Kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

22 Temmuz 2020 Çarşamba

Mim konusu 'kitap' olunca - 2

Kitapları seviyor musunuz?
O halde bütün hayatınız boyunca mesut olacaksınız demektir. 
(Jules Clarette)
Bir kitap dünyadan daha geniştir, çünkü maddeye düşünceyi katar. 
(Victor Hugo)
İyi seçilmiş kitapları okumak, geçmiş yüzyılların seçkin zekalarıyla 
önceden düzenlenmiş bir konuşmaya katılmak gibidir.  
(Descartes)
Bir kitap yürekten gelmişse ancak o zaman başka yüreklere ulaşabilir. 
(Carylee)

Kitapsız bir ev, ruhsuz bir vücut demektir.
 (Cicero)
:))

19 Temmuz 2020 Pazar

Mim konusu 'kitap' olunca - 1

Pandemi günlerinde, bloglarda da bir rehavet havası mı var? yoksa o rehavet sadece bende mi var?! deyip dururken, sevgili ‘Leylak Dalı’nın başlattığı ve ‘Bulutgölgesi’ nin pas ettiği bir kitap mimi ile üzerimdeki ağırlıktan sıyrılıp bloguma yeniden ‘merhaba’ diyorum! Ve işte yine karşınızdayım sevgili dostlarım :))

Normalde mim’lere, söz verip yerine getiremem kaygısı içinde pek katılamıyorum. Ama söz konusu 'kitap' olunca Sevgili ‘Bulutgölgesi’ ne hayır diyemedim.

Aslında aklım, uzun zamandır yazılmayı bekleyen gezi yazılarımda, ama ve lâkin omzumdaki ağrılar tamamen geçinceye kadar, bir müddet daha pc.başında öyle uzun saatler durmak yok bana.  Bu arada egzersizlerimi aksatmadan yapıyorum. Omzumdaki sıkıntı da yavaş yavaş hafifliyor gibi!  Bu, güzel bir gelişme benim için.

Temmuz ayına jet hızıyla girdik, yarıladık ve hatta gitti-gidiyor! moduna girdik bile. Bu yüzden bundan sonraki postun konusu, artık bir ritüele dönüşen, toptan bir ayın 'neler yaptım? nasıl geçirdiğimin' güncesini paylaşmak olacak. Bu yazılar en çok da, corona günlerinde kendi güncel tarihime not düşmek adına önemli. Gönlüm daha çok yazabilmeyi arzu etse de yine de toparlayıcı minvalde bu yazılar da kayda değerdir diye düşünmekteyim. Ama daha sık yazanları da takdir ediyor ve takibimde olan blogerların yazılarını ilgiyle okuyorum. Şimdi gelelim ‘Leylak Dalı’nın hazırladığı mim sorularına verdiğim yanıtlara.

11 Kasım 2018 Pazar

Veda Filmi ve 'Genç Atatürk'


Ölümünün 80. yılında Asrın Lideri Atatürk'ü sevgiyle, saygıyla özlemle anarken, O'na olan sevgimizin de her geçen gün dağ gibi yükseldiğine şahit oluyoruz. Bu duygunun en somut gerçeğini içinden geçmekte olduğumuz süreçlerde bizzat yaşayarak görmekteyiz!. Saltanattan, Cumhuriyete ve Cumhuriyet Türkiyesi'nden bugüne!.. "nereden nereye geldik!" derken ve geldiğimiz bu noktada, umudumuz, rehberimiz, ışığımız hep Atatürk! oluyorsa; "Atatürk'ün çağları aşan fikirleri hâlâ yolumuzu aydınlatıyor ve aydınlatmaya devam edecektir" diyorsak eyer... O'nu sadece anmak yetmez! anmak kadar, anlamak da gerekir!. Bu yüzden -farklı kaynaklardan- Atatürk'ü anlatan kitapları daha çok okumalı, filmlerini de daha çok izlemeli. 

Tarihi ve biyografi filmlerimiz ne yazık ki çok fazla değil! Oysa ne köklü bir tarihimiz var, gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen; ne çok hikâyemiz ve ne çok efsanemiz. Bilinenler kadar, bilinmeyen isimsiz kahramanlar ona keza. Diğer yandan ülkemizde sinema teknolojisi de bir hayli gelişti. Eskiye oranla Türk Filmlerini de son derece başarılı buluyorum. Artık büyük bir keyifle ülkemizde çevrilen filmleri de izlemekteyiz. 

Ve  ben bu hafta nihayet, uzun zamandır aklımda olan "Veda" filmini seyrettim.

Zülfü Livaneli'nin yönettiği
film 2010 tarihli. Adını sıkça duyduğum, medyadan fragmanlarını izlediğim filmi merak ediyordum. Oyuncular: Serhat Mustafa Kılıç (Salih Bozok), Dolunay Soysert (Zübeyda Hanım), Burhan Güven (Atatürk'ün son  dönemleri), Kaya Akkaya (Nuri Conker) , Ayhan Aktaş (Muzaffer Bozok) , Kenan Bal (Okul Müdürü), Ezgi Mola (Latife Hanım), Sinan Tuzcu (Atatürk'ün 25 ile 45 yaş arası).

Filmin Konusu: Çocukluk arkadaşı ve yaveri Salih Bozok'un gözüyle Atatürk'ün hayatını; Selânik'te başlayan arkadaşlığın önce silâh arkadaşlığına, ardından cumhuriyetle birlikte aynı ideallerin peşinde yürüyen yarım asırlık dostluğa ve ölene kadar süren kardeşliğe dönüşünü aktarıyor. Atatürk'ün hayatını etkileyen 3 kadından biri annesi Zübeyde Hanım, diğeri Fikriye ve Latife Hanımdır. Her 3 kadını canlandıran oyuncular, rollerinin hakkını layıkıyla vermişler. Filmde aşk da, savaşta, kahramanlık da dozunda sinemaya aktarılmış. Çanakkale, Dumlupınar Savaşları, İzmir'in Yunan işgali ve Selanik sahneleri oldukça etkileyici idi.

Filmde, bazı ufak tefek eksik gördüğüm ve 'şu şöyle olsaymış!' dediğim de oldu. Meselâ çocuk rolündeki Mustafa'nın gözleri mavi olmalıydı. Ya da Atatürk'ün kimi tarihi sözlerine de yer verilebilirdi belki. Hiç yok değildi ama biraz daha vurgulanabilirdi. Tabii ki, Atatürk gibi bir liderin hayatını iki- üç saate sığdırabilmek kolay değil. Filmin müzikleri güzeldi. Genel olarak filmi beğendim. Hatta yer yer göz yaşlarımı tutamadığım da oldu. Ama Atamızın Türk ulusuna veda edişi karşısında göz yaşı dökmemek mümkün değil ki zaten!. Onu anımsatan ne varsa, ben hep duygulanırım.

Veda, Salih Bozok'un anlatımıyla, derin ve sadakat dolu dostluğun, Atatürk'ün hayatının dönüm noktalarının, vatanı kurtarmak için ölüme meydan okuyan bir kuşağın komutanının ve çağları aşan asrın liderinin hikâyesi.İzlemeye değer bir film.


Ve bu güne kadar Atatürk'ün hayatını, devrimlerini, Cumhuriyete giden süreçlerini, biyografisini anlatan pek çok kitap okudum. İçlerinde beğendiğim de oldu, sıradan bulduğum da. En son okuduğum George W. Gaywrych'in 'Genç Atatürk' kitabını ise bu güne kadar yazılmış Atatürk biyografilerinden farklı olarak; Osmanlı Zabitinden Türk Devlet Adamına, özellikle 'Asker Atatürk'ü anlatıyor.

Mustafa Kemal'i devlet adamlığına hazırlayan askerlik sürecinin detaylı bir analizi, titizlikle kaleme alınmış. Sayfalar dolusu kaynakçaya dayanan kitap, titiz bir araştırmanın ürünü. 'Genç Atatürk'ü bir de George W. Gaywrych'in kaleminden okumanızı tavsiye ederken...

Atamızı 80. Ölüm Yıldönümünde sevgiyle, saygıyla, özlemle anarken;

SONSUZA DEK KALBİMİZDESİN!. İZİN SİLİNMEZ ATAM!..diyorum...

Esin Bozdemir

1 Temmuz 2018 Pazar

İsmail Güzelsoy' un yüreklere değen "DEĞMEZ" kitabı


İsmail Güzelsoy'un "Değmez" romanı uzun zamandır okumak istediğim bir kitaptı. Blog dostlarımın hakkında olumlu yorumlarda bulunduğu yazarın kitabını çok önceden almıştım ama okumak için zamanın gelmesini bekliyordum. Derken kitap öyle bir zamanıma denk geldi ki bir 'cankurtaran' edası içinde yetişti imdadıma!. Malûm ülkemizin gündemi, bir an olsun bize şöyle gönül ferahlığı içinde bir 'oh' dedirtmiyor. Sürekli tedirginlik, huzursuzluk ve hayal kırıklıkları yaşıyoruz!. Bir seçim rüzgârı daha geldi geçti!. ama sarsıntıları bu defa biraz fazla oldu. İşte böyle günlerin içinden geçerken, içimde ne kadar birikmiş paslı cümle varsa hepsi arı kovanı gibi vızıldadı durdu beynimde! Resmen içim şişti beynim uğuldadı! ve bu haleti ruhiyemle bezgin  ve bir o kadar da isyankâr bir şekilde sürekli 'değmez' derken buldum kendimi.

Değmezdi kendimi üzmeye, üzülmeye, çünkü hiç bir şey değişmiyordu şu içine düştüğümüz âlemde! bu beyinlerle de değişeceği yoktu zaten!.ama yine de 'bir umudum var sende!' diyecek bir ses, bir nefes arıyordum kendimde. En iyisi kitaplara sarılmalıydım yeniden... Geçtim kitaplığımın karşısına ve daha ilk göz temasımda bir kara karga ile buluşunca üstelik büyük puntalarla "DEĞMEZ" yazınca 'hah' dedim 'aradığım kitap bu işte'! efsunlanmışcasına  elim uzandı kitaba. Çünkü kelimelerin gücüne ve edebiyatın büyüsüne olan inancımı koruyordum hâlâ. Okumak nefes alma duraklarımız adeta.Ve romanı okuyunca ne kadar isabetli bir seçim yaptığımı daha iyi anladım. Güzelsoy'un kalemine bayıldım ve romanı kitapsever dostlarım gibi ben de çok sevdim. 

2 Nisan 2018 Pazartesi

LEONARD COHEN "Kendi Ağzından"


Biz onu en çok söylediği romantik şarkılarla, konser salonlarında kendine has yorumuyla ve gizemli tavırlarıyla tanıdık. Ama o sadece şarkı söylememişti, asıl kariyerine şair ve romancı olarak başlamıştı. Yazdığı yüzlerce şiiri vardı, şarkıların pek çoğunun sözleri kendine aitti. Üstelik öyle şeyler söylüyordu ki, onun için bilge bir ozan diyorlardı. O kimi zaman yaşadığı düzene sessizce başkaldıran protest bir aydındı. Bazen bir seyyah! ve bu kimliklerin dışında ona bir de keşişliği ekleyebilirdik. O, yaşamı boyunca çok yönlü bir sanatçı olmuş ve ilerleyen yaşına rağmen sahnelerden inmemişti. Bahsettiğim sanatçı, sıradışı yaşamıyla, tutkulu aşklarıyla, yaptığı şarkılarla, söylediği sözlerle bir efsane olan Leonard Cohen’dir.  Ve dünya, en önemli ozanlarından birini, Leonard Cohen’i , 7 Kasım 2016’da 82 yaşındayken kaybetti.

70’li yıllar ve öncesini, belki yeni jenerasyon çok iyi tanımıyor olabilir, ancak Cohen’in benim de çok severek dinlediğim; “Dance Me to the End of love” , “Suzanne”, “Teachers”, “Master Song”, "Everybody Knows", "Lover, Lover, Lover"şarkılarını duymayan kalmamıştır sanırım. İşte bugün hâlâ bu şarkılar büyük kitlelerce dinleniyorsa Cohen efsanevi olarak aramızda hep yaşayacaktır diyebiliriz.

8 Şubat 2018 Perşembe

Portekiz ve Endülüs Okumalarım

2017 yazında gerçekleştirdiğimiz Endülüs turu öncesinde, Portekiz ve İspanya ile ilgili genel olarak coğrafi ve tarihi bilgilerin ışığında yola koyulmuş,  yanımıza aldığımız rehber kitaplar ve seyahat boyunca bize eşlik eden tur rehberimizin anlatımlarıyla Portekiz ve Endülüs'ü (Güney İspanya) gezmiştik. Okyanus kıyısındaki Portekiz öncelikle ‘Kaşifler Ülkesi’ demekti, simgesi horozdu. İspanya ise matadorların, flamenko’nun vatanı idi, simgesi siyah boğalardı, bir de narıydı sonradan öğrendiğim. Ama en önemlisi, insanlık tarihinin en büyük uygarlıklarından biri olarak, tam 800 yıl boyunca Endülüs Medeniyeti’nin egemen olduğu özel bir coğrafya idi. Bu yüzden görmeği çok istediğimiz bir yerdi. Bu hayalimizi gerçekleştirmiş olmanın huzuru içinde; tatil dönüşü gezdiğimiz coğrafyaların bizde bıraktığı etkiyle bu bölgeleri çok daha kapsamlı anlama ve tarihsel izlerini sürmek ihtiyacı hissettim ve bu doğrultuda özellikle ‘Endülüs’ ile ilgili çeşitli kaynaklar topladım, okuyup inceledim ve notlar aldım. Bu benim için Endülüs’ü çok daha farklı boyutlarıyla tanımam da oldukça etkili oldu.

25 Ocak 2018 Perşembe

Endülüs Güneşi ZİRYAB

"Bütün iyi kitapları okumak, geçmiş anıların o mükemmel kişileri ile konuşmaya benzer." Anonim
Okumaya dair pek çok şey söylenebilir elbette. Kitaplar birer arkadaş, yoldaştır bir anlamda! Okurken bambaşka hayatların içinde olmak, farklı coğrafyalarda gezinmek, yolculuklara çıkmak iyi gelir insana. Hele bir de, okumakta olduğunuz hikâye çok yakın bir tarihte bizzat ayak bastığınız bir coğrafyada; 700 yıl hüküm süren Endülüs Medeniyeti’nin  yaşanmış olduğu topraklarda geçiyorsa, işte o zaman heyecanınız da bir kat daha fazla olur. Çünkü Endülüs medeniyeti sadece İspanya tarihinin değil, insanlık tarihinin de en görkemli medeniyetlerinden biri olarak bugünkü İspanya topraklarında kurulmuş ve asırlar boyunca medeniyetin, kültürün gelişmesinde çok önemli katkılar sağlamıştır. Öyle ki, bu medeniyet, aynı coğrafya üzerinde, farklı din, dil ve ırkların birarada yaşayabileceğini ve farklıların toplumsal zenginliğe dönüşebileceğinin de açık bir göstergesi olmuştur. Doğu kültürü de Avrupa’ya Endülüs aracılığı ile girmiş ve ardında nice görkemli eserler bırakmıştır.

5 Kasım 2017 Pazar

TESLA'yı anlatan en güzel kitap


'Tesla' elimden bırakmak istemediğim ve hiç bitmesin dediğim bir kitap oldu. Bu yıla damgasına vuran en beğendiğim kitaplar listesine böylece ‘Tesla’ açık ara farkla 'ilk üç listesi' içine girdi. Bugüne kadar Tesla’nın hayatını anlatan pek çok kitap yayınlandı ancak ben ilk kez okuduğum Tesla'nın hayatını kaleme alan kitabın yazarı Vladimir Pistalo’nun, olağanüstü zenginlikteki hayal gücü ve metaforlarıyla Tesla’nın iç dünyasına öylesine daldım ki! mucidin serüvenli yolculuğuna ben de kaptırdım kendimi! Hayatı sırlarla dolu ‘elektriğin Sırp Prensi’ Tesla’nın hikâyesini şaşırtıcı derece özgün bir üslupla anlatan Pistalo’nun güçlü kalemine hayran oldum.

Sırbistan doğumlu Tesla’nın babası bir papazdır, annesi ise çok zeki bir kadındır. Hemcinslerine göre oldukça enteresan olan annesinin, hayata bakışı çok farklıdır. Meselâ  bitkilerin çoğunu tanır ve çoğunun ruhu olduğunu düşünür. “İnsanları değiştiremezsin, sevebilirsin sadece” diyen bir annedir o. Babası ise katı bir adamdır.

23 Ekim 2017 Pazartesi

İstanbul Oyuncak Müzesi'nde çocukluğumla buluştum.

Sunay Akın'ın büyük emeklerle kültür dünyamıza kazandırdığı 'İstanbul Oyuncak Müzesi' görmeği çok istediğim bir müzeydi. Nihayet bu hafta sonu müzeyi görebilme şansına erdim ben de. Müze, İstanbul'un nadide semtlerinden biri olan Göztepe'de bulunuyor. Eski bir konak restore edilerek müzeye dönüştürülmüş. Daha müze sokağına girer girmez, bizi devasa boyutlarda 3 adet zürafa karşılıyor. Zürafaları görünce, Sunay Akın'ın 'İstanbul'da Bir Zürafa' kitabı geliyor aklıma. Ve tabi zürafaların ilginç hikâyesi. Sonra İngiliz askerlerini görüyorum, kapının iki yanında nöbetteler,  diğer yandan mizahımızın baş kahramanı Nasrettin Hoca'mız gülümseyerek ' heyyyy! ben de buradayım!' diyor... nereye, hangi yöne bakacağımızı şaşırırken bir anda müzenin gerçek ev sahipleri sevimli kediler, müze ziyaretçilerine alışkın olmalılar ki, bahçe kapısından içeriye adımımızı atar atmaz, kollarımıza, ayaklarımıza resmen sarılıyorlar :) böyle bir ' hoşgeldin 'e can kurban! bu sıcacık karşılamayla, yüzümüzde güller açarak içeriye giriyoruz. Asıl cümbüş içeride!

24 Ağustos 2017 Perşembe

Lizbon'a Gece Treni - Pascal Mercier

‘’Bir yere gittiğimizde, kendi içimizde seyahat ederiz, hayatımızın anlamını bulmaya çalışırız, ne kadar süre sürdüğü önemli değil. ‘’ 
Son zamanlarda izlediğim en güzel filmlerden biri oldu “Lizbona’a Gece Treni”. Film, Pascal Mercier´in uluslararası çok satan romanından uyarlanmış. Objektif değerlendirmelerine ve yorumlarına güvendiğim kitap-okur dostların önerilerine dayanarak kitabını da almıştım Lizbona’a Gece Treninin, ama merakıma engel olamadım ve kitabından önce sabırsızlıkla DVD’den filmini izledim. Beğenilmeyecek gibi değilmiş meğer! İzleyince filmi daha iyi anladım.  Aslında bu filmi Portekiz gezimize gitmeden önce izlemek istiyordum. Ancak gezi öncesinin hummalı telaşı içinde bir de üstüne üstlük vize çıktı-çıkmadı kaygıları yaşarken, film seyretme modunda hiç değildim.‘Ama bu filmi seyahat öncesinde seyretse idim belki de bu kadar çok etkilenmezdim!’ gibi bir cümle kuramayacağım, çünkü bu film, her hali ile çok güzel!. Ancak şöyle bir etkisi olabilir o da; karşı konulmaz bir duygu içinde, yazarın ayak izlerini takip ederek Lizbon’u bir an önce görme isteği. 

18 Temmuz 2017 Salı

'Yitik Ada'nın Öyküsü' José Saramago

Kimin aklına gelir İber'i koparıp Okyanus 'a sürüklemek, hem de Amerika kıyılarına getirip New York 'un önünü kapatma tehlikesi ile karşı karşıya bırakmak! Böylesine engin bir hayal gücü ve kurguyu uzun, şiirsel ve devrik cümleleriyle yapsa yapsa ancak Jose Saramago yapar ;)  
Portekiz'li yazar Saramago'nun uzun zamandır okunmak üzere baş ucumda duran kitabı 'Yitik Adanın Öyküsü ' nü nihayet kısa bir süre önce bitirdim. Aslında kitaba daha önce başlamış ancak o aralar, yurdışı seyahatimizin ön hazırlıkları, vize takip işleri ve bir müddette heyecan dolu bekleyiş süreçleri  yaşarken, kitaba bir türlü konsantre olamamış, gelişen sıradışı hikâyenin içine girememiştim. Neyse ki bekleyişlerimiz nihayete ermiş ve şükürler olsun ki Portekiz ve İspanya (Endülüs turu) gezimizi gerçekleştirmiştik. Artık bu geziden sonra Saramago'nun kitabını okumak daha bir heyecanlı olacaktı benim için... 

8 Nisan 2017 Cumartesi

Son Güz Fırtınası - Mehmet Osman Çağlar


Şiirlerini ve yazılarını hep ilgi ile takip ettiğim değerli blogger dostumuz Mehmet Osman Çağlar’ın, "Mavi Mısralar" şiir kitabından sonra çıkarmış olduğu ilk öykü-romanı "Son Güz Fırtınası" nı ilgi ile ve bir solukta okudum. Çağlar’ın sıra dışı yaşanmışlıklarını, edebi bir dille ve akıcı üslubu ile kaleme aldığı romanında; bir geçmişe bir geleceğe savrulurken, biten her bölümün sonunda ‘acaba bir sonraki bölümde neler olacak’ duygusunu sürekli taşıdım.

4 Ocak 2017 Çarşamba

John Berger'den 'Görme Biçimleri' üzerine...


Güzel Sanatlara ilgi duyan ve resim yapmayı seven bir insan olarak, kişisel gelişimimde ve sanat hayatımda, bugüne kadar bana destek olacak pek çok kaynak kitabı arşivimde bulundurmaya gayret ettim. Ne zaman aklıma bir şey takılsa kütüphanemin başına geçer, dakikalarca kitapların arasında, aslında koskoca büyülü bir dünyanın içine dalar ve burada geçirdiğim zamanları kendime hep bir kazanç olarak görürüm. Okuduğum her kitabı blogumda paylaşmıyorum ancak inanıyorum ki o kitaplar; felsefeden, tarihe, politikadan, sanata, sosyolojiden psikolojiye, dinler tarihinden, mitolojiye... ve hayata dair merak edebileceğim pek çok şeyi bana sunarken benim de; hayallerimi, düşüncelerimi, tarih bilincimi, hayata bakışımı, dil kullanma becerilerimi geliştire-bilmemi ve saymakla bitmeyecek pek çok artıyı bana sağladığını ve aynı zamanda bütün bunların yaşamımı zenginleştirdiğini düşünürüm. İşte bu yüzden bugün size kısa bir süre önce hayata veda eden ve benim ilgi ile okuduğum John Berger’in bir kitabını tanıtmak ve bu vesileyle kendisini sonsuz yolculuğunda saygıyla anmak istedim.

21 Aralık 2016 Çarşamba

"Savaş Sanatı" kitabından yaşama dair...


Zor günlerin içinden geçerken, yaşadığımız endişe ve korkular, bilinmezliğe doğru sürüklenişimiz ve en kötüsü de çaresizce olup bitenleri seyretmek sizi bilmem ama inanın, benim kalbimi acıtıyor artık! Hatta zaman zaman nefes alamayacak kadar kendimi boğulmuş ve huzursuz hissediyorum! hele ki hava böylesine puslu ve kasvetli olunca!. Ne, yağmur şöyle bardaktan boşalırcasına yağıyor, ne de kar, ipek gibi lapa lapa yağayım diyor!. Yağsa da bir ferahlasak. Mevsimlerin bile tadı kalmadı.

Üst üste gelen ve ardı arkası kesilmeyen bombalar, şehit haberleri, yangınlar!.. tam biri bitti derken hadi bir daha, yine şehitler!..yine bombalar!.. nereye baksam dört bir yanımızdan kan damlıyor...Tüm bunlar yaşanırken, hiç bir şey olmamış gibi yapamıyorum! hal böyle olunca, yapacağım işlere de ne mümkün o-dak-la-na-mı-yo-rummm! kafayı yemek işten değil..

15 Temmuz 2016 Cuma

Kitaplar ve 'Hayal Kahramanları'

Kitaplar, dünyaları içine alan, bizi aydınlatan, bizi hiç gitmediğimiz görmediğimiz diyarlara götüren, nice olaylara, sevdalara,  kahramanlıklara ve buluşlara ve daha hiç bilinmeyen sırlara bizleri ortak eden ne büyük bir nimet, ne özel bir arkadaştır. 
 “Okuma, tutkuların en asilidir.” der Antoine Albalat. 
Martine Luther ise; ” Her büyük kitap, bir hareket ve her büyük hareket, bir kitaptır.” der. Bu sözün üzerine dahi, ne çok kitap yazılır. Kitaplar, hayallere açılan bir penceredir aynı zamanda. Ve hayallerimiz, kitaplardaki dünyalarla daha da zenginleşir.
Bir de, hayal kahramanlarımız vardır. Kimi kahramanlar özeldir, onları hiç kimse bilmesin isteriz. Ama bazı kahramanlar vardır ki, onlar hayali de olsalar, hemen herkesin kahramanı olmuştur. Teksas, Zagor, Süperman, Batman, Temel Reis, Şirinler, Casper... gibi. En son okuduğum Sunay Akın’ın ‘Hayal Kahramanları’ kitabında, hepimizin yakından bildiği bu hayal kahramanlarının hiç bilmediğimiz var oluş serüvenlerine yol alıyoruz. Ve ben bir kez daha yazarın araştırmacı kimliğine, konular arasında ustaca köprüler kurarak hiç bilinmeyenleri ya da yanlış bildiğimiz gerçekleri gün yüzüne çıkarmasına hayran oldum. Anladım ki hayal kahramanlarımız bir yana, bir o kadar da gizli kahramanımız var bizim!.

18 Ocak 2016 Pazartesi

‘Taş üstünde gül oyması’ ile zamanda yolculuğa çıkmak…

Erendiz Atasü’nün ‘Taş Üstüne Gül Oyması’ adlı öykü kitabında, bugüne kadar okuduğum öykü kitaplarına hiç benzemeyen bir yazım tekniği ve üslubu ile karşılaştım. Öyküler arasında kaybolurken, farklı kurgusuyla, zaman içinde zamanda yolculuğa çıkaran sinema filmlerinin, izleyicide yarattığı etkiye benzer bir duygu yaşadım. 
Kitabın adı ve açılış öyküsü olan Taş Üstüne Gül Oyması insan-doğa-kültür ilişkisini irdeliyor. Kitabın kapak resmi de bu ilişkiyi imgeye dönüştürerek somutlaştırmış. Öyküye yön veren temel düşünce, motif, imge ve semboller kitap boyunca diğer öykülerde de tekrarlanarak sürüyor. 

30 Aralık 2015 Çarşamba

‘GERİYE KALAN’ güzel anılar olsun...


An'lar mı Anılar mı? GERİYE KALAN - Makbule Abalı

Yazılarını, ilgi ile severek takip ettiğim blogger dostumuz, değerli insan, Makbule Abalı’nın 2014 yılı içerisinde çıkarmış olduğu 'An'lar mı Anılar mı?' GERİYE KALAN kitabını pek çok yayın evinde aradığım halde, ne yazık ki temin edememiş, yeni baskı çıktığında alabilmeyi ümit ederek bekleyişimi sürdürmüştüm.

Sağ olsun Makbule Hanım yeni yıla sayılı günler kala, bana çok hoş bir sürpriz yaparak, okumayı çok istediğim kitabını gönderdi. Sabırsızlıkla beklediğim kitabın ilk sayfasını çevirdiğimde, Makbule Hanım’ın kendi el yazısı ile düştüğü notu büyük bir mutlulukla okudum.

13 Kasım 2015 Cuma

Türkü Söyleyen Şehirler / İsa Kocakaplan

‘Türkü Söyleyen Şehirler’ Söğüt’ten Bursa’ya, Çanakkale’ye, İstanbul’a; Tokat ve Sivas’tan Tunceli ve Harput’a kadar vatan şehirlerinde gezerken gördüğü yerlerin kendisinde uyandırdığı izlenimleri, duygulu bir şekilde kaleme alan usta bir yazarın, anılarla yüklü yolculuğunun izlerini sürdüğüm bir kitap oldu. Kitabın yazarı İsa Kocakaplan bu kitabın nasıl oluştuğunu şu cümleleriyle bize çok güzel açıklıyor;  
‘şehirlerin adımlanan sokakları, tarihî mekânları ile türkülerinin birleşmesinden ruhuma yüklenen izlenimleri, tarih kitaplarının sayfalarında rastlanan ilgi çekici anekdotlarla birleşti ve okuyucu huzuruna çıktı.’ 

26 Ekim 2015 Pazartesi

'Gütenberg Gökadasına Gezi'ye çıkmak !


Tansiyonu yüksek, yaşattığı duygu seli ağır mı ağır, delicesine akıyor hayat. Üstelik sürekli pençeler atıyor, kanata kanata geçiyor üzerimizden!. Bir yanda, ateşin düştüğü ocaklarda kıyametler kopuyor, ve tarifsiz acılarla dolu ne sahneler yaşanıyor. Diğer yanda yaşadığımız bu sıradışı olaylar sanki kanıksanıp sıradanlaşıyor gibi!. Bu daha bir vahim değil mi. Hani eski Yeşilçam filmlerinde bazı sahneler vardır ya, düğünün ortasında, en neşeli olunan o dakikalarda birden bire tabancalar patlar, masalar devrilir, bir izdiham bir kargaşa olur, her yer birbirine girer ve ardından hiçbir şey olmamış gibi yine çalsın sazlar, davullar, oynasın kızlar hali yaşanır! Bizim ki de o hesap oldu. Bu çılgın ritme artık çoğumuz alışır olduk.

Dalgalar acımasızca vuruyor kıyılara!.. denizin rengi bir bulanıp bir duruluyor, gökyüzü bir kararıp bir açılıyor... sonra güneş cankurtaran gibi yetişiyor imdadımıza!. Hayatlarımız gel-gitler içinde med-cezir halinde geçerken; Dengesizlikler içinde dengemizi bulmaya çalışıyoruz. Ne yollarda hayır kaldı, ne de kılavuzluk edenler de!. Doğru yönü bulmak sana kalıyor. Hiçbir etki altında kalmadan, aklın ve vicdanının sesini dinleyip, yaşanmışlıklardan tecrübe edinerek ve daha geniş pencereden bakarak hayata, yönünü kendin bulacaksın. Bu gök kubbe hepimizin üzerinde ve şairin dediği gibi ‘yağmur herkese yağar, ama çok az insan tutar yağmurun ellerini’. Günler, haftalar, aylar ve yıllar bu hengame arasında nasıl da çabuk geçiyor. Ve, her şeye rağmen, acısıyla, tatlısıyla hayat, bizi sarıp sarmalıyor. Umut bize yoldaşlık ediyor.

11 Temmuz 2015 Cumartesi

EFELERİN RESSAMI, Mustafa Ali KASAP


Sanatın en önemli özelliği kuşaklar-arası tarih elçiliği görevini üstlenmesidir. Hayata dair her şeyi, sanatın diliyle anlatmak ve ifade etmek diğer argümanlardan - silahtan, toptan, tüfekten - çok daha etkileyicidir. Çünkü daha insancadır.

Ve ‘EFELERİMİZ’ vardır bizim. Romanlarımıza, öykülerimize, filmlerimize, birçok sanat alanımıza konu olmuştur. Kurtuluş mücadelemizin kahramanlarıdır onlar. Efe denilince de ilk akla gelen güçlü, kuvvetli, başı dik erkek efelerimizdir. Oysa bizim, kadınımız da efedir. ‘Çete Ayşe’, ‘Çiftlikli Kübra’ gibi efelerimiz ve efe yürekli nice kadınlarımız vardır…