Günler nasıl da pervasızca geçiyor!. Hayat delicesine hızlandı!. Yoksa yavaşlayan ben miyim? Bilemedim. Zamanın ipine asıldıkça asılıyorum. Yine de her şeye yetişebilmem mümkün değil. Hâl böyle olunca bloğuma da eskisi gibi zaman ayıramıyorum. Bazen de resim yapmak yazma isteğimin önüne geçiyor. Duygularımı resmederek dillendiriyorum. Önceden günlük tutar gibi yazardım. Sonra çözümü aylık güncelerde buldum :) Ama boşluklar, bir ayı geçince hemen alarm zilleri çalıyor bende:) Anlatacaklarım birikti. Tabi ki artık zamanın gelmesini beklemiyorum, o hiçbir zaman gelmez!. Sen ona gideceksin!. bunu biliyorum.
Ben de geldim işte! ;) Nereden başlasam ki?
Gündemden güncele doğru!...
Malum, bizi yoran, öfkelendiren... ruhumuzu daraltan, bünyelerimizi alt üst eden gündem, sürekli bir kovalamaca içinde!. Biri bitmeden diğeri başlıyor!. Bir de üzerine /kazasız belasız atlattığımız/ deprem de girince!.. bir yandan korku, bir yandan panikle, resmen dumura uğradık! Neyse ki yara bere almadan deprem, şimdilik yaşamlarımızdan teğet geçti!. Ama mütemadiyen artçı sarsıntılarla varlığını korumakta!. Yaşam ve ölüm arasındaki salıncakta sallanıp duruyoruz!. Hayat, pamuk ipliğine bağlı! Her an koptu, kopacak!.. Bilinmez bir yolculuk içindeyiz!. Bu cümle bir an bana!
"... dönülmez akşamın ufkundayım!. Vakit çok geç. Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç!..." şarkısını anımsatıyor;) hayal penceremi biraz daha aralarsam, babamı elinde uduyla bu şarkıyı mırıldanırken bulacağım!.
Hayal nedir? Gerçek nedir? Hangi zamandayız? Neredeyiz!?
Sahne değişse de, film hep aynı!.
Diğer yandan mevsimler, döngüsel rutinlerini sürdürüyor. İyi ki bu rutinler hiç şaşmıyor!.
En sevdiğim mevsim bahar geldi yine. İyi ki geldi! İçimdeki umutlar da yeniden filizlendi. Kırlara koşmak, bir su kenarında oturup, şırıl şırıl akan suyun sesini dinlemek ve doğanın içindeki seslere kulak vermek isteği ruhumu sardı. Yaşadığımız bu tuhaf, dışsal ve içsel sarsıntılardan sonra / 1 Mayıs tatiline + hafta sonunu da katınca/ attık kendimizi İstanbul dışına!.
Önce ana ocağımız Bandırma'ya, daha sonra annemi de alarak Kaz dağında iki gün geçirmek, ilaç gibi geldi adeta. Son yıllarda genellikle Kapıdağ koylarında dolaşıyoruz. Kapıdağ'ın dantel gibi koyları da çok güzeldir, ancak uzun zamandır Kaz Dağı'na (antik çağdaki adı ile İda Dağı'na) çıkmamıştık. Farklı rotadan dağ yollarından dolaşarak gezmek, ormana sırtımızı dayadığımız konaklama tesisinde tertemiz havayı içimize çekmek hepimizi mutlu etti.
Bandırma'dan hareketle Güre'ye rotamızı oluşturduk.
Ve...yola koyulduk.
Yeşillikler içinde kıvrıla dolana ilerlerken her yerde karşımıza çıkan kanola tarlaları, sarı çiçekleriyle görsel bir şölen yaşattı bize. Bu yıl ki kadar çok kanolayı daha önce hiç görmedim. Tarlaların çoğuna göz alabildiğine kanola ekilmiş. Mutfaklarda, dekorasyon sektöründe, kozmetik sanayinde ve endüstride geniş bir kullanım alanına sahip kanola tarlalarında, yeşille, sarının uyumu harikaydı.
***
Saklı Göl, İvrindi
**
Ortalama bir saatlik yol kat ettikten sonra, küçük bir yemek molası veriyoruz. Google haritada dinlenme tesislerine bakarken bulduğumuz, İvrindi sınırları içindeki 'Saklı Göl', konumuyla, doğal ürünleri ve sunumuyla eşsiz bir lezzet deneyimi sunuyor ve tam puan alıyor bizden.
**
Leziz yemeklerin hakkını verdikten sonra. Biraz göl kıyısında dolaşıyor ve birkaç görüntü aldıktan sonra, yeniden yola koyuluyoruz.
Havran, Edremit, Zeytinli...derken Güre'ye varıyoruz. Güre'de konaklama tesisine ayak bastığımızda, bir yanımızda orman, bir yanımızda deniz manzarası olan zarif bir oda bizi bekliyor. Odamıza yerleşir yerleşmez birer fincan kahve ile balkonda soluğu alıyoruz. Artık keyif sırası bizde.
Bu huzur dolu ortamda, kahvelerimizi yudumlarken, çam kokularını içimize çekiyor, kuş seslerinin senfonisini dinliyoruz. Güneş ise yavaşça batmak üzere...
PINARBAŞI
Ertesi gün Güre çevresini dolaşıyoruz. Akçay'a 6 km mesafede, Güre Çamlıbel Köyü Yolu üzerinde ve Kaz Dağları'nın eteklerinde yer alan Pınarbaşı mesire alanında kısa bir mola veriyoruz. Henüz okullar tatil olmadığı için sayfiye ve mesire yerleri yaza göre bir hayli sakin. Bizim de istediğimiz bu zaten. İstanbul'un insan seli, kaosu, trafiği, gürültüsü yeterince yoruyor insanı.
Orman Müdürlüğü tarafından işletilen Pınarbaşı'ndaki tesisler de henüz tam faaliyete geçmemiş. Yine de küçük bir giriş ücreti alıyorlar.
Yamaçlardan akarak gelen şelale, küçük dere, anıt ağaçlar ve sarıkız heykeli önünde
hatıra fotoğrafları çekiyor...bu güzel anları, seyir defterimize tescilliyoruz.
Pınarbaşı'nda orman havası aldıktan sonra....
Yeniden tesise dönüyor. Tesisin olanaklarından ve şifalı termal sularından
faydalanarak....günü dinlenceyle geçiriyor ve Güre gezimizi bir sonraki güne bırakıyoruz.
Orman havasının ardından sakin ve dinginlik içinde
Güre'de kıyı şeridinde yürümek... ve deniz havasını solumak
harika bir doping oluyor bize.
Aklıma estikçe, içimden yazmak geldikçe... uğrarım buralara!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder