23 Şubat 2018 Cuma

Bandırma'da hayattan ve sanattan yansımalar

Yaklaşık bir iki haftadır buralarda yoktum sevgili okur, bilmem yokluğum fark edildi mi! Kısa bir süreliğine de olsa ana-baba ocağına ve benim de gençlik yıllarımı geçirdiğim Bandırma’da soluğu aldım. İstanbul öyle sanıyorum ki bu şehirde yaşayanları soluksuz bırakıyor. Böylesine kaos ortamında ve yoğun tempo içinde nefes alamıyoruz adeta. Herkes çok yorgun ve stres yüklü. Farkında olmadan sanki için için ölüyoruz. Bu yüzden fırsat bulduğumuz an bu şehirden uzaklaşmakta fayda var.  Tabi bunu çok istesek de hadi deyince olmuyor. Bazen iş-güç, bazen varsa çoluk çocuğun okuludur, kursudur, yok sağlıktır, yok şudur budur derken… yada birbirini beklerken zamanı bir türlü denkleştiremiyor insan. Ancak bazen, amasız ve fakatsız çıkmak gerekir yollara. İnsanın can yoldaşı veya yol arkadaşı dışında bir de tek başına yollarda olma hali de güzel. Birlikte paylaşımlar kadar, zaman zaman insanın kendisiyle de baş başa kalması bir gereklilik diye düşünürüm. Çünkü insan bazen - şu zor hayatın içinde- sevimsizce, kendisinden bile uzaklaşmak istiyor. Sonra arınmış, durulmuş, yenilenmiş bir şekilde, sıfırlayarak kendini yeniden özlemle yuvaya dönmenin keyfi de bir başka oluyor.
“Hayat su gibi akıp gidiyor” diyoruz ya hep. Oysa “zaman” denen kavram sadece biz faniler için geçerli. “Hayat” ise o, hep sabit yerli yerinde duruyor aslında!  Zaman usulca geçerken üzerimizden,  bizler de yaş üstüne yaş alıyoruz farkında olmadan. Ancak küçükler büyüdüğünde, ebeveynlerimizin ise yaşı ilerledikçe ve tersine yavaşça küçüldüğünde, o zaman anlıyoruz ki, biz de bu döngünün içindeyiz ve biz de yaşlanıyoruz işte!.  10 yıl önce ki “ben”  ile bugün ki "ben" ya da “annem-babam” aynı mı! Üstelik bugün varsan, yarına Allah kerim! Hâl böyle olunca hayatımızdaki önceliklerin de sırasını doğru belirlemek gerekiyor. Diyeceğim o ki; anneye-babaya, evlâda, eşe ve kardeşlere...kısaca, canımızın içi sevdiklerimize ayıracak zamanımız her zaman bulunur-bulunmalı. Bunun bahanesi hiç olmaz. Ne yazık ki tersi durumlar da söz konusu. Oysa fani dünya değmez bunlara! Hayattayken, birbirine zaman ayırmalı insan. Sevmeli, göstermeli duygularını. Çünkü şairin dediği gibi “Hayat kısa, kuşlar uçuyor”. Kimi vakitlice, kimi vaktinden önce! 
İşte benim durumum da - rutine dönüşen aynı şeylerin dışına çıkmak - hem biraz nefes almak, hem de özlediğim canlara kavuşmak içindi. Çünkü ne bir insan yüzü görmek, ne de iki çift laf etmek geliyordu içimden. Ne televizyon açasım, ne de sosyal medyayı takip edesim!. İnsan sıkılıyor bazen her şeyden, ama anormallik bende değil, şu içine düştüğümüz coğrafyanın bitmek tükenmek bilmeyen sorunları, sıkıntı duyulmayacak gibi değil çünkü. Bir de üstüne üstlük giderek tuhaflaşan siyasi ortam... ve bir yığın tutarsızlıklardan nasibini alan insanlara katlanmak da bir o kadar çekilmez olurken, İstanbul dışına çıkmak, son derece iyi oldu. Otobüsle yolculuk yapmak dahi iyi geldi bünyeme.
İstanbul’dan Bandırma’ya karayolu ile giderken, defalarca üzerinden geçtiğim, bildiğim coğrafyanın dahi, fark ettim ki her geçen gün değişmekte çehresi. Yeni yapılan yollar ve yeni - Dilovası Dil Burnu ile Altınova Hersek Burnu arasına inşa edilen - Osmangazi Köprüsü üzerinden İzmit körfezine ve Gemlik’e kuşbakışı bakmak bile heyecan vericiydi benim için.
Bursa’da ve birkaç yerde verilen küçük molalarda ise dikkatimi çeken, özellikle Bursa’nın da tıpkı İstanbul gibi her geçen gün şişerek büyüdüğünü; şehir dışına taşan villa tipi konutların giderek çoğaldığını, şehrin ise bir beton yığınına dönüşen görünümünün endişe verici olduğunu gözlemledim! 
Sonra uzaklardaki köylere baktım uzun uzun. Biran gözümün önüne, geçtiğimiz yıllarda Anadolu’ya yaptığımız seyahatlerde karşılaştığımız manzaralar geldi! Maden ocaklarının yakınında yer alan antik kentlerin nasıl harap hale geldiğini, şelalelerin hemen dibine yapılan x konutlarıyla hem doğaya, hem de turizme ne büyük bir yanlış yapıldığını ve kâh santral yapımı, kâh baraj yapımı için kimi köylerin, antik kentlerin ve verimli toprakların... suların altında kaldığını görmek hep içimizi acıtmıştı. Özellikle boşalan ve terk edilen köyleri görmek hüzün vericiydi. Bu yüzden Bandırma’ya giderken, üzerinde yaşam belirtisi olan köyleri ve kesilmeyen zeytin ağaçlarını görmek bir nebze de olsa sevindirdi beni.

Bilinçli toplumlarda doğal yaşama dönüş desteklenirken, çiftçiye ve köylüye sahip çıkılırken biz de tam tersi. Köyler akın akın boşalıyor ve şehir yaşamı özendiriliyor. Doğamızla çelişen ve aslında bize ters düşen bu yaşam modeli hem kendimize, hem de toplumumuza yaptığımız en büyük ihanet. İçim dışım ülkemizin içinde bulunduğu sorunlar yumağı olan bu düşüncelerle dolu. Kayıtsız kalamıyorum. Ve 'bana ne?' diyemiyorum bir türlü. Neyse ki yollarda karşıma başka güzellikler de çıkıyor...
Gölyazı’ya yaklaşırken henüz göç mevsimi olmasa da, semalarda gördüğüm birkaç göçmen kuşun heyecanıyla, pır pır eden yüreğimin sesine kulak verdim, 'leyleği havada gördüm dostlarım' ve böylece olumsuz düşünceleri de başımdan savdım gitti. 
Kâh öyle, kâh böyle de olsa, değişik duygular içinde yollarda olmak yine de güzeldi. İçimi daraltan düşünceleri olabildiğince kovmaya çalışıp, kışı görmeden bahara evrilen yemyeşil toprak ananın cömertliğine tutundum, çiçeklenen bahar dallarına yol boyunca bakındım durdum. 
Ve nihayetinde Bandırma’ya geldim. Canlarımla buluştum, uzun zamandır görmediğim komşularımızı, eşi-dostu  gördüm. Küçük yerlerdeki insan ilişkileri de daha bir samimi. Bandırma şirin ve İstanbul’a göre çok daha sakin bir liman kenti. Eskiye göre biraz daha kalabalık olsa da yine de mega kentlerle kıyaslanamaz. Ayrıca Bandırma'da çok yüksek yapılaşma yok. 6. Ana jet hava üssü ilçenin çok yakınında olduğundan uçakların iniş ve kalkışına engel teşkil edeceği için en fazla 5 katlı yapılar bulunuyor. Sadece Levent Evleri olarak anılan bölgede 10-12 katlı binalar görülüyor.
Kapıdağ Yarımadası ise doğasıyla muhteşem. Karşı kıyılardaki sahil köyleri, zamanın muhacirlerine ev sahipliği yapıyor. Kapıdağ’ın dantel gibi koylarında yer alan bu köylerin konumları öylesine güzel ki. Bir yanda yemyeşil bir orman, bir yanda masmavi bir deniz. Köylere ve sayfiye yerlere ulaşım çok rahat. 
Ve benim en sevdiğim köy ise Tatlısu Köyüdür. Kaynaklarda bu köyün de, 17. yüzyılda İran muhaciri Ermeniler tarafından kurulduğu akratılmakta. Günümüzde ise pomaklar ve lazlarla yapılan evliliklerle kozmopolit bir görünümde... ve oldukça renkli bir kültüre sahip.
Son derece doğal, kendi halinde bir kıyı köyüdür Tatlısu Köyü. Hava güzel olduğunda kahvaltılık malzemesini alan yöre halkı, buradaki çay bahçelerine gelip en âlâ denize nazır masalara oturup rahatlıkla kahvaltısını yapabilir. Hatta masalar arasında birbirlerine peynirdir, reçeldir ikramı dahi yapılır. Bir çeşit piknik havası hakimdir. İçecekler işletmeden, börekler, çörekler köyden, ikramlar eli açık, yedirmeyi içirmeyi seven yöre sakinlerinden. Böyle bir konfora, başka hiçbir işletme müsaade etmez, gönlü zengin Tatlısu esnafı bu yüzden pek sevilir. Ve Tatlısu çay bahçeleri bu salaş hali ile bana da çok sevimli gelir. Bandırma'ya her gelişimde ilk fırsatta buraya gelmek isterim.
Ayrıca köyün meşhur çibörekçisi, odun fırınından çıkan unlu mamülleri, baston simitleri, kurabiyeleri, poğaçaları da çok meşhurdur, tabi bir de Tatlısu’yun adı üzerinde, dağdan gelen ‘tatlı suyu’. Çeşmelerden güldür güldür akan tatlı sudan içmeden köyden ayrılmak olmaz.
Gittiğim hafta hava çok soğuktu ama bir iki gün güneş yüzünü gösterdi. Biz de hazır güneşi bulmuşken Tatlısu’ya gittik. Çay bahçeleri açıktı ve güneşi gören yöre halkı sahildeki çay bahçelerini doldurmuştu, her yer cıvıl cıvıldı. 
Ve ben, mis gibi denizin kokusunu, Kapıdağ’ın esintisini içime çekip bir de - aylardır diyetten gözümün döndüğü ve bu yüzden küçük bir kaçamağı kendime reva görerek - Tatlısu'yun marifetli tatarların elinden nefis çiböreklerin tadına bakmak farz oldu. Etrafa yayılan çiböreğin kokusu beni benden alınca, büyük bir iştahla midemi şenlendirdim. “Ohhh dünya varmış! İyi ki gelmişim" dedim :)   
Bu ziyafet, gözlerimi bile balık gibi parlatmaya yetti!.
 
Bir sırt çantası ile yola çıksam da yine de kitaplara ayıracak yerim her zaman bulunur. Yalnız bu defa sadece küçük bir cep kitabı almıştım yanıma. Guy De Maupassant’ın öykülerinden oluşan kitabını, biraz da uyku öncesi çerez niyetine, ana ocağının kuytusunda, her geceye bir öykü sığdırarak geçirdim. Sonra da öykülerin içine dalarak hiç zorlamadan gözlerimin kapanmasına izin verdim.

***

Ve anne eli değmiş yemeklerin kokusu, lezzeti de paha biçilmezdi tabi ki.  Ama biraz da evlat eli değsin “ben yapayım” dediğim de oldu. Yemeklerimle buluşan, annemin, babamın ışıldayan gözleriyle karşılaşmanın duygusu, gönüllerdeki izi tarifsizdir. Anne baba evlada, evlatlar anne babaya hiç kıyamaz. Bu hep böyledir. Böyle olması da doğal olanıdır zaten.  Diyeceğim o ki sevdiklerini şımartmak kadar onların yanında şımarabilir insan, şımarma hakkını kullanabilir. Bu yüzden Bandırma’da sevdiklerimle birlikte zaman nasıl geçti hiç anlamadım.

Bandırma ayrıca, okur yazar oranının yüksek olduğu aydın bir ilçemizdir. Sanata ve sanatçıya değer verilir. İlçede 4 tane kültür merkezi olması bunun da bir göstergesidir. Bulunduğum hafta Barış Manço Kültür Merkezindeki ‘Melih Çınar Sergi Salonu’nda karma yağlıboya resim sergisi vardı. Bandırma’dan ayrılmadan önce bu sergiyi de görmek istedim. Hele ki serginin adı ESİNTİLERolunca bir de, esip geçmek hiç olmazdı.

***

Bandırma Belediyesi Kültür ve Sanat Etkinlikleri kapsamında gerçekleştirilen sergi, 6 kadın sanatçının eserlerinden oluşuyor.

***


***

Fatma Hümeyra Keskin, Gönül Seçinti, Gönül Soldan, İlhame Öztürk, Nesrin Trak ve Şengönül Özman´ın eserlerinin yer aldığı karma yağlı boya resim sergisi 27 Şubat’a kadar devam edecek. Bandırmalı sanatseverlere ve yolu Bandırma’ya düşenlere duyurmuş olayım ben de.

Sevdiklerinizle birlikte ve yapmaktan keyif aldığınız şeylerle geçireceğiniz,
Güzel bir hafta sonu dileklerimle... 

Esin Bozdemir

9 yorum:

  1. Bandırma deyince babam gelir aklıma. Liseyi orada okumuş, ve o lise arkadaşlarıyla hiç kopmamışlardı. Otobüsle hep birlikte gidip kaldığımızı hatırlıyorum. Upuzuuun bir mendireği vardı. Ne sakin ve huzurlu gözüküyordu.

    Ana baba ocağı insanı çocukluğuna döndürüp ruhuna iyi geliyor. Ne güzel yapmışsın.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @Handan,
      Bazen dikkatimi çeker, hayatıma bir şekilde dokunan insanlarla aramda gözle görülmeyen ama ardında inanılmaz bir şekilde birbirimizi çeken ortak olduğumuz bazı şeyler 'gizli bağlar' vardır. Aynı yollarda yürümüşüzdür meselâ hiç farkında olmadan, aynı mekânlara girip çıkmışızdır birbirimizden habersiz. Ya da birimiz o mendereğin daha başındayken, diğerimiz dönüş yoluna çoktan sapmışızdır...ne ilginç değil mi!.

      Okul çıkışlarında arkadaşlarımızla o menderekte yürürdük. Bazen tepe gazinosunda (çay bahçesinde) oturur gün batımını seyreder, Ümit Besen'den 'bir tahta masada adımız kalmış!' :))) parçasını dinlerdik ve göz ucuyla, tahta masalara yazılan sevda sözlerini okurduk kıkır kıkır gülerek :))

      Şehit Mehmet Gönenç Lisesi -kısaca ŞMG- benim de mezun olduğum lisedir. Sabahları erkenden yola çıkar, yokuşun başında olan o tarihi binaya gelirdim. Karşımızda da askeri bir yurt vardı. Ah benim dönemlerimde kız ve erkek ilişkileri çok başkaydı. O köşebaşları okul çıkışlarında bir yığın platonik aşıklarla dolup taşardı. 80'li yıllar - Masumiyet yıllları-
      o yıllarda aşklar sadece bakışarak yaşanırdı!. Göz göze gelirken dahi yüzümüz kızarırdı.

      Gördüğün gibi ana baba ocağı özlemle andığımız o çocukluk ve gençlik yıllarımıza çok çabuk götürüyor bizi. Değerli babacığınının ruhu şad olsun. Işıklar içinde uyusun sevgili Handan.
      Bandırma sakin ve huzurlu bir kenttir. Ve bizim huzura, dinginliğe olan ihtiyacımız her geçen gün daha da çoğalırken, bu küçük kentlerin de kıymetini bilmek gerek...

      Sevdiklerinle birlikte güzel bir hafta sonu diliyorum sana Handan.
      Sevgilerimle...

      Sil
  2. Ne iyi etmişsiniz.Yazıyı okuyarak bizde oralara ufak bir yolculuk yapmış olduk..Kaleminize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. *Mehtap,
      Teşekkür ederim Sevgili Mehtap,
      Dilerim siz de gitmek istediğiniz yolculukların içinde bulursunuz kendinizi.
      Güzel bir hafta sonu diliyorum. Esenlikle...

      Sil
  3. İyi ki gitmişsin ana-baba ocağına. İyi ki de dönmüşsün diyeceğim sonrasında da. Ne tuhaf insanın hiç görüşmediği dostları oluyor ve sevmediği bir şehirde olsa da aynı havayı solumak hoşuna gidiyor. Belki aynı dertten muzdarib olmak yaşanır kılıyor bu şehri. Aynı şeylerden dem vurmuşuz bu hafta ikimiz de. Ben de çok sıkıldım bu şehirden, sosyal medyadan ve toplum olarak bir arada bulunduğumuz insanların bunalımlarından. Herkes mutsuz ama hep karşısındaki suçlu. Sıkıntısını dile dökmenin tek yolu kavga etmek. Hr daim yorgun hisseder oldum bu sene kendimi. Son birkaç yıldır çok aklımda gitmek ve işi bırakmak. Sebebini de biliyorum aslında. İş yerinde insanlarla uğraşmaktan usandım. Bir sürü ailesel sıkıntısı olan insanın stresini emmek durumundayım. Bana kendimi sinirli, çok sinirli hissettiriyorlar. Çünkü yüzlerine söyleyemediğim her şey artık ben de kaçma gitme hissi uyandırıyor ve bıkkınlık hali üstüme çörekleniyor. Ama senin yazını okuyunca ilk defa kendimde suç görmedim. Dün geceye kadar (Ki dün gece uykusuz bir geceydi) herhalde ben kötü bir insanım ve bunları anlamak istemiyorum diyordum ama değil yahu. Yaşamlarındaki mutsuzluk sebep bu tartışmalara ve bu benim suçum değil. Hay Allah :)
    Yahu Bandırma'dan bahsediyorduk Esin :)
    Birazdan nefis bir kahvaltı edeceğim ben de. Öyle karar verdim. Uzun zamandır ben de diyetteyim. Nihayetinde istediğim kiloya hatta altına bile geldim. O zaman bir bayram da ben yapayım bu sabah. Sonra kitabımı okuyup evden dıları adımımı atmayacağım. Bu günü bir şenlik yapacağım kendime. Yine de İstanbul'da olmana sevindim. Tekrar hoşgeldin.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @Özlem Öztürk,
      Hep gidesimiz var bizim uzaklara! N'olacak bizim halimiz böyle ;) ‘Seni çok iyi anlıyorum’ desem belki biraz iddialı bir cümle kurmuş olurum ama, iş ortamında neler hissettiğini daha önce benzer yollardan geçmiş bir insan olarak, tahmin etmekte zorlanmıyorum yine de! bu yüzden o gel-gitlerini, üzerindeki bıkkınlık hallerini anlayabiliyorum.
      Normalde çok fazla kendimden bahsetmeyi sevmiyorum ama böyle içten yorumlara ben de içten yanıtlar verirken, hayatıma dair şeylerden bahsederken buluyorum kendimi -aslında hep yazmak isteyip de bir türlü yazamadığım anılarımın ufak yollu dökümü oluyor gibi –
      Yıllar önce 90'lı yılların sonlarında çoğunluğu kadınlardan oluşan uluslar-arası bir şirkette çalışıyorum. Güzel bir işim var, ancak dışı seni içi beni yakar hesabı. Kurumun yönetim kadrosundayım ve çalışanların %80’i akademisyen. Gel gör ki, eğitimli olmak ‘insan’ olmaya yetmiyor ! Kadınların arasındaki çekişmeler, o ayak oyunları!. öyle çirkin bir hale dönüşmüştü ki, kendilerine tahsis edilen bilmem ne marka arabalar konusunda dahi kavgalar patırtılar çıkartacak kadar çizmeyi aşarlardı. Memorandumlarda bile birbirleriyle İngilizce olarak hakaretlerde bulunmaktan çekinmezlerdi. Ve bunları yapanlar da kurumun üst düzey yöneticileri idi! Kurumsal bir şirket, ofisler şık, kılık kıyafetler şık, her çeşit olanak var, ancak arada bulasın içinde ‘insan’ yok!. Sürekli insanların birbiriyle didiştiği bir ortam ne benim kişiliğimle, ne hayata bakışımla hiç örtüşmüyordu ve artık böyle bir ortamda çalışmak bir işkenceye dönüşünce ben ve benim gibi düşünen birkaç arkadaşım ne mi yaptık dersin!.
      Değil sadece kurumdan istifa etmek! soluğu yurt dışında aldık  Tabi bekar olunca tüm bunları hayata geçirmek daha bir kolaydı. Bazen insanın hayatında radikal kararların alınmasının gerekli olduğu dönemler vardır, bu da öyle oldu. Ve ben bir arkadaşımla birlikte İngiltere’ye gittim. :)

      Sil
    2. Ama gel gör ki yine kürkçü dükkânına geri döndüm! Ülkemi seviyorum yanlış anlaşılmasın katiyen! Ancak insanlarımız çağın çok gerisinde kaldı. Son teknoloji ürünleri kullanmak gelişmişlik göstergesi değildir! Herkes birbiriyle uğraşıyor bu ülkede, kim ne yapmış, ne giymiş ? ne demiş? aç bir milletiz! Sonradan gördük! taşıyamıyoruz hiç bir şeyi!. takıntılıyız!. herkes birbirini yiyip bitiriyor...değer mi! hayat kısa...yazık değil mi! zamanı böyle saçma sapan şeylerle harcamaya!. bu yüzden olabildiğince uzak durmaya çalışıyorum bu tür insanlardan. Böyle rahatım! Kafam daha rahat.
      Evet nerde kalmıştık :))) Bandırma'da :)
      Gittim geldim. Kısacık bir yolculuk dahi iyi geldi bünyeme! ama uzun uzadıya kal deseler yine sıkılırım o da başka mesele!. Özlemek güzel, kavuşmak güzel… her şey yerli yerinde ve zamanında yaşanınca çok daha güzel.
      Diyetlerden sonra madem ki istediğin kiloya geldin, o halde sevindir ve biraz da şımart kendini Özlem’cim ;) Unut /maya çalış! Tuhaflıkları ve tuhaf insanları!.
      Sevdiklerinle birlikte gönlünce geçireceğin; keyifli, dingin, güzel bir hafta sonu diliyorum sana. Sevgilerimle…

      Sil
  4. Bu yazıyı okumayı özellikle bu pazar gününe bırakmıştım. İyi etmişim, çünkü satırlar beni sizinle birlikte bir hafta sonu gezisine cıkardı.
    Anne-baba evinin kokusu bir başkadır. Yaşınız kaç olursa olsun, Orada yataklar daha rahat, hayat daha güvenli, uykular huzur doludur.... Benim baba ocağım söneli uzuun zaman oldu.Anlattıklarınızla sanki her şey geri geldi, sıcacık bir battaniye gibi sarıldı omuzlarıma.
    Çok teşekkür ederim. Sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @tülin,
      Anne-baba evini siz de çok güzel betimlemişsiniz. Aynen dediğiniz gibi, hiç bir yerle kıyaslanmayacak kadar kendimizi güvende ve huzurlu hissettiğimiz yuvadır orası. Ne yazık ki tersi durumlar da oluyor. Aileler ve evlatları, hatta kardeşler arasında, yıllarca birbirleriyle küs kalıp boynu bükük olanlar. Oysa fani dünya, değmez bu kindarlıklara!. Bu yüzden büyükler hayattayken, yaşarken değeri hep bilinmeli. Bu vesileyle ben de ebeveynlerinize Allah'tan rahmet ve size sabırlar diliyorum. Mekanları cennet olsun.

      Değerli yorumunuz ve ziyaretiniz için asıl ben teşekkür ederim Tülin Hanım. Sevdiklerinizle birlikte güzel bir hafta sonu sizinle olsun. Sevgilerimle...

      Sil