29 Mayıs 2009 Cuma

Küçük bir iz !


Aynada yüzüm, yüzümde hüzün!

***
Küçük bir iz !
Yüzümde izi kalmış gülüşlerin ve hüzünlerin,

Küçük ellerin sıcaklığı var dokundukça içimi ısıtan!
Kahkahalar kulaklarımda baktıkça yüzümü aydınlatan...
Boncuk boncuk ter olmuş al yanaklarımdan akan,
Gözlerimde yağmur damlası hatırladıkça içimi acıtan,
Sesimde ürkek bir kuş çığlığı, yüreğimde kalan küçük bir sızı!

26 Mayıs 2009 Salı

Maşukiye - Kuzuyayla, Sapanca - Kartepe


Yine bir haftasonunu daha şehir dışında geçirmek üzere, İstanbul’a 100 km. mesafedeki konumu ve ulaşım kolaylığı ile tercih ettiğimiz doğa harikasıyla buluşmak için, Maşukiye’ ye doğru yola koyulduk.

Sabahın erken saatlerinde, içimizi ferahlatan tertemiz havası ve sisli dağlarında yol aldığımız orman kokusuyla Maşukiye’ye yaklaşık 1,5 saat sonra vardık. Doğanın tüm gizemiyle göz kırpar gibi bize yansıyan mistik dokusu görülmeye değerdi.

Bahar mevsimini yaşadığımız bu günlerde, Kartepe zirvesine doğru yol aldıkça, hala yer yer karlarla kaplı dağ yollarıyla karşılaşmamızsa hayret verici bir durumdu. Çiğ tanelerinin, ilkbahar yapraklarına can verdiği, çam, kayın, ıhlamur ağaçları ve rengarenk çiçeklerle çevrilmiş yoldan Kuzu Yaylasına vardığımızda, panoramik manzaranın ve vahşi doğanın
birbiri ile kaynaşan görüntüsü tek kelime ile muhteşemdi.

Stabil yoldan tırmandığımız Geyik Alanında bizi karşılayan ve harika manzarası ile “iyi ki gelmişiz” dediğimiz A Cafe Restaurant’ ta eşimle birlikte keyifli bir kahvaltı yaparak; güne aydın ve zinde bir şekilde başladık.


Kartepe zirvesinden gündoğumuna merhaba demenin heyecanı birde, güler yüzle hizmet sunulan ve tadı damağımızda kalan harika kahvaltının içimizi sarmalayan doygunluğu ile tekrar yola koyulduk. Buraya kadar gelmişken en tepe noktaya çıkmamak olmazdı! Rotamızı en üst nokta olan zirveye yönelterek tırmanışımızı sürdürdük.

Nihayet zirveye vardığımızda, Kartepe’ den kuşbakışı seyrettiğimiz, Sapanca Gölü ve Körfez manzarası, diğer yanda çeşitli ağaç türleriyle kaplı yemyeşil ormanların eşsiz güzelliği gözlerimizin önüne seriliverdi…


Kışın kayak alanı olarak kullanılan bu bölgede birde telesiyej bulunmaktaydı. İnanıyorum ki kışında bembeyaz karlar içinde ve belki de sürpriz bir geyikle karşılaşabilmek şansı ile de apayrı bir doğa harikası olmalıydı Kartepe…

Bu harika manzarayı ölümsüzleştirmek istercesine bol bol fotoğraf çektik.

Orman içinden gürül gürül gelen çağlayanların oluşturduğu su oluklarından akan tertemiz suları da içerek, içimizi ferahlatan serinlikle, zirveden aşağı inişimizi sürdürdük. Yağan yağmurlar ve eriyen karlar derelere, oradan da Sapanca Gölüne doğru yol almaktaydı.


Pek çok mesire alanının yer aldığı Maşukiye–Aygır Deresi boyunca yemyeşil vadide sıralanan her tür seçeneğin sunulduğu piknik alanları, şelalelerden akan buz gibi sularında yetişen Alabalıkların lezzetiyle sunulan restaurantları, çay bahçeleri ile göz alabildiğine geniş bir yelpazeye sahip konumdaydı.


Biz güne başlarken yaptığımız kallavi bir kahvaltı ardından günün yorgunluğunu, demlik çay hizmeti sunulan piknik alanında, yeşilin bin bir rengini, ve şelalelerden akan su sesleri eşliğinde tavşan kanı çaylarımızı yudumlayarak soluklandık.

Şimdi sıra, tepeden kuşbakışı seyrettiğimiz Sapanca Gölüne gelmişti. Asil ve vakur bir eda ile süzülen Sapanca Gölü sahilinde yürüyüşümüzü sürdürdük. Rengarenk çiçeklerle bezenmiş göl manzaralı çay bahçeleri, balıkçı tekneleri ile şirin bir belde olan Sapanca Gölündeki kısa turumuzun ardından, dönüş için tekrar yola koyulduk.

Dönüş yolumuzu farklı bir yoldan, gölün diğer yakasından dolaşarak gerçekleştirdik...
Ve yine gözümüze çarpan çok hoş bir sahil köyü olan Eşen Köyünde verdiğimiz kısa bir molanın ardından tekrar yola koyularak gün batmadan İstanbul’ a vardık.


Bu arada küçük bir dip not olarak;

Tüm bu alternatifleri değerlendirmek üzere, İstanbul’ a yakınlığı ve ulaşım kolaylığı ile tercih edilebilir bir belde olan Sapancaya gölün kıyısına kadar uzanan trenle gitmek dahi çok keyifli olabilir, benden söylemesi.



 



Kartepe’den Sapanca gölünün ve körfez manzarasının seyri ve Kuzuyayla Mesire Alanında doğa ile iç içe olmanın keyfi içinde...Tam bahar mevsiminde görülmeye değer Maşukiye…



 


20 Mayıs 2009 Çarşamba

Loreena McKennitt hayranlarına müjde!



Dünyayı dolaşarak müziğine yerel sesler katan Kanadalı şarkıcı Loreena McKennitt, benim gibi binlerce Türk hayranının da çok yakından takip ettiği özel sanatçılardan biri.

Çok yakın bir tarihte 13 Haziran 2009'da Türkiye'de vereceği konserle müzikseverlerin karşısında olacak sanatçı, konserini Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesinde gerçekleştirecek.

Büyük bir keyifle dinlediğim o çok özel; harpten, laternaya ve akordiyondan, ud, lir, kanun ve nyckelharpa(Iskandinavya kemani) na kadar her biri sahibi bilinmeyen birer hazine olan enstrumanlarıyla da ayrı bir şölen havasındaki konserleri izlenmeye değer…

22 yıllık müzik kariyerinde 'eklektik Kelt' müziği ile dünya çapında beğeni toplayan sanatçının son albümü “An Ancient Muse”da (Eski Bir İlham Kaynağı) yolu Türkiye topraklarından geçen bir müzikal. Kendisinin “müzikal seyahatname” olarak da tanimladigi projesinin, en yeni bölümü olan, yedinci albümünü, takdim edişi, çok yerinde.

18 Mayıs 2009 Pazartesi

Balkondaki adam ve hüzün


Adam, yine her zaman ki saatinde elinden düşürmediği sigarası ile balkondaki yerini aldı. Aksayan ayağı, kolu ve gövdesiyle yarı felçli bir halde oturduğu koltuğunda, sabit gözlerle bakmaktaydı tek noktaya… Alışılmışın dışında, sessiz ve yalnız öylece boşluğa doğru, duman duman, engin denizlerde kaybolmuşçasına…

Hatırlıyorum bundan beş altı yıl öncesini, o balkonda eşi ve iki çocuğu ile oturduğu gürültülü günleri… İçimden hep dua edip;

“ Allah’ım bir gün olsun kavga etmeseler! ” dediğim günleri… Öyle yüksek sesli ve şiddetli tartışmaların yaşandığı, ardından kopan büyük kavgaları ve tüm sokağa yansıyan bağrışmalarını… Sonrasında ise evde yetişkin olan iki genç çocuğun isyankarca haykırmalarını ve ardından insanın tüylerini diken diken eden anne kızın ağlama seslerini…

Sonradan öğrendiğim, benim yurtdışında yaşadığım dönemlerde, eşinin çocuklarını da beraberinde alarak evi terk edip gittiği ve ardından ise adamında felç olduğu bilgisi oldu.

Anlaşmazlık, yıkılan bir yuva ve ardında kalan nice bedbaht hatıralar…

Özellikle havaların ısınması ile herkesin kendisini balkonlara attığı, açık pencereler ve dışarı süzülen nice hayatlara tanıklık ettiğimiz günlerdeyiz. Elbet özel hayatlar çok mahremdir ve öylede kalmalıdır. Her evde olası ufak tefek tartışmalar yaşanabilir. Ama çevreyi rahatsız edecek boyutta sokağa düşen ve umarsızca yaşanılan ilişkiler sadece ilişkiyi yaşayan insanları değil bir müddet sonra konu - komşu herkesin sorunu haline geliverir.

Gerçekten, evlilik hayatımızda aldığımız en önemli kararlardan biri. Sadece eş seçmek değil, aynı zamanda bir hayatta seçmiş oluyoruz. Ve yaşadığımız hayat seçtiğimiz kadın ve erkekle şekillenmiş oluyorsa eğer, aldığımız bu kararla hüküm sürecek olan hayatımız da bizim için kader yada şans olarak nitelendirilmektedir.
Yaşanılanlar güzel ise iyi kader, değilse kötü kader mi olmaktadır?

Şimdi yine aynı balkonda ve aynı yerinde oturmakta olan o adamı görüyorum, bir an geçmişe doğru giderek…

Hayat ne kadar tuhaf, herkes bir başka yaşamın ortasında…

Ve bir yazısında okuduğum, iki kadın‘ ın hayatında olduğu gibi bir an düşündüm… Acaba aynı kadın ve adam bir başka eşlere sahip olsalardı şu anki hayatları tamamen farklı mı olurdu yoksa kader yine aynı şekilde işler ve aynı hayatı bir başka yoldan mı verirdi onlara? Eğer böyle ise söylediğimiz "evet" ya da "hayır"ın anlamı neydi?

Ve Aydan Atlayan Kedi’nin verdiği yanıtında söylediği gibi;
Bir kitapta şöyle diyordu: "İnsan neyi yapacağına karar verir ama neyi isteyeceği, arzulayacağı konusunda kontrolü yoktur."

Arzu ve isteklerimiz de davranışlarımıza yön verdiğine göre kaderin kilidi başka bir yerde mi saklı acaba? Ya da yaşadıklarımızın tek sorumlusu sadece biz miyiz?

Anlaşabilmek için de “anlamak” gerekmiyor mu?






Görsel: Vincent Van Gogh - Yaşlı adam keder içinde -
Galeri Antoloji

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Boğazın incisi Beylerbeyi Sarayı


Yıllardır bu güzel sarayın bulunduğu şehirde yaşayıp, hem ona bu kadar yakınken hem de bu denli uzak kalışımın tarifsiz duygusu içinde bir türlü fırsat bulamadığım ziyaretimi nihayet gerçekleştirebildim.

Boğaziçi Köprüsü'nden her geçişimde Beylerbeyi Sarayı'nın, özellikle bahçesinin fotoğraflarını çekmek isterdim. Asil bir gelin gibi duran muhteşem görüntüsüyle gözlerimi alamadığım, çoğu kez tekneyle boğaz turlarında yanına kadar yaklaştığım ama içine girip bir türlü gezme fırsatı bulamadığım o boğazın incisi Beylerbeyi Sarayı…

8 Mayıs 2009 Cuma

Heyecan ve Coşku


Hayat karşısında insan ve insanı insan yapan olgular…

Sevinçler, elem ve kederler, taşıdığımız büyük coşku ve heyecanlar, hüzünler, her biri yaşarken tattığımız ve bizleri farklı ruh hallerine sokan nice duygular.

Düşünsel meraklarımız ve yaşama dair heyecanlarımız bizi, bu dünyanın nimetlerinden faydalanmaya sevk etmekte ve içinde taşıdığımız karşı konulmaz adrenalinle de potansiyel gücümüz coşkuya dönüşmektedir.

Bu büyülü coşku bize sahip olduğumuz güçle birlikte pek çok zorluğunda üstesinden gelme cesareti vermektedir.

İnsanın büyük işler başarabilmesi, başka bir deyişle verimli bir şekilde çalışabilmesi ancak “içindeki heyecan denilen o ilahi kuvvetten” faydalanabilmesi ile mümkündür.

Ama ne yazık ki hayat bizim yüzümüze her zaman gülmez! Ve her zaman bizim isteklerimiz doğrultusunda şekillenmez! Çoğu zaman yaşadığımız hayal kırıklıkları, yenilgiler, zamansız gelen ve gelişen istem dışı olaylarla, incinen ve örselenmiş ruhlarımızla aynı güç ve dirençte olamayabiliriz.

Bazen de her şey yolunda gider gibi görünür, oysa iç dünyalarımızda durum hiç de göründüğü gibi değildir! Eksik olan bir şeyler vardır. İçimiz kıpırtısız ve ateşten yoksun, sisler ardında öylece kaybolmuş bir halde, varla yok arası bir boşlukta gibiyizdir.

İşte böyle anlarda, bizi hayata döndürecek ve tekrar olumlu düşünebilmemizi sağlayacak güce önemli bir ihtiyaç duyarız. Bunun için, iyi düşünen ve pozitif yaşamayı kendisine ilke edinmiş, heyecanlı ve doğru insanlarla hayatımızı kuşatarak, tekrar yenilenebilmeyi ve dimdik ayakta durabilmeyi de başarabilmeliyiz…

Ünlü filozofMarcus Aurelius’un” dediği gibi;

“Düşünceleriniz ne ise hayatınız da odur. Hayatınızın gidişini değiştirmek
istiyorsanız, düşüncelerinizi değiştiriniz”.

Heyecanlarımızı kaybettiğimiz, şüphe tereddüt ve kararsızlıklar içinde kaldığımız, en çok da hayatı yaşamaya değer bulmadığımız o dibe vurmuş olduğumuz anlarda bizi tekrar kendimize getirecek olan, olumlu düşüncelerden örülü, anahtar kelimelere de sıkı sıkıya bağlanabilmeliyiz.

Hayatın zorluklarına karşı dayanma gücü bulabileceğimiz, bize tecrübelerden süzülerek edinilmiş olumlu değerlerle örülü ve tekrar tekrar okuyabileceğimiz anlam yüklü muhteşem şiirinde Şair Rudyard Kippling in IF: Eğer şiirini sizlerle paylaşmak istiyorum.


Eğer

“Etrafında herkes şaşkına dönmüş, yollarını şaşırmış ve bundan
seni mesul tutarken, sen kendi tuttuğun yoldan ayrılmaz ve
başını dik tutabilirsen,

Eğer beklemeyi bilir ve beklemekten yorulmazsan,
başkaları seni aldatırken sen yalanla iş görmezsen

veya onlar senden nefret ederken, sen nefret etmeye yanaşmazsan
ve bütün bunlara rağmen fazlasıyla iyi görünmez ve
fazlasıyla hakimane konuşmazsan,

Hayal kurabilir ve hayallerinin esiri olmazsan,
Düşünebilir fakat kendi düşüncelerine körü körüne bağlanmazsan,

Eğer zafer ve yenilgiyle karşılaşabilir ve bu iki boş şeye karşı
aynı şekilde kayıtsızca hareket edebilirsen,

Söylediğin hakikatlerin reziller tarafından akılsızları
aldatmak için değiştirilerek kullanıldığını işitmeye
tahammül edebilirsen,

Veya yapmak için bütün hayatını verdiğin şeylerin bir an içinde
yıkıldığını görür de tekrar eğilir, yorgun vücudun ve
yıpranmış aletlerinle onları yeniden yapabilirsen,

Hayatta elde ettiğin bütün kazanç ve başarıları bir yığın yapar ve
hepsini bir yazı-tuğra bahsi için feda edebilirsen ve
kaybeder, sonra da baştan başlayabilirsen ve
bütün talihsizliklerini unutup kimseye ondan bahsetmezsen,

Eğer kalbin, sinirlerin ve kasların bitmiş, içinde yalnız
“dayan” diyen iradenden başka bir şey kalmamışsa ve
sen onları tekrar çalıştırabilirsen,

Krallarla gezer, sağduyunu elden bırakmazsan,
Ne düşmanların ne de dostların seni incitebilirse,
Herkes sana güvenebilirse, fakat bu güven de sınırsız olmazsa,

Eğer ömrünün her saatine 60 dakikalık değer verebilmişsen,
İşte o zaman içindekilerle beraber bütün dünya senin olur,
hatta bundan daha da önemlisi, sen bir insan olursun oğlum.”


Şiir: Rudyard Kippling
Türkçeye çeviren: Nüvit Osmay


Esin Bozdemir

Görsel: fubiz.net/2009/03/05/ellen-kooi/ellenkooi4