Pek çoğunuz bilirsiniz bu türküyü, bir şekilde düğünlerde, kına
gecelerinde duymuş ve tanık olmuşsunuzdur. Müziği oldukça hareketlidir. Yorumcular
da ahenkli bir şekilde türküyü söylerler. Dolayısı ile kim dinlese bu türküyü oyun havası olarak düşünür.
Türkü başlar başlamaz, o dakikada, eller havada, omuzlar titrek pistin ortasına
atlayanları görüverirsiniz. Sözünü ettiğimiz türkümüz, Konya yöresine ait olan
; 'Kesik çayır biçilir mi?' türküsüdür. Ve oyun havası
olarak bildiğimiz bu türkü aslında bir ağıttır. Ama genelde, ne yorumlayanlar, ne de enstrümanları çalanlar bu türküyü, ağıt demek ne kelime, fıkır fıkır ve oldukça hareketli bir türkü olarak çalıp söylemişlerdir. Ve bu türkü pek çok kayıtta da 'hareketli bir türkü' olarak geçmektedir. Dinleyenler ki, dünden razıdırlar göbek atıp oynamalara! Düğün dernek kurulmuş, ağıt dinlemek kimin gelir aklına! çalsın davullar, sazlar.. :)
Konya deyince
aklımıza hemen 'Meram Bağları’ gelir. Konyalıların gözdesi bir yerdir Meram
bağları. Konyalılar der ki; ' burası bize Rabbimiz'in bir armağanıdır.' Siz de gidip görmüş iseniz eğer bu sözün ne kadar doğru olduğunu bilirsiniz.
Meram Bağları, dümdüz bozkırın ortasında yemyeşil bir alandır. Osmanlı zamanında ise daha bir güzeldir ve şehrin en değerli bir köşesidir. Konya’ya gönderilen valiler Meram’da kalır. Mevlevi dedeleri
cennetten bir bahçe olarak gördükleri bu yerde otururlardı. (Görsel: burdan). Gelelim bu türkünün hikâyesine.
Zamanın birinde Konya’ya vali olarak giden bir paşa da oturmak için Meram bağlarını seçer. Ne yapsın koskoca vali Konya’nın merkezinde, bozkırın içinde? Ara sıra Konya’ya inip işlerini halledip tekrar Meram’a dönermiş. O zaman Meram da övüldüğü kadar var. Şimdiki gibi değil, her taraf yemyeşil, her tarafta yemyeşil çayırlar, bağlar, bahçeler, meyve ağaçları… Meram o zaman şehrin en ünlü, en beğenilen yeriymiş. Tüm paşalar, devlet görevlileri, şehrin en zenginleri hep Meram da otururlarmış.
Ve Vali Paşa’nın yaveri, mert, yiğit karayağız uzun boylu bir delikanlı idi. Bu dürüst, güvenilir, özü sözü bir yaveri Meram halkı iyi tanır ve pek severdi. Nadirdi Konya’ya indiği.
Ağaçların kurumaya, yaprakların dökülmeye başladığı sonbahar zamanlarıydı. Bozkırın o yakıcı sıcağı gitmiş ortalık bir nebze serinliğe kavuşmuştu. Kavuşmuştu ama bizim yaverin içi yanıyordu aksine. Neden mi? Mevlevi çelebilerinden birisinin kızına vurgundu da ondan. Aslen Konyalı değildi, ailesi başka bir memleketteydi ve bir anlamda misafirdi bu memlekette. Konya’yı çok severdi ama Konya’dan da çok sevdiği birisi vardı nihayetinde bu şehirde.
Bu kız bir Mevlevi çelebisinin kızıydı. Genç yaver bu kızı çok seviyordu ama duyulmasında dile düşmekten korkuyordu. Gizli gizli geceleri Meram bağlarında, çayırlarında buluşurlardı. Kimseye görünmeden iki çift laf etmek için bin bir zahmete katlanırlardı.
Genç yaver bir gece yine Mevlevi Çelebisinin kızıyla buluşmak için yola düştü, buluşacakları yere geldi. Mevlevi Çelebisinin kızı zerdali ağacının altında onu bekliyordu. Buluştuklarında dünyalar onların oldu. Her şeyi unuttular. Samimiydi sevgileri… Yaver bir taraftan konuşmak istiyor ama konuşamıyordu. Ne ellerine birbirine değdi, ne de göz göze geldiler. Çayırların üstünde uzun süre yan yana oturdular, tek bir kelime söylemeden, sessizce, öylece dakikalarca. Bir ara delikanlının aklına anası, babası geldi kalkıp gitmek istedi; ama yâr tatlıydı işte orada bırakıp gidemezdi.
Gitmek istiyordu çünkü bazı gençler onu pek sevmiyor üstelik oldukça kıskanıyorlardı. Hele de bir çelebinin kızıyla buluştuğunu duyacak olurlarsa ya Konya’da onu barındırmazlar ya da öldürür bir tenhaya atarlardı cesedini. Böyle olacağını biliyordu genç yaver.
Meram bağlarında yine hafif serin bir rüzgâr esmeye başlamıştı. Rüzgâr estikçe ikisinin içindeki aşk ateşi büyüyor, bunun yanında da korku ateşi bir o kadar da içlerini yakıyordu. İkisinin de tek düşündüğü ne olacaktı bu durum? Ne zamana kadar böyle buluşacaklardı? Duyulursa yaverin başına çok kötü şeyler gelebilirdi. Yaver tam kalkıp gitmeye yeltendiği sırada silah sesleri duyuldu. Sekiz Konya delikanlısı, yaverin üstüne sekiz kurşun sıkmışlardı. Yaver önce yalpaladı, dengesini yitirdi sonra çayırların üstüne devrildi.
Sekiz Konya delikanlısı hiçbir şey olmamış gibi içlerindeki kini söndürmenin coşkusuyla türkü söyleyerek gözden kayboldular. Mevlevi çelebisinin kızı yaverin üstüne kapandı ve öylece kaldı. Sabah vakti oraya gelenler kesik çayırların üzerinde genç yaverin cansız bedenini ve başucunda bekleyen çelebi kızını buldular.
O günden sonra ne zaman Konya’da birbirlerine sevdalanan gençler olsa hep aralarında bu türkü söylenir oldu. (başka bir rivayette ise; Paşa ertesi gün yaverinin yanık künyesini ailesine gönderir. Ve ardından 'kesik çayır biçilir mi' ağıtı nice sevdalıların, yiğitlerin dilinde türkü olur, söylenir.)
Kesik çayır biçilir mi? / Soğuk sular içilir mi? /
Bana yardan geçti derler /Seven yardan geçilir mi?
Aman desinler desinler / Şeker yesinler /
Şu oğlan şu kıza / Yanmış desinler
Şu oğlan şu kıza / Yanmış desinler
Ankara'nın tren yolu / Gahi eğri gahi doğru /
Canım benim Anadolu / Gideyim mi senden
gayrı
Aman ben yandım yandım /
Ellerin memleketinde eylendim kaldım
Ellerin memleketinde eylendim kaldım
Yöre: Orta Anadolu - Konya Türküsü (Ağıt)
Türkünün Kaynağı (Mahlası) Neşet Ertaş
Türkünün Kaynağı (Mahlası) Neşet Ertaş
Yorumlayan: Bedia Akartürk
Allah için sanatçımız güzel okuyor, yerel folklor ikilisi de pek güzel oynuyor:)
Allah için sanatçımız güzel okuyor, yerel folklor ikilisi de pek güzel oynuyor:)
*****
Biz, oynamaya meraklıyız sadece. Oysa biraz dikkat etsek, ne söylenmiş? ne anlatıyor bu türküler? düşünsek biraz!.. Gahi eğri, gahi doğru! Aman desinler desinler, şeker yesinler... Şu oğlan şu kıza, yanmış desinler... :)
Esin Bozdemir
Teşekkür ederim Esin. Türküler,gerçek hikayelerden doğarlar. Şimdi masal gibi bilinse de bu hikayeler,hikayelere dönüşecek düşlerdir insanı farklı kılan...
YanıtlaSil@Guven,
SilÖnce düşlere, sonra masal gibi hikâyelere dönüşen olayların
bir zamanlar yaşanmış olduklarını düşünmek bile inanılmaz bir duygu!.
Bu yazınızı okuyunca hemen aklıma "Hey onbeşli onbeşli" Tokat türküsü geldi. Ne yazık ki bu ağıdı da benzer şekilde düğünlerde göbek havası olarak okuyorlar.
YanıtlaSilGeçmişi ve acıları unutmak ne kadar kolay...
@Mehmet Bilgehan Merki,
SilNe yazık ki geçmişi çok çabuk unutan bir millet olduk. "Hey onbeşli onbeşli" türküsü de aynı şekilde, hiç özüne, konusuna uygun olmayan bir yaklaşımda neredeyse şıkır şıkır oyun havasında yorumlanır oldu. Oysa türkülerimiz kültürümüzün yapı taşlarıdır.
Yılların ötesinden gelmiş pek çok türkümüzde, öykümüzde yanlış değerlendirmeler, yanlış anlamalar var. Herhalde gülmeyi özlemiş bir millet olmamızdan kaynaklanıyor biraz da bu. Folklor kültürümüzün çok yönlü değerlendirilemeyişi de belki bir neden olabilir mi? Keşke her şeyi yerinde ve bilerek uygulayabilsek...
YanıtlaSil@Makbule Abalı,
SilFolklor kültürümüzün çok daha yakından incelenip sizin de altını çizdiğiniz gibi çok yönlü değerlendirilmesi gerekir. Şimdi bu türküyü her kim dinlerse, sözleri de dahil olmak üzere kesinlikle bir ağıt olduğunu düşünemez. Bu türkü hiç bir şekilde özüne uygun uyarlanmamış. Doğal olarak göbek atıp oynamaya dünden razı olan insanımız, hele bir de bülbül gibi şakıyıp söyleyen ses ustaları sanatçılarımızı da böylesine yorumlarken görünce..ortaya böyle nahoş görüntüler çıkıyor!.. Ne yerinde gülmeyi ne de yerinde konuşup söz söylemeyi biliyoruz. Her konuda köklü bir eğitim şart.
Türküyü baştan sona dinledim.
YanıtlaSilEğer sen araştırıp öğrenip bize aktarmasaydın ağıt olduğu hiç belli değil Esinciğim.
''Üç kız bir oğlana vurgun desinler'' diyor Bedia Akartürk? O ne alâka anlamadım.
Bazı dizeler sırf oyun havası olsun diye mi atılmış ki? Ya da değiştirmiş olabilirler mi, nedir acaba?
İnsanlarımız oynamayı pek seviyor.
FlashTV kültürü yerleşik ruhlarında. Nerde çalgı orda neşe. Sözler ne diyor dikkat eden kim? Tek darbuka olsun o bile yetiyor, dikkat et bak...
Bilgilendirme için teşekkürler. Sevgiler
Keşif dolu bir hafta sonu seninle olsun...
@Zeugma,
SilEvet aynen seninde türküyü dinlerken tespit ettiğin gibi Zeugma'cığım.
Türküyü dinleyen hiç kimse bu türkünün bir ağıt olduğunu düşünemez.
"Üç kız bir oğlana vurgun desinler" sözleri ise sanki sonradan eklenmiş, uyarlanmış gibi..
Türkünün hikayesi ile örtüşmüyor..
Her ne şekilde olursa olsun..biz milletçe tepsi tıngırtısında dahi oynamaya meyilliyiz.
Bazen de abartıyoruz ve çok komik duruma düşüyoruz.
Flash TV kanalı hele ki!.. 'olmaz böyle bir şey' denecek kadar;
tuhaf mı tuhaf!..bayağı, rüküş.. 'arabesk' demek bile yeterli değil.. :))
Ben de sana dingin bir hafta sonu dilerim Zeugmacığım..
Sevgilerimle...
Merhaba...
YanıtlaSilYazınızı okumak büyük keyifdi benim için. Bu durumun iyi algılanması bence okullarda , türkülerimizin hikayeleri olarak verilmeli. Bu aynı zamanda Anadolu insanının çektiği eziyetlere de ışık tutacaktır... Selamlar
@Tülay Gürdal,
SilKesinlikle düşüncelerinize katılıyorum. Eğitim müfredatının içinde kültürel miraslarımız olan ve tarihimize ışık tutan türkülerimizin hikayelerine de yer verilmeli. Değerli yorumunuza teşekkür ederim Tülay hanım.. Sevgiler, selamlar..
Sadece bu olsa iyi birçok şarkı ve türkümüzde sözlerle ezgi uyarlaması tezattır. Sözler acılı bir hikayeyi anlatırken melodi oynak mı oynaktır. E böyle olunca da kapı gıcırtısına oynayan milletimiz şıkıdım şıkıdım başlıyor kıvırmaya tabii. Tersi uyarlamalar da var; sözleri gayet eğlenceliyken ezgisi ağır tempolu olan. Bu durumda da bir melankolidir sarıp sarmalıyor dinleyeni. Anlaşılıyor ki, sözlerden çok melodi etkili oluyor dinleyenin ruhunda. :)
YanıtlaSilTürkünün, insanın içini acıtan bir hikayesi varmış sahiden de.
Sevgiler
@Çınar,
SilAynen o tezatlık pek çok türküde yaşanıyor üstelik bunu pek çok yorumcu yapıyor ne yazık ki!türkünün hikayesini bilmeden, alakasız bir yorumla türküyü okuyorlar.
Yazımda bu duruma özellikle değinmiştim ben de.
Evet dokunaklı bir hikaye..
Sevgiler..
Zeytinyağlı yiyemem aman
YanıtlaSilBasma da fistan giyemem aman
Senin gibi cahile
Ben efendim diyemem aman
sözleriyle kültürümüzü küçültüp unutturan, 1946 Marshal Yardımları sonrası Amerika'nın ülkemize pazarladığı mısırı tüketebilmek için, mısır yağı ve margarine halkı alıştırıp zeytinyağından soğutan, basmayı senelerce basitliğin simgesi haline getiren, ''köylü milletin efendisidir'' sözlerini hafızalardan sildirip; köylüyü onlarca yıldır cahil ve ayıplı gibi algılatan, Amerikanın 1954 yılında servis edip Türkiye'nin en çok çalınıp söylenen şarkısı haline getirdiği, halkın algısıyla oynayıp kültürünü değiştirdiği bir ülkedeyiz. Böyle yabancı servislerin kültürel algı üzerinde oynadıkları şarkıyla düğün salonlarında oynayıp zıplanacağına, ağıt da olsa hiç olmazsa halkın türküsüdür, bunlarla oynansın deyip teselli oluyorum ben.
@arkeo rehber,
SilYıllardır süregelen bilinçli politikalar tüm bunlar. Ulus bilincini yok etmek, kültürümüzü yok saymak, dilimizi, toprağımızı her şeyi ortadan kaldırmak çabalarıdır yapmak istedikleri. Ancak her şeye rağmen, Türk kültürünün yıpratılmasına ve asimile edilmesine olanca gücümüzle karşı koymalıyız, bu hepimizin sorumluluğudur.
'Bir teselli ver' derdi bir zamanlar Orhan Baba :)) onun gibi teselli bulabiliriz mi diyelim!? yine de pes etmeden, bu alçaklıklara 'dur' demek için, direnelim hayata!.onların yok saymaya çalıştıklarını biz 'var' gücümüzle ortaya koyalım..Değerli yorumunuza teşekkürler, esenlikle dilerim.