanatını anlatan üç kitap alır. Fındık toplarken, tütün dizerken ve kayığıyla balığa çıkarken yanında artık hep bu üç ressamın kitabı vardır. 
Süleyman Saim Tekcan, Gazi Eğitim Enstitüsü’nden mezun olunca Artvin’de öğretmenliğe başlar. Öğrencileriyle ‘Ödül’ adlı bir dergi çıkarıp, tiyatro oyunları sahnelediği dönemde katıldığı ‘Ses dergisi’nin oyunculuk yarışmasında 2. Olur. 'Sevmek Zamanı' filminde Müşfik Kenter ve Sema Özcan ile başrolde oynar. Ancak üç kitabın yüreğinde kopardığı fırtına onu sinemadan da uzaklaştıracak, resim sanatına yöneltecektir. 1989 yılında hayalini kurduğu, öncüsü olduğu Güzel Sanatlar Anadolu Lisesi projesini hayata geçiren Süleyman Saim Tekca, bir ilke daha imza atarak İstanbul Grafik Sanatlar Müzesi’ni kurar. Tekcan hayallerinden asla vazgeçmeyeceğinin ilk sinyalini 1967 yılında verir. Sonrasında aşık olduğu kızla hayatını birleştirir ve bu aşk iki kız çocuğu ile mutlu bir aile fotoğrafına dönüşür.
Hayallerinin peşinden koşan üçüncü şahsiyet ise, Bayburt’un Baksı Köyü’nde doğan Hüsamettin Koçan’dır. Koçan’ın kurduğu hayalleri gerçekleştirme öyküsü ise  Doğu Karadeniz insanının bir başka övünç kaynağı olacak niteliktedir.
-        Çocuk Hüsamettin kendinden iki yaş büyük ağabeyi ile ‘Ged’ denilen tepeye oturarak babasının dönüş anını bekler hep. Uzakta yolun ucunda görünen her karartıya “babam” diye seslenerek umutla koşarlar.  Hüsamettin Koçan, okumak için o yoldan köyü terk edecek ve adını resim sanatının usta ressamları arasına yazdıracaktır.

Ne olursa 1987 yılında olur. O yıl Tahsin Bey, oğlu Hüsamettin Koçan’ın İstanbul’daki evinde bir vasiyet edası içinde uzun uzun köyü Baksı’yı anlatır. İki ay sonrasında ise Tahsin Bey son nefesini verir. Koçan zor bir yolculuğun ardından babasının cenazesini Bayburt’un Baksı Köyü’ne götürür. Ne var ki, köyde aşık atışmalarının yapıldığı, köylülerin oturup sohbet ettiği, hayallere götüren o masalların anlatıldığı, misafirlerin ağırlandığı konağın yerinde yeller esmektedir. 
Baksı Köyü’nde konağı yeniden canlandırmaya karar verir sanatçı. Yapacağı konak ise kültür erozyonu önünde bir set gibi duracak, köyün çocukları unutulmaya yüz tutan masallara yeniden kavuşacaktır. Hüsamettin Koçan’ın eskiden olduğu gibi köydeki sohbet, saz ve masal kültürünü yeniden canlandırmak adına kolları sıvadığı konak inşaatı, zaman içinde bir müzeye dönüşür; bünyesinde sergi salonlarının, sanat atölyelerinin, konuk evlerinin, kütüphane ve konferans salonunun olduğu bir müze… Öyle ki bir ressamın köyüne kurduğu bu eser, Avrupa Kültür Konseyi tarafından 2014 yılında en iyi müze ödülünü kazanır.
Hüsamettin Koçan, müzeyi çocukluğunda ağabeyiyle birlikte babasının köye gelişini gözledikleri ‘Ged’ denilen tepeye kurar. (*) Görsel: burdan 
Hayallerinin peşinden giderek, onları hayata geçiren ve özellikle toplumun kültürel açıdan ilerlemesinde, kalkınmanın itici gücü olan bölgesel / kent müzelerini toplum yararına sunan Hüsamettin Koçan'ı ve diğer sanatçılarımızı yürekten kutluyorum. Onlar doğdukları toprakları unutmayan, topluma olan vefa borçlarını yine toplum yararına sunan gerçek sanatçılarımız ve gerçek vatanseverlerimizdir. 


Kültür ve sanat, hayatımızı anlamlı kılan, ona derinlik katan, insanı daha bir ‘insan’ yapan önemli bir araçtır. Sanatın enstrümanları ile ( Kitaplar, görsel sanatlar; sinema, tiyatro, resim, müzik… ) ufkumuz genişler, hayal dünyamız zenginleşir. Işık saçan ve ilham veren duygular, düşünceler, hissedilen coşkular… hayalleri bir zaman sonra, hayal olmaktan çıkartır ve insanı harekete geçirir.

Bu yüzden hayatınızda sanat hep var olsun. Bir ucundan da olsa tutunun sanata ve yakalayın hayatı. Ve asla hayallerinizin peşinden koşmayı bırakmayın.
Esin Bozdemir

(*) ‘Hayal Kahramanları’ Sunay Akın,  'Üç Büyük Hayal...' bölümünden 

Baksı Müzesi hk. detaylı bilgi için bkz.

9 yorum:

  1. Sunay Akın'ın Oyuncak Müzesi'ni iki yıl önce gördüm. Hayallerinin peşinden koşan bir şair, yazar, sanatçı. Müzeye girdiğiniz andan itibaren hayal kurmaya başlıyorsunuz. Savaş sahneleri olağanüstü canlandırılmış. Bakarken bile barışı özlüyor insan.
    Çocukken Red kit'i de çok severdim ben.
    Hayal kurabilmek en büyük zenginliğimiz.
    Esenlikler diliyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @Makbule Abalı,
      En son yaşadığımız ve halen devam edegelen ülkemiz gündemindeki olaylar, bir kez daha gösterdi ki, "Türkiye Cumhuriyeti Şeyhler, Dervişler, Müritler, Meczuplar Memleketi Olamaz. En Doğru, En Hakiki Tarikat,Medeniyet Tarikatıdır.."Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir". diyen... Ulu Önder Atatürk'ün düşüncelerine ve engin yol haritasına kulak verelim..

      Kardeşçe, barış ve huzur içinde yaşamaya olan özlemimiz öylesine büyük ki. En büyük hayalim Atatürk'ün çizgisinde daha bilinçli bir toplum olmak..daha medeni, daha çağdaş bir ülkeye kavuşmaktır. Milli davalarımıza sahip çıkalım. Bu vatan hepimizin!. Sevgiyi elden bırakmayalım. Diriliğimizi, sağduyu kaybetmeyelim. Ve hayallerimizin peşinden gidelim..

      Sunay Akın'ın "Hayal Kahramanları" kitabını öneririm.

      Değerli yorumunuz için teşekkürler Makbule Öğretmenim..
      Huzur dolu bir hafta diliyorum..Esenlikle..

      Sil
  2. aklımda olsun okurum bunu.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. :) akıl tutulması adlı nefis bir kitap var yaaa :) felsefe. horkheimer :)

      Sil
    2. @deeptone
      Evetttt şimdi zamandır
      Horkheimer'in 'Akıl Tutulması' nı okumanın :))

      Sil
  3. Hayallerinin peşinden koşup başarıya ulaşmış bu üç değerden Bedri Rahmi'yi biliyorduk elbette. Ancak müdürün tasdikname vermeyişi kaçırdığım bir ayrıntıymış ve fazlasıyla sinirlendirdi beni. Müdür olup koltukta oturanların çoğunun kendini her konuda bilgi sahibi zannetmeleri,yetkilerini aşan ayıplar, iğrençlikler yapmaları adettendir. Neyse ki vazgeçmemiş sevgili Eyüboğlu.

    Ve, bildiğimiz gibi hiç okumayan bir kitle var. Dolayısıyla okuduğunu anlama özrüyle birlikte yargılama-sorgulama yetisinden de yoksun, yalnızca biat etmeye endeksli kuklalar.
    Okumanın önemini vurgulayan ne güzel bir yazıydı.
    Ellerine, emeğine sağlık Esinciğim...
    Sevgiyle kal.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @Zeugma,
      Sevgili Zeugmacığım yanıtladım sanıyordum bu yorumunu, öyle sanıyorum ki yazıyı yazdıktan neredeyse bir gün sonra bu post kumanda paneline düşmüş ve malum unutamayacağımız tramvatik gün 15 Temmuz yaşanmıştı..Allah bir daha yaşatmasın.

      Dediğin gibi, ne yazık ki bulunduğu makamı hiç hak etmeyen insanlar tarihimizin her döneminde var var olmuşlar.. Kurumları kapatmak bir çözüm değil! zihniyet değişmedikçe, gerçek sorunun ne olduğu üzerinde kapsamlı bir çalışma yapılmadıkça ve hayata sığ, dar pencerelerden bakan insanlar var oldukça bu düzenin değişmesi mümkün olamayacak. Bu ancak,
      çağdaş, şeffaf, araştıran ve sorgulayan, bilime dayalı akılcı bir eğitim sisteminin hayata geçirilmesi ile mümkün olabilir. Bu vizyona sahip liderler, üst düzey yöneticileri ile donatılmış birikimli insanlarla, tepeden aşağıya doğru bir gelişim sağlanabilir.

      İyi ki Eyüboğlu gibi kendine güvenen ve inandığı mücadeleden vaz geçmeyen insanlarımız var. Onlar ki bu toplumun göz bebekleri. Elbette iyi ki bu aziz toprakların içinden emsalsiz dünya lideri bir Atatürk çıkmış. O'nun sahip olduğu vizyon ve düşünceleri en büyük kılavuzumuzdur bizim.

      Çare, okumak..araştırmak, bilimde yol kat edebilmekte, bağımsızlığın gereği olarak da, kendi kendine yetebilen, üretebilen bir ülke olabilmekte!..ve yetebilmenin dışında sınırları aşıp bilimsel buluşlara imza atabilmektedir. Memleketimiz böyle kaotik süreçlerle ne kadar çok zaman kaybediyor.

      Değerli yorumun için ben teşekkür ediyorum.
      Sevgilerimle Zeugmacığım.

      Sil
    2. Esincim bu yazını zamanında okudum ben fakat dediğin gibi olayların üzerine denk geldiği için yorum yapmayıp +1'lememişimdir.
      İçeriğine gelecek olursak. Şu Baksı Müzesi'ni çok göresim var. Hatta Bayburt'ta ev bile var. Kardeşimin kayınvalidesinin yazları gittiği evi var ancak kardeşim benim gibi değildir, köye gidesi yok:) Olmadı damadı alıp gideceğim bir ara:)

      Sil
    3. @sezer eser perker,
      Sezer'cim bu yorumun nasıl gözümden kaçmış! Yeni fark ettim. Kültür erezyonunun önünde bir set gibi duran, Baksı Müzesi'ni görebilmeyi ben de çok isterim. Konak yapımından başlayıp müzeye dönüşen bu örnek alınası müzeyi, dilerim bir gün biz de gider görürüz. Hatta sizin damadı kendimize rehber ediniriz çok da güzel olur :)) Hayallerimiz hiç bitmesin. Sevgilerimle

      Sil