15 Ekim 2009 Perşembe

İstanbul' da Garipçe Bir Köy!



Geçtiğimiz hafta sonunu eşimle, İstanbul’ un Sarıyer ilçesine bağlı Garipçe Köyü’ nde Boğazın Karadeniz girişine hakim nefis manzarası, temiz havası, taze balıkları, antik kaleleri ile çevrili olduğu farklı bir atmosfer içinde geçirdik.

Aracımızla Sarıyer'den Rumeli Feneri - Kilyos istikametine dönerek, yaklaşık 10 km. süren ve Datça yolunu andıran hafif virajlı ama buna değecek güzellikte olan Garipçe Köyüne doğru yol aldık. Keyifli bir güzergahı ile manzaralı asfalt yol boyunca, iki kıtayı ayıran nehir görünümlü boğazın muhteşem görünüşü inanılmaz güzeldi. Bu tablo Sarıyer' den çıkıp henüz beş dakika geçmeden gözler önüne serilince, ister istemez kendimize; “ biz gerçekten şu an İstanbul' da mıyız yoksa Ege sahillerinde mi yol alıyoruz! ” sorusunu sormadan edemedik…

Bu manzara karşısında dayanamayıp, aracımızı uygun bir yere park ederek, tepeden panoramik görüntüyü, bol bol fotoğraf karelerine aktardık. Yazdan kalma bir günü yaşadığımız bu sonbahar mevsiminde, tepeden görünen harika manzaraya ilave birde, yüzümüze ılık ılık esen deniz ve çam kokulu rüzgarın kokusuyla adeta büyülendik. Bu keyifli yol güzergahından sonra bizi küçücük adı gibi garip görünen bir balıkçı köyü olan Garipçi köyü karşıladı.

Mitolojiye göre, lanetlenmiş Kral Phineus' ın yaşadığı bu köye antik çağda sahilinin taşlık ve kayalık olması, yüksek ve sarp kayalıklarında kartal ve akbabaların yuva yapmaları nedeni ile Gyropolis yani "Akbabalar Şehri " denilirmiş. Kral Phieneus' un Sarayı da burada şimdiki adıyla Garipçe ile Papaz burnu arasında imiş. Garipçe Köyünün bir diğer adı tarihçi Homeros' a göre Kharybdis' dir. Efsanelere konu olan Garipçe' ye Gypopolis (Geyer'in Kenti) de denilmekte imiş. Garipçe, Harpylerin işkenceleri ile karşı karşıya kalan efsanevi kral Phineus' tan ötürü de ün kazanmış.

Bir başka söyleme göre ise köyün adının Karibce' den geldiğidir. " Karib " kelimesi Osmanlıca da "yakın, yakında olan, yer ve zamana yakın, soyca yakın" anlamını taşıdığından ötürü köyün bu adı aldığının da söylenmesidir.

Efsanelerde adı geçen ve tarihi bir koyda bulunan bu Garipçe köyünü bizde doğrusu merak etmiştik. Boğaz'ın Karadeniz girişinde yer alan Rumeli Feneri' nden sonra gelen ikinci köyü olan Garipçe, avuç içi gibi küçük bir koyun yamacına kurulmuş bir bakışta tamamına hakim görüntüye sahip olunabiliniyor. İki ayrı tepede Kule ve Kale olarak anılan iki kalesi var Merdivenlerden çıkarak beş dakikalık bir yürüyüşle Garipçe Köyünün Cenevizlilerden kalma 550 yıllık kalesiyle karşılaşıyorsunuz. Biz hemen bir solukta tepeye tırmanarak, burada kalenin üstünden denizin hemen Karadeniz’ e açılan ve uzaktan boğazı dantel gibi saran görüntüsünü izlemenin keyfini yaşadık. Kale eteklerine gelen piknikçilerin bıraktığı piknik artıkları (poşetler, bira şişeleri, plastik su kapları, gazete kağıtları vs.) gibi çöpler kalenin turistik görünümünü kirletirken, sahipsizliği burada da bir kez daha gözler önüne seriyor! Kalenin ikinci katı üstüne dek araçla gelme imkanı bulunuyor ve kale tavanlarında yer yer çökmelerle oluşmuş deliklere de burada rastlanıyor. Doğrusu bu kaygı verici görüntüden ötürü sağlığımızı tehdit edeceğini düşünerek kalenin içini dolaşma cesaretinde bulunamadık. Bunun yerine pek çok ziyaretçi gibi bizde sadece, boğazdan Karadenize doğru açılan harika manzarayı seyretmekle yetinerek, bol bol fotoğraf çektik.


Sahilde ise, köy halkının geçimini balıkçılıkla sağladığı restoran ve kahvehaneler göze çarpıyordu. Bizde hemen ayaklarımızın yamacında yer alan balıkçı lokantalarının salaş görüntüsü içinde; karşımızdan gelip geçen gemileri izlerken bir yandan da taze taze tutulup servisi yapılan Çingene palamutlarının lüfer, sarıkanat ve karagöz balıklarını afiyetle yemenin ve üzerine içilen tavşankanı çaylarının keyfi ile Garipçe köyü gezimizi noktalamış olduk. Yalnızlığı ve garip kalmış görünümünü koruyan bir köydü karşılaştığımız.

Köyün kayalıklar arasındaki küçük bir koyda olması, yerleşim alanının yetersiz bulunması, balıkçılık dışında herhangi bir sanatın olmaması garibanlığı ve bu anlamda “Garipçe Köyü” adını doğrular nitelikteydi.

Hiç de hak etmeyecek bir halde kendi haline terk edilmiş olan bu ve bunun gibi pek çok tarihi eserlerimiz ve beldelerimiz beni hep oldum olası üzmüş ve hüzünlendirmiştir. Hele ki eğitimsiz ve cahil insanların vicdanlarına bırakılarak göz göre göre yok edilmesi!… Ama tüm bunlara rağmen ayakta durabilmek adına direnen bu tarihi yapılar… Geçmişin hüzünlü izlerini taşırken ona uzanacak ehil elleri de bir umut bekler gibiydiler…

Tarih, bir milletin birikim ve tecrübelerinin yeni nesillere aktarılmasını sağlayan bir bilimdir. Geçmişteki olaylardan ders almayan milletler kendilerini günün şartlarına uydurmakta zorluk çekerler. Bu nedenle tarih, bir millet için en faydalı bir kaynak, en sağlam bir hazinedir. Tarihi zengin bir millet, manevî miraslara sahip güçlü bir millettir.

Bir milletin, gücünü tarihten aldığını çok iyi bilen büyük Önder Mustafa Kemal ATATÜRK, Türk Tarihi' ne büyük önem verdi. O, Türk milliyetçiliği görüşüne dayanan bir millî tarih anlayışını benimsedi. Atatürk, bu görüşünü şu sözleriyle dile getirir:
"Büyük devletler kuran atalarımız, büyük ve geniş kapsamlı medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, incelemek, Türklüğe ve dünyaya bildirmek bizim için bir borçtur. Türk çocuğu, atalarını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır. Bu tarihten, Türk çocukları bağımsızlık fikrini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler, kendilerinin aynı kandan olduklarını düşünecekler ve bu kabiliyetle kimseye boyun eğmeyeceklerdir."
Böylesine zengin bir tarihe ve medeniyete sahip iken, daha fazla geç kalmadan bizler de birey olarak üzerimize düşen görevleri yerine getirmeliyiz.


Tüm hazin görüntüsüyle yalnızlığa terkedilmiş ve garipçe bırakılmış olan İstanbul' un Karadenize açılan son koyundaki bu küçük köyü sizde garip bırakmayarak bir hafta sonunuzu ayırabilirsiniz.


Esin Bozdemir



Köy hk.da ayrıntılı bilgi için:  Garipçe Köyü

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder