"Bütün iyi kitapları okumak, geçmiş anıların o mükemmel kişileri ile konuşmaya benzer." Anonim
Okumaya dair pek çok şey söylenebilir elbette. Kitaplar birer arkadaş, yoldaştır bir anlamda! Okurken bambaşka hayatların içinde olmak, farklı coğrafyalarda gezinmek, yolculuklara çıkmak iyi gelir insana. Hele bir de, okumakta olduğunuz hikâye çok yakın bir tarihte bizzat ayak bastığınız bir coğrafyada; 700 yıl hüküm süren Endülüs Medeniyeti’nin yaşanmış olduğu topraklarda geçiyorsa, işte o zaman heyecanınız da bir kat daha fazla olur. Çünkü Endülüs medeniyeti sadece İspanya tarihinin değil, insanlık tarihinin de en görkemli medeniyetlerinden biri olarak bugünkü İspanya topraklarında kurulmuş ve asırlar boyunca medeniyetin, kültürün gelişmesinde çok önemli katkılar sağlamıştır. Öyle ki, bu medeniyet, aynı coğrafya üzerinde, farklı din, dil ve ırkların birarada yaşayabileceğini ve farklıların toplumsal zenginliğe dönüşebileceğinin de açık bir göstergesi olmuştur. Doğu kültürü de Avrupa’ya Endülüs aracılığı ile girmiş ve ardında nice görkemli eserler bırakmıştır.
2017 yazında gerçekleştirdiğimiz Endülüs Turumuzun ardından, insanlık tarihine büyük etkisi olan Endülüs Medeniyetini bu yüzden ben de oldukça kapsamlı bir şekilde mercek altına aldığımı söyleyebilirim. Okudukça öğreniyor, öğrendikçe aydınlanıyorum ve bilgilerime yeni bilgiler eklendikçe “daha öğrenecek ne çok şey varmış meğer!” deyip duruyorum kendime. Tıpkı Martin Buber’in “Bilmediğin bir yere gitmek, bilmediğin bir yönünü keşfetmektir.” sözlerini doğrularcasına! Keşif yolculuklarım, aynı zamanda kendimi keşfetmeye doğru evriliyor. Bilmediğim şeylerin farkına varıyorum. Öğrenmek ise heyecan veriyor! Ve bu süreçlerde hikâyelerden esinlenerek, zaman tünelinin içinde yol alırken…gerçekler ve düşler denizinde kaybolmak ise benim için olayın en keyifli anları oluyor!. Bu yüzden bazen okuduğum kitaplarda yazarın anlatımı biraz absürd yada fazlaca hayal ürünü gibi olsa da, yine de okuduğum hikâye beni böylesine masalsı yolculuklara çıkarabiliyorsa eğer, kitabı okumam için bu, yeterli oluyor.
‘Endülüs Medeniyeti’ne dair okuduğum son kitap biyografi türünde; "Endülüs Güneşi Ziryab". Daha önce adını duysam da, açıkcası tam olarak Ziryab kimdir? bilmiyordum, ancak onun - Endülüs Medeniyeti’nin öncülerinden biri olarak kabul edildiğini - öğrendiğim andan itibaren son derece merak ediyor, hayatını öğrenmek istiyordum.
Kitap biraz masal tadında idi. Çünkü Ziryab’ın yaşadığı dönem 9. Yüzyıldır. Bu yüzden kitabın yazarı’da sık sık anlatımlarında kıssadan hisse çıkarılacak ‘hikayelerle’ bizi Ziryab’ın yaşamış olduğu o eski çağlara; İslam Dünyası ve Avrupa panoramasına yolculuğa çıkarıyor, hatta yetinmeyip takvimi daha da geriye çekerek, bundan önce okuru, Emevi Devleti’nin kuruluş hikayesine doğru, çok uzak bir seyr-ü sefere çıkartıyor (Endülüs Emevi Devleti’ni kuruluşu hakkında detaylı bilgileri daha önceki yazılarımda bulabilirsiniz bkz.)
Bu tarihi süreçlerin ardından 789’de Musul’a yakın bir köyde Ali isimli bir bebek dünyaya gözlerini açıyor. Ve böylece kahramanımız Ziryab nihayet Endülüs tarihindeki yerini alıyor. Asıl adı Abul Hasan Ali Bin Nafi olan Ziryab, Musullu bir ailenin tek çocuğudur. Öylesine olağanüstü özellikleri vardır ki Ziryab’ın daha dört yaşında iken, meselâ halı tezgahının başına geçip ezberden halı dokuyor!.. Duyarlı bir kulağı var!. sesi çok güzel!.5-6 yaşlarındayken Kur’anı ezbere okuyabiliyor. Çocuk yaşlarında bu üstün özellikleriyle çevresinde de her geçen gün daha da çok tanınıyor.
Güzel sesi ve kendi elleriyle yaptığı uduyla çalıp söylerken ünü Ninova’dan Hire’ye, Necef’e, Kufe ve Musul ve Bağdat şehrine kadar uzanıyor. Daha sonra açacağı müzik atölyeleri ile 9.yüzyılda Hıristiyan batı ve Müslüman Doğu onun müziği ve estetik anlayışıyla birbirine yakınlaşıp dostluk kuruyor.
Tabi bunları okurken ister istemez anlatımların biraz fazlaca abartılmış olduğu duygusunu da yaşıyorum! Ancak bu masalsı hikayelerin her biri Endülüs'ün sıcacık iklimi gibi sarıp sarmalarken beni, bazen çöl fırtınasına tutuluyorum, bazen bir aşkın en dramatik sahnesi içinde kalbim çarpıyor, bazen de Ziryab’ı kendi bestelediği şarkılarını çalıp söylerken ilgiyle dinliyor ve kahramanımızın hikayesiye birlikte zamanda yolculuk yapıyorum!
Sonra… Ziryab’ın ünü öylesine büyüyor ki, bu özel yetenekli gencin, sanatçı kimliği, zekası, becerileri bir gün onu Harun Reşit’le buluşturuyor. Harun Reşid’ten, Kral Şarlman’a kadar uzanan hikayelerin ardından… Emir ( II. Abdurrahman) ile karşılaşması ve zaman içinde Emir’in en büyük dostu, yardımcısı ve danışmanı olması, her ikisi için de - dolayısı ile İslam Medeniyeti adına- bir kazanıma dönüşüyor. Öyle ki, Emir ile olan bu ilişki Ziryab’ın reformlarını hayata geçirmesinde oldukça etken oluyor.
Bağdat’tan sonra, Belh ve Şam’a uzanan yolculukları… İlk aşkı eşi olur. Niran’dan bir oğlu.. ve ikinci eş Miriam derken toplam dört çocuğu olur. Ardından 3. Eş… Ve yine seyr-ü seferler ; Antik İskenderiye’den, Tunus’a , Endülüs Ülkesi Tanca’ya, Endülüs'ün başkenti Kurtuba’ya uzanan ilginç bir yaşam öyküsü!.
Ziryab, yaşadığı her yere devrim olacak nitelikte yenilikler getirir. Cordoba (Kurtuba), Toledo (Tuleytula), Valencia (Belensiye), Sevilla (İşbiliye) ve Granada’da (Gırnata) İslam Alemi'nin - Endülüs musikisinin konservatuvarları sayılabilecek- ilk müzik konservatuvarlarını kurar. Flamenko müziğinin kurucularından sayılır. (Flamenko’nun tarihinde ve özünde Endülüs’lerin izleri vardır.) Ziryab doğudan edindiği müzik geleneğini batıya taşıyarak dönemin ünlü bestecilerinden biri olur.
Endülüs musikisi kadar, giyim ve hayat tarzı üzerinde çok büyük etkileri olur. İslam'ın Hint ve Yunan kültürlerinden devralıp olgunlaştırdığı felsefe, astronomi, tıp ve daha nicesi, Ziryab'ın Endülüs Ülkesi'nde kurduğu sevgi ve kültür Köprüsü'nden geçerek Avrupa'nın Ortaçağ karanlığıyla buluşurken, gönülleri ve zihinleri de aydınlatıp ve Erken Rönesans hareketini başlattığı genel olarak kabul görmektedir.
Gerçeklik payı nedir tam bilemesek de, kitapta anlatıldığına göre; - ilk tıp fakültesini o kurmuş, satrancı ve cam bardağı Avrupa'ya ilk o tanıtmış, ilk uçan insanı o tasarlamış, masa örtüsü kullanımını, deri mobilyayı, saç modelini, diş macununu, deodorantı, şampuanı, üç öğün yemek kuralını ve daha nicesini ilk o icat etmiş. Gastronomi kültürü ise ilk onunla en yetkin aşamasına ulaşmıştır. -
Sonuç olarak, Ziryab Endülüs Medeniyeti' nin oluşumunda, gerçekleştirdiği reformlarıyla çok önemli bir figürdür. Bu reformlar içinde, tartışmasız olarak gerçeğe en yakın olan reformlar ise kültür ve sanata yönelik olanlardır. Ve, Endülüs Medeniyeti’nin 700 yıl süresince, insanların bir arada huzur ve uyum içinde kardeşçe yaşamını sürdürmesinde ki en önemli itici güç de şüphesiz bu reformlardır. Çünkü 9. Yüzyılda Hıristiyan Batı ve Müslüman Doğu onun müziği ve estetik anlayışıyla birbirine yaklaşır, dostluk kurar. Bu arada dikkatimi çeken, yeryüzünde "dinler" toplumları birbirine yaklaştırmayı beceremiyor, ancak sanat tam tersine!. özellikle "müzik" tüm dünya insanlarını evrensel duygularda biraraya getirebiliyor.
Kitap masal tadında, aralarda biraz ütopik anlatımlar olsa da bir döneme ışık tuttuğu için okunmaya değer ve aynı zamanda rahat okunabilen bir kitap. Toplumların kaderini değiştiren, ona yön veren, çok özel ve yetenekli bir şahsiyettir Ziryab. Her toplumun içinde 100 yılda bazen de 1000 yılda çıkar böylesi denilen insanlardan biridir.
Ziryab hakkında pek çok yazar ve düşünürün kayda değer düşünceleri vardır. Bunlar arasında 20. yüzyıl Fransız yazarı Henry Terress, onun için şöyle der: "Bir insan toplumu ancak bu kadar derinden etkileyebilir ve değiştirilebilirdi."
Arap tarihçisi Al-Maghri ise: "Ziryab'tan önce de, sonra da hiç kimse yaşadığı dönemde bu denli bir sevgi ve hayranlığa konu olmadı ve olmayacak da."
Dedeleri Endülüslü olan ünlü Arap tarihçisi İbn Haldun, daha da ileri gider ve: "Ziryab'ın etkisi ve gücü okyanusun dev dalgaları gibi tüm İspanya ve Kuzey Afrika'yı silip süpürdü, geriye ölümsüz bir miras bıraktı." derken,
İngiliz yazar R. Nicholson başka bir itirafta bulunarak: "Ziryab, varlığını yüzyıllarca tereddütsüz devam ettiren tek modeldi ve öyle de kalacak. Tarihte hiç kimse insan aklını ve ruhunun derinliklerine aynı anda onun kadar güçlü bir şekilde inemedi." der. (*Alıntı, Kitabın arka kapağından)
Sanırım uzun zamandır ilk kez bu kadar uzak bir tarihi sefere çıktım. Ziryab’ın serüven dolu hayatı ile buluşmak, benim için de, zaman tünelinde heyecan dolu bir yolculuk oldu!. Böylece Endülüs gezimizde gördüğüm her kare, dinlediğim flamenko müzikler, mitolojik hikayeler, efsaneler, masallar…her biri kendince bir yer buldu belleğimde. Kimi hayali bir figür, kimi masal kahramanı, kimi ‘tarih tekerrürden ibarettir’ sözünün birebir gerçek olduğunu bana bir kez daha hatırlattı!.
Maceralarla dolu bir yaşam öyküsü içinde çıktığım bu yolculukta kitabın sonlarına doğru geldiğimde tarih: 857’dir, Ziryab 68 yaşındadır ve ölüm döşeğindedir artık. Başucunda üç karısı ve sekizi erkek, ikisi kız toplam 10 çocuğu vardır. Ve işte o son anlarında Ziryab, her çocuğuna ayrı ayrı vasiyetlerde bulunurken; işte burada okuduğum bir varsayım ise! beni çok heyecanlandırdı. Bunu söylemeyeceğim tabi ki! Belgelenmiş olmadığı için ‘varsayım’ diyorum ben buna, ama gerçeklik payı yok mudur! Bence olma ihtimali çoktur!. Asırlar sonra Ziryab’ın soyundan olan ve onun kanını taşıyan - torunu - çok ünlü bir kişi olacaktır! Acaba o kimdir?
Ve sizleri Paco de Lucía'nın, Ziryab konseriyle başbaşa bırakıyorum.
İyi seyirler...
Esin Bozdemir
Benimde en ilgimi çeken medeniyettir. Giden arapların gemilerini yakma kararlılığı; ardından onlara üstün gelen ispanyolların tekrar onları kovma kararlılığı ve güçü.
YanıtlaSilİyi olan, arabi eserlerin korunması ve gezenlere düşler yaşatıyor olması,İspanyayı ayrıcalıklı kılıyor. Sevgiler
@düşünce bahçesi,
Sil700 yıl hüküm sürebilmiş olan bir medeniyet! Bu birliktelik asıl gücünü, kültür ve sanat reformlarından almış. İyi kitapların, korunması ve gezginlere düşler yaşatıyor olması da ayrı bir güzellik. Değerli yorumun için teşekkürler. Sevgilerle..
Geziler kitaplarla birleşince çifte kadayıflı oluyor :D
YanıtlaSil@Handan,
SilBir Japon atasözünde "Kitap ruhun ilacıdır" demiş. Gezmelere bir de okuduğumuz kitaplar eklenince, ruhumuz da beslenir elbette! Sen dersin 'çifte kadayıf' ben derim 'çekirdeksiz üzüm':D