Aamir Khan’in filmleri sayesinde
Hint Filmlerini daha bir sever oldum. En son 3 Aptal Filmi’ni seyrettim.2009 Hindistan yapımı olan film; dram, komedi
ve romantik türündeydi. Film: 170 dakika, neredeyse 3 saat sürse de, filmi izlerken;
serüven dolu hikâyeye öylesine kaptırdım ki kendimi, bu yüzden zaman nasıl geçti
hiç anlamadım, hatta film bitmesin istedim!
Gelelim 3 Aptal (3 Idiots) Filminin
konusuna;
Film özel bir yatılı okulda okuyan
ve mühendislik eğitimi gören 3 arkadaşın yıllar sonra sözleştikleri yerde buluşmasıyla
başlıyor. Ve film sondan başa dönerek, 3 genç öğrencinin, Hindistan'ın en iyi
mühendislik okulundaki hayatını anlatıyor. Daima bir yarış üzerine kurulu ve
ezbere dayalı olan eğitim sistemini sorguluyor. Bu sistem içinde; öğretmenler
kadar, ailelerin baskıları da gençlerin okul hayatını zorlarken, diğer yandan 3
arkadaşın birbiriyle olan dayanışması, zorlukların üstesinden gelebilmelerinde önemli
bir rol oynuyor.
Yaklaşık bir iki haftadır buralarda
yoktum sevgili okur, bilmem yokluğum fark edildi mi! Kısa bir süreliğine de
olsa ana-baba ocağına ve benim de gençlik yıllarımı geçirdiğim Bandırma’da soluğu aldım. İstanbul öyle sanıyorum ki bu şehirde yaşayanları soluksuz bırakıyor.
Böylesine kaos ortamında ve yoğun tempo içinde nefes alamıyoruz adeta. Herkes
çok yorgun ve stres yüklü. Farkında olmadan sanki için için ölüyoruz. Bu yüzden fırsat bulduğumuz an bu şehirden uzaklaşmakta fayda
var. Tabi bunu çok istesek de hadi
deyince olmuyor. Bazen iş-güç, bazen varsa çoluk çocuğun okuludur, kursudur, yok
sağlıktır, yok şudur budur derken… yada birbirini beklerken zamanı bir türlü denkleştiremiyor
insan. Ancak bazen, amasız ve fakatsız çıkmak gerekir yollara. İnsanın can
yoldaşı veya yol arkadaşı dışında bir de tek başına yollarda olma hali de
güzel. Birlikte paylaşımlar kadar, zaman zaman insanın kendisiyle de baş başa
kalması bir gereklilik diye düşünürüm. Çünkü insan bazen - şu zor hayatın
içinde- sevimsizce, kendisinden bile uzaklaşmak istiyor. Sonra arınmış, durulmuş, yenilenmiş bir şekilde, sıfırlayarak kendini yeniden özlemle yuvaya dönmenin keyfi de bir başka oluyor.
2017 yazında gerçekleştirdiğimiz Endülüs turu öncesinde,
Portekiz ve İspanya ile ilgili genel olarak coğrafi ve tarihi bilgilerin
ışığında yola koyulmuş, yanımıza
aldığımız rehber kitaplar ve seyahat boyunca bize eşlik eden tur rehberimizin
anlatımlarıyla Portekiz ve Endülüs'ü (Güney İspanya) gezmiştik. Okyanus kıyısındaki Portekiz öncelikle ‘Kaşifler Ülkesi’ demekti, simgesi horozdu. İspanya ise matadorların, flamenko’nun vatanı idi, simgesi siyah boğalardı, bir de narıydı sonradan öğrendiğim. Ama en önemlisi, insanlık
tarihinin en büyük uygarlıklarından biri olarak, tam 800 yıl boyunca Endülüs
Medeniyeti’nin egemen olduğu özel bir coğrafya idi. Bu yüzden görmeği çok istediğimiz bir yerdi. Bu hayalimizi gerçekleştirmiş olmanın huzuru içinde; tatil
dönüşü gezdiğimiz coğrafyaların bizde bıraktığı etkiyle bu bölgeleri çok daha kapsamlı
anlama ve tarihsel izlerini sürmek ihtiyacı hissettim ve bu doğrultuda özellikle
‘Endülüs’ ile ilgili çeşitli kaynaklar topladım, okuyup inceledim ve notlar aldım.
Bu benim için Endülüs’ü çok daha farklı boyutlarıyla tanımam da oldukça etkili
oldu.
Kim der ki biz kış mevsimindeyiz!
Kış ‘gelmem’ deyip duruyor, bahar da ‘gitmem’! Havalar böyle bahar tadında olunca ben de uzun zamandır gidemediğim ve özlediğim Kadıköy’de aldım soluğu. Kadıköy'e vardığımda, daha metrodan dışarıya adım atar atmaz, güvercinlerin, martıların cıvıl
cıvıl sesleriyle karşılanmak da ayrı bir güzellikti. Kuşlar bile bu havaların
şaşkınıydı sanki! Ama güneşli ve pırıl pırıl bir gün yaşanır da bu havaya hangi
canlı tepkisiz kalabilir ki zaten! Onların bu pür telaş ve kıpır kıpır halleri
benim de yönümü sahil istikametine doğru çevirmeme neden oldu. Romenler
rengârenk çiçeklerini satma telaşında, çocuklar, gençler, sevgililer kimi el
ele, kimi sarmaş dolaş, kimi; elinde valizi, belli ki transit yolcu, zaman
geçirmekte, kimi; işsiz, güçsüz belki ama güneşin rehavetiyle kaygısız bir
duruş içinde, aheste aheste etrafına gelen geçene bakınıp, denizi, martıları seyretmekte. Bense “çıtır çıtır simitlerim
var!“ diyen seyyar satıcının sesiyle, kokusu burnumun ucuna kadar gelen
simitlerden alıyorum birkaç tane. Simitler kendim için değil, onlar sevgili
martı kardeşlere!