16 Ağustos 2010 Pazartesi

Ben de çocuktum !



tıklayınız

Babaannemle birlikte yaşadığım dönemlerde, evimizin en önemli eşyalarından biriydi radyo. O zamanlar hayatımıza henüz yeni girmeye başlamıştı televizyonlar. Radyo ise bizim için bambaşka dünyalara açılan bir kapıydı. Belli başlı programlar olurdu ve biz o programları hiç kaçırmamaya özen gösterirdik. “ Radyo Tiyatroları ” vardı bir de “ Arkası Yarınlar ”, çocuklar için de ayrıca " Çocuk Piyesleri " olurdu. Hemen her gün hiç aksatmadan ben, çocuk saati programını dinlerdim, babaannemde radyo tiyatrosunu. Akşamları da tekrarları olurdu bu programların. Tabi ki önceliğimiz sabah ajansını (haberlerini) dinlemek olurdu. Pazar alışverişleri, mahallenin bakkalı, fırını, seyyar manavı, güğümlerde yoğurt satan satıcıları… Ev gezmeleri, hasta ve ahbap, eş-dost ziyaretleri… Kısaca çok modernize olmuş bir hayatlarımız yoktu belki ama bizler, çevremizdeki komşularımız, ahbaplarımız ve arkadaşlarımızla birlikte daha içten ve çok daha manidar bir şekilde yaşardık. Sevinçlerimizi de, kederlerimizi de paylaşırdık. Bilirdik ki paylaştıkça çoğalacak sevincimiz ve azalacak kederimiz…
 
Bir de hiç unutmuyorum… yine ilkokul yıllarımda sınıf arkadaşlarımla ders çalışmak için haftanın belli günleri toplanırdık. Hani genellikle ev hanımlarının, arkadaş çevresi ile bir araya gelerek oluşturdukları ve sadece bizim ülkemize has olan ve adına da “gün” denilen buluşmayı; biz küçükler de kendi aramızda düzenlerdik. Bizim amacımız -dedikodu yapmak değil de!- özünde ders çalışmak olurdu. Biraz ders biraz da oyun:) Bir araya geldiğimizde hem radyodan takip ettiğimiz bazı çocuk saati programlarını dinler hem de öğretmenizin verdiği ödevleri birlikte yapardık. Aralarda verdiğimiz kısa bir mola da ise, çay ikramı olur yanında da her ev sahibinin bizim için hazırladığı tatlı ve tuzlu kurabiyeleri, börekleri, çörekleri güle oynaya afiyetle, keyifle yerdik…
 

Arkadaşlarımla birlikte ders çalışırken, bir yandan da radyodaki çocuk saati programını da dinler, aralarda çocuk korosunun seslendirdiği;

“ Orda bir köy var uzaktaaa..! O köyyy bizim köyümüzdür. Gitmesek de kalmasak da o köyyy bizim köyümüzdürrrrrr..! ”

şarkısına da eşlik ederdik. Ben ve arkadaşlarım nedense bu şarkıyı çok severdik. Hep gözümde canlanırdı o uzak dağlardaki köyler! Yemyeşil bağlar, meralarda otlayan koyunlar, boyunlarındaki zillerin şangırtılı sesiyle yaylalara dağılmış Sarıkızların (büyükbaş hayvanlarının) görüntüleri, çobanların kaval sesleri, tavuklar, ördekler, kazlar, folluktaki yumurtalar… ve o köylerde yaşayan çocuklar… Belki de yine o zamanlar hepimizin severek izlediği; büyükannesiyle birlikte yaşayan çizgi film kahramanı Heidi’ nin de etkisi vardı! Böylesine meraklanmamın ve uzaklıkları yakın kılacak hayaller kuruyor olmamın… kimbilir !…
Derslerimizi çalışırken, hepimizin değişik değişik kırtasiye araç-gereçleri olurdu… Pek çoğumuz orta halliydik sanırım. Kimimizin görsel zenginliği ama içsel eksikliği, kimimizin de, görsel yoksunluğu ama içsel zenginliği vardı! Ama biz o yaşlarda bunları anlayacak durumda değildik henüz. Sadece şu bir gerçekti ki benim kırtasiye araç-gereçlerim, oyuncaklarım, elbiselerim vs. herkesten daha fazlaydı… Bir yığın oyuncağım, bebeklerim, trenlerim, renkli, renkli kalemlerim, boyama kitaplarım, defterlerim vardı… Hatta çoğu kez utanırdım onları kullanmaya! o süslü püslü kimselerde görülmeyen elbiselerimle, rengârenk boya kalemlerimle, defterlerle yazı yazmaya… 

İki yıl yurt dışında gittiğim kindergarten (anaokulu) döneminden sonra, ilkokul eğitimi sürecini babaannemin yanında geçirmek üzere Türkiye’ye gelmiştim… Ailemden uzakta olan ben, onları sadece yaz tatillerinde en fazla birkaç ay görebiliyordum. Tatillerimi kimi zaman yurt dışında, kimi zamanda Türkiye’de geçirirdim. Gurbette yaşayanların ancak anlayabileceği! Tarifsiz özlemlerimiz, iç burkutan hüzünlerimiz olurdu. Annem ve babam her yıl yaz tatilimde yanıma geldiklerinde, Türkiye’ de bile doğru düzgün olmayan, çoğu yabancı malı, bir sürü değişik hediyeler… defterler, kalemler, boyama kalemleri, oyuncaklar, elbiseler….getirirlerdi bana. Onlara olan hasretimi ve içimdeki boşluğun yerini doldurabilir miydi tüm bunlar? Dolduramazdı elbet... Benim çocuk yüreğimle ve aklımla izah edemeyeceğim ama kendilerince haklı gerekçeleri olan ve adına ‘ekmek kavgası’ denilen, bedelleri ağır bir mücadeleydi bu! Benim çocuk yüreğimin kanat çırpınışlarını hisseden ve onların yokluğunu aratmamak için benimle adeta çocuk olabilen, birlikte gülüp eğlendiğim hatta o ilerlemiş yaşına başına bile aldırmadan; benimle oyunlar oynayan, dans eden, yerlerde taklalar atan çok tatlı bir babaannem vardı… Bir de iyi günde, kötü günde bizi yalnız bırakmayan, çoğu kez akrabalarımızdan bile daha yakın olabilen; komşularımız, dostlarımız, ahbaplarımız, arkadaşlarımız ve biricik Öğretmenim…
 
Sık sık evlerimizde düzenlediğimiz, bugünün çocuklarının parti diye adlandırdığı, bizim ise “ Ayşe’nin günü, Ekrem’in günü ” dediğimiz " ders çalışma günlerimizi " ve sıranın bana geleceği günü ise hep iple çekerdim.

Almanya'dan gelen oyuncak bebeklerimi, rengarenk boya kalemlerimi, trenlerimi çıkartır ama arkadaşlarım gelince de, mahcup olmasınlar! diyerek ortadan kaldırır... süslü püslü kalemleri mi ise bir türlü kullanamazdım!..

O günlerde, babaannem beni yakından gözlemlemiş olacak ki bir gün, neden kullanmadığımı bana sormuş ben de; onlarda olmadığı için sıkıldığımı ve yanlarında kullandığımda üzülebileceklerini düşündüğümü söylemiştim. Babaannem ise tam tersine araç gereçlerimi ve diğer oyuncaklarımı arkadaşlarımla paylaşmam gerektiğini hatta bazılarını da arkadaşlarımın özel günlerinde kendilerine hediye edebileceğimi söylemişti…
Ve ben babaannemin bu güzel nasihatinde sonra, o andan itibaren elimde kullanmadığım ve bende fazla olan ne kadar araç gereç varsa - kalemlerimi, defterlerimi, oyuncaklarımın pek çoğunu. -  arkadaşlarımla paylaşarak utanıp sıkılmamama gerek kalmadan onları rahatça kullandım... hatta öncesine kıyasla oynadığımız oyunlardan bile çok daha  fazla keyif aldım. Ve paylaşmanın ne denli önemli olduğunu zamanla, hayatı yaşadıkça daha da iyi anladım.
 
Yine o yıllarda, her çocuk gibi küçük ve masum ama birazcık daha narin bedenim ve kırılgan yüreğimle ben sık sık hastalanırdım. Biraz da iştahsızdım… Belli ki psikolojikti tüm bunlar… çünkü yazları ailemle birlikte olduğumda hiçbir şeyim kalmazdı !..

Bir de yine o yıllarda okumayı çabuk öğrenen, güzel okuyan ve derslerinde başarılı olan öğrencilerin yakalarına mükafat olarak, mavi – pembe - kırmızı renklerde kurdeleler takardı öğretmenimiz. Ben özellikle çok sevdiğim Türkçe dersinde oldukça başarılıydım. Hemen hemen herkesten önce okumayı-yazmayı öğrenmiştim. Ve biricik Ayten öğretmenimin sınıfta ilk kurdeleyi bana takacağını öğrendiğimde inanılmaz sevinmiş ama aksilik o ki kısa bir süre sonra da hastalanmış yatak döşek yatmıştım…

Babannemin evi, okuluma çok yakındı öyle ki teneffüslerde bahçeye çıkan öğrencilerin seslerini dahi duyabiliyordum. Ve ben hastalık dolayısıyla devam edemediğim ve kurdelemi alamadığım için çok üzgündüm. Ama benim çok sevdiğim ve onun da beni diğer öğrencilerinden sanki biraz daha fazla sevdiğini hissettiğim o değerli insan, biricik Öğretmenim hiç üşenmemiş bir gün tüm sınıfı toplayarak benim ziyaretime, hem geçmiş olsuna ve hem de mavi kurdelemi takmaya gelmişti! O günkü heyecanımı ve mutluluğumu tarif edemem nasıl sevinmiştim... Kısa bir süre sonrada iyileşmiş ve okuluma devam etmiştim.
 
Şimdi düşününce anlıyorum ki; yakınlarım, komşularım, arkadaşlarım ve biricik Öğretmenim… duyarlılıkları, fedakarlıkları ve karşılık gözetmeksizin sarf ettikleri emekleri, şefkatli yaklaşımları ile nasıl yaralarımı sarmışlar, beni nasıl ferahlatmışlardı!.. hep o içimdeki boşlukları doldurmaya çalışmışlardı…
 
Elbet anne ve babanın yerini hiç kimse dolduramaz ama yine de ben; çevremde böylesine harika insanlar, Öğretmenim, arkadaşlarım, yakınlarım ve çok iyi anlaştığım arkadaşlarım ve her şeyden önemlisi, sıcaklığını ve şefkatini cömertçe sunan, beni çok seven ve benim de çok sevdiğim babaannem olduğu için bu yüzden kendimi hiç yalnız hissetmezdim…
 
Aradan yıllar geçti… ben bir zaman sonra aileme kavuştum. Hayatın içinde hüznün de, sevincin de var olduğunu… Varlığın da, yokluğun da biz insanlar için kazanılıp/kaybedilebilir! gelir-geçer bir durum olduğunu öğrendim. Bende var olan ve fazla olanı hep başkaları ile paylaştım. İlkeli yaşamanın, ahlaklı olmanın, varken paylaşmanın… bizleri ne denli büyüttüğünü ve çoğalttığını zamanla daha iyi anladım… En çok da çocukken kurduğumuz düşlerin ve umutların, hayatımızda ne denli önemli olduğunu…
 
Ne zaman “ orda bir köy var uzakta!…” şarkısını duysam tüylerim diken diken olur! hep o çocukluk günlerimde; arkadaşlarımla birlikte radyoda dinlerken bu şarkıyı, bir yandan da hep birlikte bu şarkıya eşlik edişlerimiz gelir aklıma… gözümde canlanır arkadaşlarımla paylaştığım o an’lar; ders çalışmalarımız, renkli kalemler ve defterler, oynadığımız oyunlar; yakar toplar, körebeler… birimiz yara bere içinde kaldığında ve ağladığını gördüğümüzde dayanamayıp, o acıyı bizimde yüreğimizde hissederek nasıl göz yaşlarına boğulduğumuzu… içten kahkahalarımızı, ilginç hayallerimizi ve gülümseyen gözlerimizi anımsarım…

Ve bir zamanlar…
her tür sevinci ve kederiyle, paylaşılan hayatlarımızın içinde;
sıkıntılar ve yoksulluklar olsa da insana dair hasletlerimizle
birbirimize ne denli yakın, yüklerimizin daha hafif
ve gönülce zengin olduğumuzu…

bu gün ise geçmişe kıyasla,
her şeye çok daha çabuk sahip iken, “var-mış gibi!” görülen
onca varlığa ve çokluklara rağmen insanların
günden güne yalnızlaştığı ve aslında birbirimize ne denli
uzak, yüklerimizin daha ağır ve maneviyattan da o denli yoksun olduğumuzu…

düşününce anlıyorum ki…
Varlık nedenimizi her geçen gün birer birer kaybediyoruz!


Artık herkes bir ses kadar yakın
ama, ama işte;
O dağların ardındaki köyler
kadar da uzak birbirine!..

 



Öykü: Esmir - izler ve yansımalar
Fotoğraf: AllPosters

16 yorum:

  1. O kadar güzel anlatmışsın ki o günleri, anılar bir bir canlandı gözümde ve yüreğim burkuldu.
    Maneviyatın gittikçe yokolduğu, yerini maddiyatın aldığı bugünler zaten yüreğimi acıtıyor. Ne eski dostluklar, komşuluklar kaldı, ne paylaşmanın güzelliği... Gerçekten yüreğim acıyor kaybolan değerlerin ardından...

    YanıtlaSil
  2. Zenginlik yıllarımız o yıllar...
    Okudukça hüzünlendim, özledim o günleri. Şimdilerde de radyoyu açarım zaman zaman ama o eski tadı bulamam asla. Ne arkası yarın, ne çocuk kuşağı ne ''şimdi ajanslar'' anonsu...
    Ve nasıl bir tesadüf ki halamların çocuklarıda sizinle aynı kaderi paylaşmış. Ekmek kavgasına düşmüş halamlar ve yaşlı babaanne ve dedenin baktığı iki küçük çocuk.

    O günlere doyamadığımız gibi doyum olmaz bir keyifle okudum yazınızı.

    Sevgi ve selamlar

    YanıtlaSil
  3. birden bende ilkokul yillarima, kendi cocukluguma gittim okuyunca satirlarinizi :)
    ne guzel yazmissiniz

    YanıtlaSil
  4. AFFOLA!!!

    Peşinen af dilememin sebebi hem senin yazını hem de yapılan yorumları hafif bir istihza ile okuyuşum.. Yani, benim için hâlâ çocuk olanların çocukluklarını özleyişini.. :))
    Ama diğer yandan da hoşuma gitti.. demek ki o değerlere sahip çıkabilecek nesil ortadan yok olmamış... onların yetiştirdikleri veya yetiştirecekleri de kendi değerlerine sahip çıkmayı öğrenebilecek diye düşündüm çocuklarım!!!!.. :))

    YanıtlaSil
  5. Süper anlatmışsın,kalemine sağlık,inan aynı his ve anılara sahibiz diyebilirim.Çok çok teşekkürlerrrr...Sevgilerrrr....

    YanıtlaSil
  6. Takip etmekten çok mutluyum...Sevgilerrr...

    YanıtlaSil
  7. Varlık nedenimizi her geçen gün birer birer kaybediyoruz.
    Bu final çok çarpıcı, zira bende böyle düşünüyorum.

    Radyo konusunda ise beni gerilere götürdünüz gerçekten..cızır cızır bir istayson bulamaz ayarlayamazdık bazen net olarak, arkası yarınlar vardı, heyecanla ve büyük bir sessizlikle dinlediğimiz, dinlerken herkesin hayal dünyasına göre canlandırdığı..ne güzeldi.

    YanıtlaSil
  8. 85 sonrası kuşağında yer alan bir Ezgi'ydim:)Ben de kıyısından köşesinden yetiştim çocukluğun şahane geçtiği yıllara...
    Bu arada;
    Geçmişi kim özlemiyor ki??
    Anlatımında çocukluğu ben de yaşadım.Çok güzel anlatmışsın...
    Hele kalemlerini saklaman...Ben de arkadaşımın çantasına atmıştım benim kullandığım cetvelimi,sevmişti,sevinmişti...
    Önceden mezarlıklardan korkardım.Şimdi oradakilerin birçoğu büyüklerim olduğu için,ziyaretlerine sıkça gidiyorum...
    Zaman geçiyor,göz göre göre...

    YanıtlaSil
  9. esmir dostum ellerin ve yüreğin daima ışıldasın sen daima bizler ile ol.eskiyi yad etmek ve yazının içinde kendini görmek bu olsa gerek,ey gidi günler eyy diyerek yazının belli noktalarında kendimize es koyarak düşünmek o günlerin düşüne dalarak bende bende diye iç geçirmek.emeğinize sağlık dost.

    sağlıcakla

    YanıtlaSil
  10. Dağların ardındaki köyler "orda bir köy var uzakta" şarkısında olduğu gibi yakın olsun bizlere dilerim, ne zaman çocukluğumuzun ülkesine ulaşacağız; mutluluk gözlerimizde ve gönüllerimizde olacak inanıyorum.Heidi, Clara ve Peter in dostluklarını çağırıyorum dostlarımın yüreğine.Çok güzel paylaşımdı canım, babaannen canlandı gözümde sanki. Ellerine sağlık sevgilerimle.

    YanıtlaSil
  11. @banuca
    @Newbahar
    @A-H
    @hasretsenfonileri
    @annemineli
    @mavi tutku
    @ezgilimelodi
    @güneşinoğlu
    @sufi

    Değerli yorumlarınız için her birinize teşekkür ediyorum...

    Sevgi ve esenlikler dilerim...

    YanıtlaSil
  12. Ben de özlemle okudum yazdıklarınızı.Radyoda arkası yarınları pek severdim ben de sanki hala olsa radyolarda dinlermişim gibi geliyor arkası yarınlar :))

    Sevgilerimle.

    YanıtlaSil
  13. Spikerin "arkası yarın" anonsuydu ertesi günü yaşanır kılacak şey. Şu an "arkası yok" diyor derinlerimden bir ses. Yarın hiç bir şey yok!

    YanıtlaSil
  14. Zevkle, bazı yerlerde kendi benzer anılarımı gözlerimde canlandırarak, bazı yerlerde kendi arkadaşlarımla buluşup yerlere yayılıp ders çalıştığımız zamanları düşleyerek okudum.

    Minik duygulu Esin'i çok sevdim.

    Gördüm ki; "orda bir köy var uzakta" şarkısı hepimiz için benzer duygular çağrıştırıyor.

    Çok güzeldi, teşekkürler.

    YanıtlaSil
  15. Çınarcığım, :))kalp kalbe karşıdır derler ya hani!şimdi aklımdan geçiyordu jivago'nun siyah beyaz tv.lu yazısını okurken ve sizin yazdığınız radyolu günlerimizin çocukluk günlerine uzanan anıları okurken!aynı ya da yakın kuşaklar olduğumuzu düşünüyorum! ve bir de orta yaşlarımızın 40'lı:))bu eskiye duyduğumuz özlem ve anıları yad ediyor olmamız:)) yavaş yavaş yaşlılık belirtisi mi acaba:)) diye de düşünmeden edemedim!:)biz yaşlılık demeyelim de 2.baharı yaşıyor ömürlerimiz olsun bunun anlamı:))

    değerli yorumun ve düşüncelerin için çok teşlekkür ederim canım...:)

    YanıtlaSil
  16. Yazınız herkes gibi benine çocukluğuma getirdi. Radyoda arkası yarınları dört gözle beklerdim. birde çocuk korosu vardı '' horozumu kaçırdılar, damdam dama aşırdılar'' gibi bir şeydi. Okul öncesi yada ilk başladığım sene miydi tam olarak hatırlamıyorum annem ablamla bizi köyde, yengemin yanına bırakmıştı. O bir sene ömür gibi gelmişti.
    Daha sonraki senelerde annemle birlikte olsam da daha çok babannemim peşinden ayrılmazdım/ayrılmazdık. kuzenim, babannem, ben çok gezmişliğimiz vardır.

    YanıtlaSil