O, sezgilerine güveniyordu. Usul usul yaklaşmaktaydı fırtına! Bu ürperten sessizlik, bu iç karartan renksizlik hayra alâmet değildi pek. Camları açtı kadın kokladı havayı! kurşun gibi ağırdı hava!.. sanki tarifsiz bir sıkıntı ve içine dokunan bir efkâr kokusu vardı bu havada!.. ağaçların boynu bükük, sokak lambasının feri sönük!.. asırlık bir sütun gibi çakılı tek bir dal kıpırdamadan öylece durmaktaydı her şey toprakta!.. ne bir kuş sesi, ne de havlayan bir köpek vardı etrafta!.. hiçbir ayak izi de yoktu!.. sessizliğin çığlıkları sarmıştı dört bir yanını…
“Sakin gökyüzünün altında, mezarların çevresinde dolandım. Fundalar ve çan çiçekleri arasında uçuşup duran pervaneleri izledim. Otları hışırdatan hafif rüzgârın fısıltısını dinledim. İnsan, nasıl olurda bu sakin toprağın altında yatanların huzursuz bir uykuda olduğuna inanabilir, şaşırdım.”
diyen 'Emily Bronte’' nin sözleriyle irkilmişti! okuduğu romanın son satırlarında karşılaştığı bu cümleler beyninde kıvılcımlar çaktırmıştı o anda!.. ama buralarda hiçbir esinti dahi yoktu!.. anlaşılan huzur dedikleri şey ne gökte ne de yerdeydi !..
bir işaretti belki de tüm bunlar kim bilir !.. ağaçlar, gökyüzündeki bulutlar, ay ve güneş, deniz ve dalgalar, yıldızlar ve daha neler neler şekilden şekile bürünürken şu gök kubbenin altında!..
‘Bana ne anlatmak istiyor acaba bu hava?’ diyerek… gün boyu kafasını kurcalayan düşüncelerine yanıtlar arayıp durmuştu kadın… Yüzünü göstermeyen güneş geceye doğru uzanırken, arka çekmecelere sakladığı ıssız gecelerini anımsadı !..
O, ay ışığından yoksun geceleri hiç sevmezdi!.. Hele kâbus dolu karabulutlar sarmaya görsün göğün tavanını.. mahzende kalmış gibi ürkek kalbini ferahlatmak istercesine!.. tüm ışıkları yakardı odaların! Sonra gözlerini kamaştıran ışıklarda, kaçırmamak için detayları ve tanımak için hayatı enine boyuna, daha güvende ve daha da kendince ve hissettiğince hayatın içine akardı… ayın parlattığı gökyüzünde ve ıssız ormanlarda kilometrelerce yürürdü, özgürce...
kâh günün içine dalar, kâh anıların kucağında gezinirdi!.. Bazen müziğin tınılarına bırakır kendini, bazen de elindeki kitabın satırları arasında, başka hayatların serüvenlerine tanıklık ederdi o dakikalarda… Kimi zamanlarda da, rüyalarda hayatı, hayatın içinde rüyalar(ı) yaşardı. Kifayetsiz bir üryan gibi! perdesizdi rüyaları!.. Ama hayatı, türlü renkte ve türlü desende perdelerle kaplıydı …
Böyle zamanlarda yüreğini mandallarcasına, sıkı sıkıya kapatırdı camları! Oysa bilirdi ki, sarsıntılar önce en kırılgan camlara dokunacaktı! durmadan konuşan iç sesi ha bire fısıldayıp kulağına… ;
‘Kırılsın kırılacaksa, batsın batacaksa bu dünya!’ deyip durmaktaydı...
Sezgileri yine yanıltmamıştı O’nu!.. zor beklenilen o tatlı bahar rüzgarları geç gelip,’ tam kavuştum!’ derken… ardına bile bakmadan ansızın çekip giderdi hep!.. tatlı ve ılık rüzgarlar yerini başka başka, anlaşılmaz tuhaf karakterli iklimlere bırakırdı nedense!..
Tekerrür eden, dünden öncesi ve dünden sonrası hep aynı nakaratlardı bu hayatta!.. değişen hiçbir şey yok idi!. düşündü durdu kadın…. Gerçekten değişen hiçbir şey yok muydu ki!.. sonra baktı etraflıca kendisine ve …
‘Benimse ellerim, gözlerim ve ruhumu taşıyan ağır yüreğim değişiyor gün be gün!..’ dedi.
Ve işte yine, bir kasırga, bir fırtına, bir ala-borayla sarhoş olmuş(tu) dünya!.. toz zerreciklerine karışmıştı kıristal taneler!.. her yer un-ufak cam kırıkları içinde, ışıklar sönmüş ve zifiri bir karanlığın kuytusunda kalmıştı şu koskoca fid-dünya!…
Şimdi rahatlamış mıydı acaba!.. yağarsa yağmur, boşalırsa bardaktan taşarcasına damla damla!.. rahatlayacaktı o zaman nasılsa... bekletmeden yağdı yağmurlar, akıttı damlalarını toprağa kana kana!..
Çığlıklarından arınmış dingin bir hayat, yepyeni bir sessizliğe gebeydi ardından!..Uçuşan perdelerde gecenin efsunlu gizemi göz kırpmaktaydı şimdi… Bulutlar yavaşça kaybolurken hülyalı gölgeler de düşünce karanlığa, bu titrek aralıklar vuslata bir davet miydi yoksa!..
Yıldızlı semalara doğru iç çekerek ve ümitle parıldayan gözlerle baktı kadın!.. ‘dünya, dünya yalan dünya!..’
O, bembeyaz porselen bir tabak gibi yayılan ayın altındaki ışıkları toplamaya gidecek şimdi…
Ve umudun parlayan yıldızı kayacak ansızın başının üzerinde…
Yıldız O’na; “şimdi sobeleme sırası sende!” diyecek belki de!.. ve O’da yıllardır onunla körebe oynayıp duran talih(in)e telaşla göz kırpacak ve birer birer sıraladıktan sonra dileklerini; “dileğim kabul olacaksa çık! olmayacaksa eğer sakın çıkma !.” diyecek biricik yıldızına…
Ardından yolu aydınlanacak ve aydınlık olacak bastığı tüm yollar…
Artık O, tüm karanlıkları yenmek umuduyla ışıklar toplamaya devam ediyor…
Müzik: Ο θάνατος του ταύρου - Σταύρος Λάντσιας /
The death of the bull - Stavros Lantsias
The death of the bull - Stavros Lantsias