14 Ekim 2010 Perşembe

Van Seyahatinin Ardından…


Kısa bir süre önce hayırlı bir iş için, Türkiye’nin diğer bir ucuna doğru yola koyulduk…“ Doğu’nun incisi ” Van gölü kıyılarında yer alan ve doğu’nun en yeşil iline, “ Yeryüzü Cenneti ” olarak da anılan, eski adı ile “ Tuşba” ya, yani; binlerce yıllık uygarlığın izlerini taşıyan ve tarihi ipek yolu üzerinde bulunan kadim şehir VAN’ a gittik...

Hava yolu ile yaptığımız yolculukta, bulutların arasından tepeden kuş-bakışı seyrettiğim Van gölünün, o muhteşem manzarası görülmeye değerdi… Uçağın uzunca bir süre, göle yakın plandaki uçuşu esnasında gördüğüm uçsuz bucaksız suyla kaplı coğrafya, bana ister istemez; ' buraya göl mü? yoksa deniz mi? demek daha doğru olur! ' sorusunu aklıma getirdi… Ama gerçek olan bir şey vardı ki o da, yıllarca sadece haritada gördüğüm, o mavi denizin, artık üzerinde uçuyordum!

Canavar büyüklüğündeki gölün üzerinde; acaba "Cano" 'yu görebilecek miyim! diye merakla bakınırken, bir yandan da bu güzel manzaranın keyfini sürmekte idim.. Ama her şeyin bir sonu var elbette, sanırım Van'a yaklaşmak üzere idik ki, yavaş yavaş alçaldığımızı fark ettim.. Oysa biz hâlâ suyun üzerindeydik!.. bu da ne demek oluyordu ki!.. yüreğim ağzımda; yoksa biz göle mi iniyoruz! telaşı içinde..ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Uçak hemen gölün kıyısına inişe geçmeye hazırlanınca... benim de ayaklarım suya eriyor tabi ki;) bir anlık yersiz kaygılarım, yerini derin bir nefes alışa bırakıyordu. Meğer Van hava-alanı, gölün hemen kıyısında yer alıyormuş :) Böylece bunu da bizzat tecrübe ederek öğrenmiş oluyordum :)))

Hoş bir karşılamanın ardından güler-yüzün ve misafirperverliğin yanında, bir de ikram edilen meşhur Van Kahvaltı Sofrası ile kendimize geldik, yol yorgunluğumuzdan eser kalmadı. Telaşlı ama keyifli koşuşturmaca içinde dar vakitlere sığdırmaya çalıştığımız hafta-sonunda;

Kimimiz; 'Rus Pazarı'nda;  değişik baharatların süslediği dükkânları, acem yapımı olan ve pek çok yararı olduğu söylenilen; “karınca yumurtası yağı”, “savat” denilen özel ve eski gümüş süsleme tekniği ile yapılan gümüş takıları, Van’ın meşhur halı ve kilimlerinin yer aldığı ve daha pek çok birbirinden ilginç hediyelik eşyaların satıldığı, çarşıları gezmeyi tercih ederken…

Kimimiz de; görmek istediğimiz pek çok yer olmasına karşılık, ancak dar zamana sığdırabileceğimiz (son zamanlarda gündemde pek bir yer eden ve polemik konusu olan )  Akdamar Kilisesi’ ne gitmeyi! tercih ettik.. Bendeniz 2. grup içindeydim :) 

Ve... Akdamar adasında tarihin izlerini sürmek üzere yola koyulduk…

 
Dört tarafı yüksek dağlarla çevrili olan Van Gölü, Türkiye’nin ve dünyanın en büyük soda gölü olma özelliği taşıyor. Van Gölü içinde; Akdamar, Adır, Çarpanak ve Kuş adaları olmak üzere 4 adayı barındırıyor. Van’ın en önemli kaynaklarından birisi de, Van gölü’nün sodalı sularında yaşayan Van Balığı (İnci Kefali). 

Görmeyi düşündüğümüz Akdamar Adasında yer alan ve ada ile aynı adı taşıyan; Akdamar Kilisesi’ne gitmek üzere Gevaş'tan hareketle yola koyuluyoruz. Yol boyunca, bize eşlik eden; Artos Dağı'nı tüm ihtişamı ile karşımızda görünce, "Vizontele" filmini ve filme hatırı sayılır bir  katkı yapan, büyük Ozan Mahsuni’nin o ölümsüz eseri 'çeşm-i siyahım'ı anımsıyorum!.. Zirvelerinde olabilmeyi hayal ettiğim, 3bin 650 metre yüksekliğindeki Artos dağına, el sallayarak, dilime dolanan türküyle tekne yolculuğumuz devam ediyor...


Ortalama 20 dakika süren tekne yolcuğumuz esnasında, Van gölünün muhteşem maviliği, bir yanda Arto dağı, diğer yanda Akdamar adasının görüntüsü bir hayli etkileyici fotoğraflık görüntüler sunuyor bizlere. Kıyıya yaklaştıkça, güneşin altında daha da kızıla bürünen Akdamar Kilisesi’ni daha bir net görüyoruz.

Bu zevkli yolculuktan sonra, kıyıdan basamakları üçer, beşer çıkarak, “Kutsal Hac Klisesi” olarak da anılan Akdamar Kilisesine varıyoruz. Ada’da Ermenilerden kalma olan bu kilisenin M.S. 915- M.S. 922 yılları arasında Kral I. Gagik tarafından keşiş Manuel'e yaptırdığı ve 1113 yıllarında manastıra çevrildiği ve 1895 yılına kadar da yöredeki Ermeni Patrikliğinin merkezi durumunda olduğu bilinmekte.. Kilise 2007 yılında restore edilerek anıt müze olarak hizmet vermeye başlamış...


95 yıl aradan sonra, çok yakın bir süre önce Ermeni cemaatlerince ayinle açılan ve kiliseye bırakılan siyah hac’a bakarak; Ermenilerce kutsal kabul edilen ama biz Türkler için hazin ve dramatik bir yakın geçmişi olan, sırlarla dolu yapıya içim burkularak bakarken 'taşların dili olsa da bir konuşabilseler diyorum!..' önce kızıla ve ardından 'taşların' yüzü kızardıkça hüzne çalan güneşin ışıklarına bırakıyorum kendimi…Kilise'nin dört bir yanı simgeler, figürler, motiflerle dolu..

Gezimizi, kilise ve çevresindeki badem ağaçları arasında geçirirken, izine bir türlü rastlayamadığımız tavşan arayışlarımız içinde yaptığımız küçük ada turunun ardından, soluklanmak üzere şöyle “tavşan kanı” çay içeceğimiz bir kafeteryaya oturup derin bir nefes alıyoruz… Karşımızda tüm heybetiyle muhteşem Artos dağı, etrafımızda yeşilin değişik tonları, gölün maviliği ve akşam güneşinin eşsiz güzelliğinin seyrine daldığımız göl manzarasına bakarken, bir zamanlar, kilise duvarlarında yankılanan Ah Tamara!” seslerinin ürpetisiyle dilden dile dolaşan Tamara’nın hazin hikayesine kulak veriyoruz...

 
Efsaneye göre: Zamanında bu adada yaşayan papazlardan birinin, güzelliği dillere destan çok güzel Tamara adında bir kızı varmış. Tamara karşı kıyıda yaşayan bir kürt çobana aşık olmuş. Bu gençler haftanın belirli günlerinde gizlice buluşup konuşurlarmış. Bu buluşma her defasında Tamara' nın çobana ışık göstererek ona yol göstermesi ile olurmuş. Işığı gören çoban onu takip ederek adaya çıkarmış. Bir gün nasıl olmuşsa bu ilişkiden Tamara’ nın babasının haberi olur. Daha sonra kızına baskı yapıp işin aslını öğrenen babası Tamara'yı bir odaya hapseder. Çobanın geleceği günü tespit eden babası fırtınalı bir gecede elinde mumla adanın kıyısına inerek çobanı gözetler ve onun geliş saatini ayarlar.

Işıkla işaretini alan çoban, göle girip ışığa doğru yüzmeye başlar, adaya yaklaşan çoban, ışığa doğru yüzmektedir. Ancak ışık hep yer değiştirmektedir ve belirli bir yerde durmamaktadır. Sonunda ışık sahilde bir yerde durur ve çobanda oraya doğru yönelir ne var ki çoban yorgunluktan bitap düşmüştür ve de onu taşlı sopalı birde sürpriz beklemektedir. Bunu fark eden çoban hızla geriye yüzmek istemişse de artık buna gücü kalmamıştır.

Yüzmekten gücünü yitirip, yorulan genç çoban gölün içinde boğulur ve boğulmadan önce son nefesiyle "Ah Tamara!" diye inleyerek gölün mavi sularına gömülür. Bunu duyan kız da kendini gölün sularına bırakarak boğulur.

Bu yüzden ada, adını bu hazin efsaneden alarak önce; "Ahtamara" olarak anılır, zamanla "Ahtamar" ve günümüzde ise "Akdamar" olarak yerini alır. Turizm açısından önemli bir potansiyele sahip olan ve ziyaretçilerine eşsiz bir manzara sunan adanın hazin hikâyesi ve “Ah Tamara !“sesi kulaklarımızda yankılanarak veda ediyoruz Akdamar’a…

Görmek istediğimiz ve keşfedilecek daha pek çok yere sahip olan Van’da;

Pişik Heykelini görüp kendisini göremediğim meşhur Van kedisini, Van Müzesi, Van Kalesi, Meherkapı ve Kedi Evini, Van gölünde yer alan diğer adaları ve diğer kiliseleri…Muradiye Şelalesi, Hoşap Kalesi, Semiramis Kanalını, Başkale yolundaki Çavuştepeyi. Aşağı tepedeki Tanrı İrmuşi’nin tapınağını, Başkale İlçesindeki travertenler ve peri bacaları olmak üzere...Süphan, Artos, Nemrut, Erek ve daha nice dağlarıyla, suyuyla, pınarları ve ırmaklarıyla, ovaları ve yaylalarıyla…

Dünyada örneği az bulunan ve bir çok doğal güzelliği bir arada barındıran, tarihiyle, kültürüyle, ekolojik yapısıyla, hayat dolu bir kent olan Van iline tekrar gelmeyi notlarımızın arasına dahil ederek…gezimizin kalan kısmını kısmet hanemize yazıp, ya nasip! diyerek, genç çiftlerimize de ömür boyu mutluluklar temenni ederek dönüş yoluna rotamızı çeviriyoruz...

Dönüş yolunda belki bu sefer görürüm :) diyerek, son kez bakıyorum boncuk mavisi Van gölüne!…


Esin Bozdemir


Resim: (Kolaj resmi) Vatso 
Müzik: Kardeş Türküler

DİP NOT:
Pişik: Van Kedisi : Van'ı dünyaya tanıtan Van'ın sembolü olan Van Kedisi son yıllarda daha büyük ilgi görmektedir. Sevimli, cana yakın, suyla oynamayı seven, yüzmeden hoşlanan Van Kedisi'ne Van halkı "Pişik" demektedir.

Canavan, Cano: Van Gölü Canavarı :  Van Gölü'nde 1960'lı yıllardan günümüze kadar 8-10 metre boylarında, ses çıkaran, insanlara zarar vermeyen, kahverengi-siyah arasında bir canlı olduğu görgü tanıklarınca söylenmektedir. Çok sayıda Vanlı bu yaratığı gördüğünü söylerken, bu konuda bilimsel bir tespit yapılmamıştır. Gizemini koruyan Van Gölü Canavarı'nı Van halkı "Canavan", "Cano" gibi isimlerle sevimli hale getirmiştir.
Valla ben Van'lıların yalancısıyım. :) 

12 yorum:

  1. Van seyehatin içimde heyecan yarattı desem yalnış söylemiş olmam.Nisan ayında: http://sufi-saja.blogspot.com/2010/04/ruyalarimin-goturdugu-yer-van.html1-2-3-4 diye bir seri yazı yazmıştım hatırlarsan, son yazımda da Tamara'nın hikayesini daha sonra anlatacağımı söylemiştim ama 7 aydır yazı dizisinin sonunu getiremedim.Sen benim değinmediğim konularda "Van" iline noktanı koyduğun için teşekkür ederim, ellerine sağlık canım, sevgilerimle.

    YanıtlaSil
  2. Harika bir paylaşımdı yürekten teşekkürler..

    YanıtlaSil
  3. 12 yıl önce az kalsın gelin gidiyordum Van'a, sanırım Allah acıdı da gitmedim :))
    Belki bir başka vesileyle giderim bu sefer ki çok görmek istediğim bir yerdir.
    Anlatımı ve fotoğrafları çok sevdim.
    Sevgilerimle

    Sevgi

    YanıtlaSil
  4. @ Sufi; Van'a gitmeyi çok istemiş olmama rağmen!.kısmet hayırlı bir iş için gitmekmiş, vesile oldu,hele ki koca göl!derya gibiydi...

    @ Mavi Tutku; teşekkürler yorumun için..

    @ Sevgi gibi; Hımm.gerçekten neyin ne zaman geleceği vakti saati zamanı olmuyor sayfanda yazdığın gibi!her şeyin hayırlısı, zamanı gelince oluyor:)

    belli mi olur Cano gelir alır seni de :)gider misin gidersin!demedi deme :)))

    YanıtlaSil
  5. Gazetelerdeki birçok gezi yazısından daha iyiydi. Fotoğraflar da öyle...
    Selamlar.

    YanıtlaSil
  6. Bu sene hariç son iki yazımı Van'da geçirdim. Yöresel kıyafetlerine bürünmüş Van halkını görmesem şehir merkezinin doğu ili olduğunu kabul etmeyeceğim.

    Gerçekten hayran olunası mistik bir havası var şehrin. Heleki rus pazarı denilen o daracık sokaklarıyla, İrandan gelen mallarıyla, otantik eşyalarıyla beni kendine hayran bıraktı.
    Küçük minyatür kediler, tablolar ve devebaşı denilen ağaçtan bütün olarak oyulan sehba olarak kullandığım eşyalar aldım.
    Heleki o gümüş takılar!...
    Rus pazarını gezmekten Akdamara gidemedim iyi mi:)

    Ne güzel bir paylaşımdı. Yine gitmeyi istedim.

    YanıtlaSil
  7. Geç kaldım okumakta muhteşem bir belgesel niteliği taşıyan yazını sevgili Esin.. ama hiç okuyamayabilirdim de!!! :))
    Aynı tarihte oğlum da Vanda idi .. Hem çalıştığı iş yerinin toplantısını düzenlemek hem de o açılışta bulunmak için.. "Anlatılamayacak güzellikte" diye kısa kestiği güzel yerleri sen aynı güzellikte sunmuşsun gözlerimize.. elleri dert görmesin bitanem çok çok teşekkürler..
    Kopenhag hava limanı da deniz kenarından başlar.. yolcular biraz çığlığımsı bir sesle tekerleklerin suya değdiğini bile iddia ederler.. korkutucudur!!

    YanıtlaSil
  8. İyi ki Van'a gitmiş ve bu kadar detaylı bir post hazırlamışsın Esinciğim..
    Van'la ilgili akla gelebilecek ne varsa senin duygu ve düşüncelerinle harmanlanarak cevap bulmuş.
    İnan seninle birlikte orada gibiydim..
    Ellerine sağlık..Ve teşekkürler..
    Cansın sen..

    Sevgilerimle...

    YanıtlaSil
  9. @ Alizafersapcı; Değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim.

    @ Newbahar; Evet gezilecek yer çok zaman ise kısıtlı olduğunda her yeri göremiyor insan.Bende eksik kalan pek çok yer gibi, o "Rus Pazarına" gidemedim. İnşallah yeniden gidebilmek kısmet olur.

    YanıtlaSil
  10. @Hasretsenfonileri;

    Sevgili Gülsen Hocam,

    İyi ki varsınız. Güzel düşünceleriniz ve yorumlarınızla bizleri onore ediyorsunuz.

    Kopenhag Havalimanı da böyle demek ki! bende yeni bir şey daha öğrendim sayenizde...

    teşekkür ederim Hocam...

    YanıtlaSil
  11. Sevgili Zeugmacığım,

    Gezilip görülecek yerler çok olmasına karşın, kısa zamana sığdırabildiklerimdi bunlar...Faydalı olabildimse eğer ne mutlu bana...Ben teşekkür ederim canım içten duygu ve düşüncelerin için...

    Candan bakan candan görür her şeyi:)
    En içten sevgilerimle...

    YanıtlaSil
  12. Sufimizin Van5-Kilim yazısında sizin Van ile ilgili bu güzel yazınızın linkini vermiş..Ben de zevkle okudum.Gidip görmüş kadar oldum sayenizde.Teşekkürler.

    YanıtlaSil