“Dünyayı esirgemek için aramızdaki barışa ve kendimizi esirgemek için dünya ile barışa karar vermek zorundayız.”
Ünlü çağdaş Fransız düşünürü Michel Serres’ in çarpıcı bir şekilde ifade ettiği gibi, üzerinde yaşadığımız dünyayı talan edercesine tüketirken, bizzat kendimizi yok etmeye mahkum ettiğimizin bilincine varmadığımız sürece, onu ölüme terk etmekten başka bir şey yapmış olmayız.
Bu dünya, üzerinde yaşadığımız bu evren olmasaydı biz nerede olacaktık? Kim bilir belki de; yokluk, hiçlik, kaos gibi kavramlardan habersiz ve yanıtlanamaz sorunları dahi kendimize sormaktan kaçınır bir halde, kendi girdaplarımızın içinde kaybolacaktık.
Felsefenin o ilk baş sorusu” nerden geldik, nereye gidiyoruz?” sorusuna muhatap alınacak varlıklar olarak insan aklı ve gücünü ölçüt kabul ettiğimizde; dünyaya dair soru soranların, sorunun temelindeki kaygılardan çok uzaklara giderek bugün geldikleri nokta oldukça düşündürücüdür. İnsanın kendisiyle ve birbiriyle olan didişmesi ve ihtirasları, içine aldığı o karşı konulmaz açgözlülüğü ve tüketim çılgınlığı ile yozlaşması dünyanın bu günkü görüntüsünün nasıl çirkinleştirdiğinin birer kanıtıdır. İçimizdeki bu ihtiraslarla dünyayı ıskalamanın ve ona gereken değerin verilmemesi, aslında farkında olmadığımız en önemli bir gerçeği yani, zamanı ve mekanı unutmak olduğunu bize düşündürmelidir.
Bugün gelişen teknoloji ve bilimsel açıklamalar, umursamadığımız ve hafife aldığımız bu dünyanın bize çok yakın bir tarihte “hiç!” olunacak noktaya getireceğini de tehdit eder vaziyettedir.
İnsanlığın sonu sadece nükleer savaş tehlikesi değil, onu madde olarak tüketişimizin de hazırladığı yok oluş! her türlü olasılık hesabının dışında olan bir gerçekliktir! Ve biz adını “insan “diye yücelttiğimiz yaratıklar 9 milyon yıldan beri bilimin en az 10 milyar yıl kadar ömür biçtiği gezegenimizi hızla tüketmekteyiz.
“…düşleyemediğimiz atalarımız yokken de 'O' vardı, bizler bugün olmasak da var olabilirdi ve olacak çocuklarımızdan bir teki bile olmaksızın, yarında var olacak (eğer yok etmezsek); oysa biz onsuz var olamayız…” (Michel Serres)Yazarın saptadığı , “insanların dünyası anlamındaki dünya; Descartes’in akıl bağlamında önerdiği hakimiyet ve sahiplenme, insanlığın yaşama düsturu olduğundan beri dünyaya kayıplar verdiriyor! …
O halde bu dünya ile, yani doğal olanla, doğayla uzlaşmak zorundayız. Toplum sözleşmesinin biçimlendirdiği ve artık yetersiz kaldığı bir dünyada, doğayla, kendimiz ve gezegenimiz için dürüstçe bir “sözleşme” imzalayabilmeliyiz!
Yücelmişliğimiz ve sorumluluklarımız uğruna ve yeni bir devrim yaratırcasına, tıpkı iyi günde, kötü günde yapılmış bir evlilik sözleşmesi gibi bir anlaşmayı yaşamımıza sokarak doğayla dayanışmamızı imzalamalıyız…
Çok geç kalmadan!
Esin Bozdemir
Fotoğraf: deviantart
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder