Kadıköy Bahariye Caddesi'nde yürürken bizlere nostaljiyi yeniden yaşatan
sayılı bina arasında en çok dikkatimizi çeken ve bugün Opera binası olarak
faaliyet gösteren hiç şüphesiz ki Süreyya Operası binasıdır. Kadıköy'ün
en güzel tarihi binalarından olan Süreyya 'Opera' Binası'nın tarihi 80 yıl öncesine
dayanıyor. 1924 yılında Süreyya İlmen (Paşa) tarafından yaptırılan bina
uzun yıllar Süreyya Sineması olarak hizmet vermişti. Kadıköy'de şehrin
kültür hayatını çağdaşlaştırmak ve zenginleştirmek için müzik ve sahne
sanatlarına uygun bir bina yapmaya karar veren Süreyya Paşa, inşaatı 3 yıl
süren ve 6 Mart 1927 yılında bitirilen binayı yaptırırken, konser, konferans,
dans, balo, çay, nişan-düğün gibi sosyal ihtiyaçları da karşılayıcı bir bina
tasarlar. Bu amacını da gerçekleştirmek için; Avrupa ülkelerinde bulunan ünlü tiyatro
opera binalarını gezer. Paris'in Şanzelize (Champs Elysee) Tiyatrosu'nun
fuayesinden, iç bölümlerini ise Alman tiyatrolarından örnek alarak tasarlar.
Süreyya Paşa, opera temsillerine uygun bir bina yapmayı amaçlasa da, Süreyya
Operası’nda hiç opera oynanamaz. Bu nedenle bina hep kültür sanat hayatımıza “sinema”
olarak yerleşir.
O zamanki adıyla Süreyya Paşa Tiyatro ve Sineması, yapısal olarak
devrinin Avrupa'daki mimarlık dekorasyon anlayışını yansıtır. Cephesi ve iç
mekanlar figürlü rölyeflerle, tavanlar ise freskler ve yaldızlı
kartonpiyerlerle bezenmiştir. 1927 yılından 1950 yılına kadar sinema olarak
kullanılan bina 1950 yılında Süreyya İlmen Paşa'nın ölümüyle, 49 yıllığına Kadıköy Belediyesi’nce
kiralanarak Süreyya Paşa'nın amacına,
ideallerine ve hatırasına uygun biçimde Opera Binası'na dönüştürülür..
Opera temsilleri için gerekli olan Süreyya İlmen Paşa'nın da dile getirdiği mekanlar baştan aşağı yeniden düzenlenir. Bütün dekoratif unsurlar elden geçirilir.. Yapının cephesinde ve sahne portal çerçevesinde yer alan heykeltıraş İhsan Özsoy'a ait kabartma heykeller olduğu gibi korunarak temizlenir. Mimar Cafer Bozkurt tarafından hazırlanan röleve ve restorasyon projesine göre onarılıp yenilenir ve tarihi Süreyya Binası, Kadıköy Belediyesi Süreyya Operası olarak 27 Ekim 2007 de kapılarını bir kez daha sanata, sanatçıya ve sanatseverlere açar. Böylece Kadıköy Belediyesi 80 yıl aradan sonra Süreyya İlmen Paşa'nın “Kadıköy de Opera” hayalini gerçekleştirmiş olur. (tıklayınız)
Sanata, sanatçıya verilen değerin en güzel göstergelerinden biri de sanatın icra edildiği mekanlardır. Ve bu mekanlara sağlanan destekler önemlidir! Gezdiğim bu binada gördüklerim, büyük emeğin, özverinin yansımalarıdır. Bu aslında özünde insana verilen değerdir!.. Kapıdan içeriye adımınızı atar atmaz sizi Opera’nın o tılsımlı dünyası sarıverir bir anda. Kırmızı halılar, ışıldayan avizeler, duvarlarda kabartma heykeller, tablolar arasında...antik çağlardan günümüze; Opera’nın şiirle, dansla, temsille, resimle ve insan sesiyle bütünleşen çeşitli enstrumanların senteziyle nasıl içiçe olduğunun ve dramatik / lirik sahne sanatının gelişimini gözler önüne seren... temelinde esas ruhu müzik olan bu muazzam buluşmayı sağlayan -sanatın bahçelerinden, tarihin içinden süzülerek geçersiniz!.. ‘Sanatın konuştuğu’ bu ortamlarda, estetiğin, muhteşem bir görsellik ve evrensellik içinde çok seslilikle buluştuğu bir noktada insan olmanın bambaşka hazzını yaşarsınız.
Ulu Önder Atatürk, Cumhuriyet dönemi müzik çalışmalarında nasıl ki, halk ezgilerinin derlenerek, en son müzik kurallarına göre işlenip "yeni Türk müziğinin" yaratılmasını hedef göstermişse tiyatro ve opera alanında da Türk tarihinden, mitolojisinden, halk kültüründen yararlanılmasını istemiştir. Atatürk, çok okuyan, okuduğundan milleti için yararlı sonuçlar çıkaran bir liderdi. "Tiyatro bir memleketin kültür seviyesinin aynasıdır" demişti.
Bu hafta Türk Operası’nda Dekor Resimleri Sergisine gittim. Süreyya Operası Fuayesinde Sergiyi incelerken ve aynı zamanda binayı da daha yakından gezip görme fırsatını yakalamışken, bu güzel oluşumun temelini atan, harcını karan, mimarından, işçisine, başkanından oyuncusuna, dekorcusundan terzisine kadar... tüm sanat emekçilerine yürekten teşekkür ettim. Ama en büyük teşekkürü öncelikle Ata’mıza gönderdim!..
Ve...Geçmişe uzanarak, Opera’nın ilk kurucuları Cumhuriyet Dönemi bestecilerinden; Ahmet Adnan Saygun, Necil Kâzım Akses, Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar, Cemal Reşit Rey’i... Cevat Memduh Altar, Nevit Kodallı, Ferit Tüzün, Rasih Sanat , Nurullah Şevket Taşkıran, Saadet İkesus Altan, Semiha Berksoy, Nurullah Taşkıran, Nihat Kızıltan, Rabia Erler, Vedat Gürten, Esat Tamer, Mesude Çağlayan, Ayhan Aydan, Ragıp Haykır, Vedat Gürten, Muhsin Ertuğral, Leyla Gencer, Nimet Akalın, Necdet Demir’i sayısız sanatçımızı!.. (...) ve geçmişten günümüze bütün sanat emekçilerini de saygıyla andım.
Onlar Avrupa senfoni enstrumanları eşliğinde, senfonik halk müziği eserleri ve operalar yaratarak 20. Yüzyıl Türkiyesi’nin müzik alanında çağdaşlaşması ve sisteme oturmasında profesyonel seviyede başarılar elde etmişler ve gelecek nesillere örnek teşkil etmişlerdir. Ve bu değerli sanatçılarımız ülkemizin o günkü zorlu koşullarında, Türkiye’deki müzik eğitiminin sağlam temellere oturtulmasında sorumluluk alarak ve ülkemizdeki sanat kurumlarının, kurulup gelişmesinde aktif rol üstlenerek topluma büyük hizmetler vermişlerdir.
Opera temsilleri için gerekli olan Süreyya İlmen Paşa'nın da dile getirdiği mekanlar baştan aşağı yeniden düzenlenir. Bütün dekoratif unsurlar elden geçirilir.. Yapının cephesinde ve sahne portal çerçevesinde yer alan heykeltıraş İhsan Özsoy'a ait kabartma heykeller olduğu gibi korunarak temizlenir. Mimar Cafer Bozkurt tarafından hazırlanan röleve ve restorasyon projesine göre onarılıp yenilenir ve tarihi Süreyya Binası, Kadıköy Belediyesi Süreyya Operası olarak 27 Ekim 2007 de kapılarını bir kez daha sanata, sanatçıya ve sanatseverlere açar. Böylece Kadıköy Belediyesi 80 yıl aradan sonra Süreyya İlmen Paşa'nın “Kadıköy de Opera” hayalini gerçekleştirmiş olur. (tıklayınız)
Sanata, sanatçıya verilen değerin en güzel göstergelerinden biri de sanatın icra edildiği mekanlardır. Ve bu mekanlara sağlanan destekler önemlidir! Gezdiğim bu binada gördüklerim, büyük emeğin, özverinin yansımalarıdır. Bu aslında özünde insana verilen değerdir!.. Kapıdan içeriye adımınızı atar atmaz sizi Opera’nın o tılsımlı dünyası sarıverir bir anda. Kırmızı halılar, ışıldayan avizeler, duvarlarda kabartma heykeller, tablolar arasında...antik çağlardan günümüze; Opera’nın şiirle, dansla, temsille, resimle ve insan sesiyle bütünleşen çeşitli enstrumanların senteziyle nasıl içiçe olduğunun ve dramatik / lirik sahne sanatının gelişimini gözler önüne seren... temelinde esas ruhu müzik olan bu muazzam buluşmayı sağlayan -sanatın bahçelerinden, tarihin içinden süzülerek geçersiniz!.. ‘Sanatın konuştuğu’ bu ortamlarda, estetiğin, muhteşem bir görsellik ve evrensellik içinde çok seslilikle buluştuğu bir noktada insan olmanın bambaşka hazzını yaşarsınız.
Ulu Önder Atatürk, Cumhuriyet dönemi müzik çalışmalarında nasıl ki, halk ezgilerinin derlenerek, en son müzik kurallarına göre işlenip "yeni Türk müziğinin" yaratılmasını hedef göstermişse tiyatro ve opera alanında da Türk tarihinden, mitolojisinden, halk kültüründen yararlanılmasını istemiştir. Atatürk, çok okuyan, okuduğundan milleti için yararlı sonuçlar çıkaran bir liderdi. "Tiyatro bir memleketin kültür seviyesinin aynasıdır" demişti.
Bu hafta Türk Operası’nda Dekor Resimleri Sergisine gittim. Süreyya Operası Fuayesinde Sergiyi incelerken ve aynı zamanda binayı da daha yakından gezip görme fırsatını yakalamışken, bu güzel oluşumun temelini atan, harcını karan, mimarından, işçisine, başkanından oyuncusuna, dekorcusundan terzisine kadar... tüm sanat emekçilerine yürekten teşekkür ettim. Ama en büyük teşekkürü öncelikle Ata’mıza gönderdim!..
Ve...Geçmişe uzanarak, Opera’nın ilk kurucuları Cumhuriyet Dönemi bestecilerinden; Ahmet Adnan Saygun, Necil Kâzım Akses, Ulvi Cemal Erkin, Hasan Ferit Alnar, Cemal Reşit Rey’i... Cevat Memduh Altar, Nevit Kodallı, Ferit Tüzün, Rasih Sanat , Nurullah Şevket Taşkıran, Saadet İkesus Altan, Semiha Berksoy, Nurullah Taşkıran, Nihat Kızıltan, Rabia Erler, Vedat Gürten, Esat Tamer, Mesude Çağlayan, Ayhan Aydan, Ragıp Haykır, Vedat Gürten, Muhsin Ertuğral, Leyla Gencer, Nimet Akalın, Necdet Demir’i sayısız sanatçımızı!.. (...) ve geçmişten günümüze bütün sanat emekçilerini de saygıyla andım.
Onlar Avrupa senfoni enstrumanları eşliğinde, senfonik halk müziği eserleri ve operalar yaratarak 20. Yüzyıl Türkiyesi’nin müzik alanında çağdaşlaşması ve sisteme oturmasında profesyonel seviyede başarılar elde etmişler ve gelecek nesillere örnek teşkil etmişlerdir. Ve bu değerli sanatçılarımız ülkemizin o günkü zorlu koşullarında, Türkiye’deki müzik eğitiminin sağlam temellere oturtulmasında sorumluluk alarak ve ülkemizdeki sanat kurumlarının, kurulup gelişmesinde aktif rol üstlenerek topluma büyük hizmetler vermişlerdir.
Sanattır bizi birbirimize bağlayan, dil, din, ırk demeden, uzaklıkları ve mesafeleri ortadan kaldıran,
kenetlendiren, sevginin çoğlamasını sağlayan, birleştiren, buluşturan...
Gözardı edilebilir mi hiç, ya da yok sayılabilir mi!. Güzel yurdumuzda sanatın
her alanda gelişimini sağlayan ona önayak olan insanını, insanlarımızı!..Tabi
ki bu arada Atamızın önderliğinde ilk sahlenen operayı anmadan da sergiyi gezmek olmazdı!..
Atatürk'ün konusunu Türk tarihinden ve halk kültüründen alan eser yaratma dinamizmi, opera alanında da ilk ürünlerini vermişti.
Konusu Mustafa Kemal Atatürk tarafından bizzat şekillendirilmiş librettosu Münir Hayri Egeli tarafından yazılmış 27 yaşındaki Ahmet Adnan Saygun tarafından bir ay gibi kısa bir sürede bestelenerek iki ay içinde de sahnelenen Özsoy Operası Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk sahnelenen operasıdır.
Atatürk üç perdelik Öz Soy operasıyla, Türk ve İran mitolojilerini birleştirerek, iki millet arasında bir kardeşlik, dostluk köprüsü oluşturmak istemiştir. Öz Soy operası, İran Şahı Rıza Pehlevi'nin Ankara'ya gelişi dolayısıyla 19 Haziran 1934 tarihinde Ankara Halkevi'nde Atatürk'ün ve İran Şahı'nın huzurunda sergilenmiştir.
Operada, bariton Nurullah Taşkıran, soprano Nimet Vahit ve Semiha Berksoy da oynamışlardır. Bu yüzden Özsoy Operası Türkiye ulusal operasının yaratılmasında önemli bir adım sayılmaktadır. Operada işlenen ana tema - Yüzyıllar boyunca Türkiye ve İran'ın kardeşolduğunun vurgulanmasıdır. Opera, İranlıların Şehname destanından esinlenilmiş.
Atatürk'ün konusunu Türk tarihinden ve halk kültüründen alan eser yaratma dinamizmi, opera alanında da ilk ürünlerini vermişti.
Konusu Mustafa Kemal Atatürk tarafından bizzat şekillendirilmiş librettosu Münir Hayri Egeli tarafından yazılmış 27 yaşındaki Ahmet Adnan Saygun tarafından bir ay gibi kısa bir sürede bestelenerek iki ay içinde de sahnelenen Özsoy Operası Türkiye Cumhuriyeti tarihinin ilk sahnelenen operasıdır.
Atatürk üç perdelik Öz Soy operasıyla, Türk ve İran mitolojilerini birleştirerek, iki millet arasında bir kardeşlik, dostluk köprüsü oluşturmak istemiştir. Öz Soy operası, İran Şahı Rıza Pehlevi'nin Ankara'ya gelişi dolayısıyla 19 Haziran 1934 tarihinde Ankara Halkevi'nde Atatürk'ün ve İran Şahı'nın huzurunda sergilenmiştir.
Operada, bariton Nurullah Taşkıran, soprano Nimet Vahit ve Semiha Berksoy da oynamışlardır. Bu yüzden Özsoy Operası Türkiye ulusal operasının yaratılmasında önemli bir adım sayılmaktadır. Operada işlenen ana tema - Yüzyıllar boyunca Türkiye ve İran'ın kardeşolduğunun vurgulanmasıdır. Opera, İranlıların Şehname destanından esinlenilmiş.
Öykü, Hakan Feridun'un ikiz oğulları Tur(Kurt) ile İraç (Aslan) üzerine kuruludur. İkizler doğduğunda şeytanın gazabı onları birbirinden ayırır. Ayrı yollara gidip birbirlerinden uzaklaşırlar. Ama yüzyıllar sonra buluşup kardeş olduklarını anlarlar. Tıpkı "ayrı yollara giden ikizler" Türkiye ve İran gibi. Eserin sonunda, iki kardeşten Tur'un adı geçtiğinde, sahnedeki oyuncular, Ankara Halkevi'nin locasında operayı izlemekte olan Atatürk'ü, İraç (Aslan) sorulduğunda ise yanındaki Rıza Pehlevi'yi işaret ederler. Bu jest karşısında çok duygulanan Rıza Şah Pehlevi, "Kardeşim!" diyerek, Atatürk'e sarılmıştır.
Ankara Halk Evi’nde sahnelenen ilk temsilin hemen ardından iki devlet başkanıDışişleri Bakanlığına giderek orada Türk - İran dostluğunun temelini atmışlardır. (bkz)
Ankara Halk Evi’nde sahnelenen ilk temsilin hemen ardından iki devlet başkanıDışişleri Bakanlığına giderek orada Türk - İran dostluğunun temelini atmışlardır. (bkz)
Özsoy Operasından...
Uvertur (1.Video) Ozan (2.Video)
Perde açıldığında sahnede görülen ozan, ezelî Türk yüceliğini sayıp dökeceği destanına koyularak dinleyicilerin hayalini kırk bin yıl evvelki Feridun’un ülkesine çeker. Bu tiradda Atatürk’ün ulus, din, devlet konularındaki görüşlerine ışık tutulmaktadır. Arpın büyülü melodisiyle ozan tiradını seslendirmeye başlar :
“Ben ne puta tutkunum, ne de yâra vurgunum, /Elimde destanımla yalnız hakka bakarım. / Doğruyu anlatırım, gönüllere akarım. / Gönlü açık olanlar elbet beni severler.”
Dizelerinde Asya Türklerinin eski inancı, Şamanlıktan hak dinine, İslâma
geçiş vurgulanmaktadır. Son bölümde ise tasavvuf felsefesinin büyük ozanı Yunus
Emre ile bir bağlantı kurulmuştur. Gönül gözünün açık olması deyimi,
tasavvufta, ilâhî aşkın tanımlamasıdır.Tiradın devamında, yeni milletin kültür yapısı betimlenirken kaynakların,
Batıdan veya Doğudan değil, kendi tarihimizden alınması gerekliliği
vurgulanmaktadır:
“Ben, ne Homeros gibi; hayali yavuzlar, / Tanrılarla sevişen kızcağızları anlatmaktan hoşlanır. / Ne de eski Fin’lerin Kalavala’sı gibi, insanlarla cinlerin, / Döğüşünü süslerim hayal enginlerinde / Ben Firdevsi değilim, / Kendi dar anlayışımdan, güzel renkli savaşlar yaratıp, İninde uyuyan aslanları kamçılamam. / Ben vatan yavuklusu ozanım, / Öz tarihi söylerim, olmuşu iletirim, / İşte böyle beylerim.”
Atatürk’ün görüşleri doğrultusunda yazılan bu satırlarda da görüldüğü gibi,
iman ve vatan yeni milletin en temel unsurlarıdır. Toplumun ilerlemesi,
çağdaşlaşması için başvuracağı kaynakların, kendi geçmişinde var olduğu ve bu
geçmişten hareket edilmesi gerekliliği bakın nasıl anlatılıyor:
“Tarih diyor ki bize, / Uygarlıklar ırmağı brakisefal soyda buldu, özlü kaynağı, /Bu soy, Asya’dan çıktı, dört bir yana dağıldı, / Bu tarih, yükselişin, başlangıcı sayıldı, / Avrupa, Anadolu, İran, ve ortayayla uygarlığa girdi, / Bakın, bu büyük soyla zaman durur mu? / Sakın zaman durur sanma, duran düşer / İlerden başkasına inanma.”
“Tarih diyor ki bize, / Uygarlıklar ırmağı brakisefal soyda buldu, özlü kaynağı, /Bu soy, Asya’dan çıktı, dört bir yana dağıldı, / Bu tarih, yükselişin, başlangıcı sayıldı, / Avrupa, Anadolu, İran, ve ortayayla uygarlığa girdi, / Bakın, bu büyük soyla zaman durur mu? / Sakın zaman durur sanma, duran düşer / İlerden başkasına inanma.”
Dağılmış Türk boylarını bir araya toplamayı başaran Hakan
Feridun’un temsil ettiği kişilik, dağılmış Osmanlı İmparatorluğunu yeni bir
ulusta birleştiren Atatürk’ten başkası değildir. Bu birlikteliği sağlayan ortak
değerlere, Hakan Feridun, iki oğlunun dünyaya gelişinin kutlandığı gece,
yapılan dualarda örnekler veriliyor. (bkz)
Operanın sonraki gösterimleri Atatürk'ün ölümünden çok sonra gerçekleşmiştir. Bununla beraber 3 Şubat 1982'de Atatürk’ün 100. doğum yıldönümü nedeniyle, tam 48 yıl sonra tekrar sahnelenmesi gündeme geldiğinde eserin bestecisi Ahmet Adnan Saygun, bu 3 perde 12 tablodan oluşan operayı, bir perdelik özet haline getirmiştir. Özsoy Operası 1982 yılından sonra birkaç kez daha sahnelenmiştir. 19 Haziran 2007 tarihinde, Semiha Berksoy Opera Vakfı tarafından Beşiktaş Resim ve Heykel Müzesi'nde organize edilen bir etkinlikle "Özsoy Operası'nın ilk temsilinin yıldönümü", konuşmalar ve bir konserle kutlanmıştır.
Özsoy Operası hakkında araştırmalar yaparken nette dikkatimi çeken bir
yazı da; Doğan Hızlan’ın 98 yılında izlediği; ‘Özsoy Operası'ndan kulis gözlemleri’ başlığındaki yazısı ve özellikle Halit Refiğ'in sözleri oldu. (bkz)
‘Atatürkçülük demek, onu benimsemek, cumhuriyet kültürüne sahip çıkmak
demektir. Sadece konuşmalarla, protestolarla bu işi yürütemeyiz. Onu dar bir
kalıba sıkıştırarak Atatürk düşüncesi savunulamaz.'' Halit Refiğ
Sonuç olarak, dâhi komutan, büyük devlet adamı Atatürk aynı zamanda bir kültür adamıydı. Büyük bir sanatseverdi. Türk kültürünün başmimarıydı. Konusunu; Türk tarihinden, Türk halk kültüründen alan oyunlar yazdırarak, operalar bestelettirerek, bunların sahneye konulmasını sağlayarak, yeni sanatçılar yetiştirerek, Halkevlerini kurup sanat çalışmalarını yurda yayarak Türk Halk Kültürü'ne önemli katkılarda bulunmuştur.
Hayatı daha güzel ve anlamlı kılmanın yolu sanattır!
Ve bizler Atatürk’e ve Cumhuriyetimize
sahip çıkmak istiyorsak eğer, kültürel değerlerimize de sahip çıkmalıyız!.. Sanatın,
sanatçının yanında olmalıyız, sanatçılar da icraatleriyle halkın yanında..
hep birlikte daima elele.. Çünkü, en büyük güç halktır! Bu davet bizim! Bu VATAN HEPİMİZİN!..
Bu kısa girizgâhtan sonra! şimdi gönül
rahatlığı içinde ‘ Türk Operasında Dekor Resimleri ’ sergisini gezebiliriz artık .)
Esin Bozdemir
Esin Bozdemir
*Türkiye’de Opera’nın tarihsel gelişimi – Kuruluş Döneminde Türk Operası hk. master
*Özsoy Destanı - Atatürk ve Adnan Saygun *İlk Türk Operası- buradan
Yine iyi bir kaynak oluşturmuşsunuz. Teşekkürler.
YanıtlaSil