15 Eylül 2015 Salı

Bilimin siyasetle temasında en temel nokta !.


Zor süreçlerden geçiyoruz. Zoru başarmak için kendimizle de kıyasıya savaşıyoruz. İçimizi karartan gündemler ruh sağlığımızı da tehdit ediyor.  Oysa hayat devam ediyor!.. acı-tatlı!.. önce kendimizle barışmamız gerek. Evet.. Okumak böyle zamanlarda bana ilaç gibi geliyor… bir  de ruhumu dinlendiren sesler!..  doğanın içinde, doğanın seslerini dinleyerek yürüyebilse idim keşke!.. kuşların, böceklerin, dalga seslerinin yerini sentetik sesler  alıyor!. Bir de güneşi toplamak gerekiyor. Bunları biliyorum!.. Ama dönüyorum dolaşıyorum, çıkmaz bir sokağa dalmışcasına, beynim yine bana aynı soruyu sorduruyor; ‘n’olacak bu ülkenin hali’ !. deyip duruyorum.

Ülkemi seviyorum, ortak sevdamız vatanımız. Vatanımızın halini dert edinip duruyorum kendime :( Vatanımız şimdi acılar içinde, sorunlar içinde can çekişiyor!.  Dolayısı ile endişelenmekte haksız değilim/değiliz!..  Yine bir seçim arifesine daha girdik. Yurttaş olarak seçim hakkımızı kullanacağız. Ama velakin  çoğunluğu ‘CAHİL’ olan insanımızın  ne halt edeceği de malumunuz veçhile ortada!.  ama yine de belki de bu defa, dibe vurunca sanki yukarıya çıkacakmışız gibi de geliyor bana!.. Umut fakirin ekmeği imiş benimki de o hesap işte!.. hesap tutacak mı dersiniz ?. tutar mı!.. bilmiyorum!.. aslında ne mevcut siyasete, ne de (istisnalar hariç) genel olarak siyasetçilere artık hiççççç güvenmiyorum!.. burada susuyorum... bakalım gelecek günler neler gösterecek bize..

Bu süreçlerde beynimi bir nebze de olsa endişelerden arındırmak ve yerini bilginin ışığında aydınlığa ve ferahlatmaya doğru yöneltmek istiyorum. Öncesinde yeni aldığım dergilere bir göz atıyorum. Biraz ‘ Ot ’, biraz da ‘ Kafa ’yı düzeltmek için ;) tura başlıyorum. 12 Eylül süreçlerini irdeleyen yazarların birbirinden ilginç makaleleri arasında ben de bir düne bir bugüne gidip gidip geliyorum. İlber Oltaylı’nın, Aydın Boysan’ın, Sunay Akın’ın yazılarını... Tarık Akan’ın ve Fatoş Güney’in eşi Yılmaz Güney ile ilgili yazılarını ve... diğer yazarları okuyorum.  Derginin yüzde doksanını hatim ettikten sonra… ardından kütüphanemin başına geçip ‘ Bilim ve Ütopya Dergisi  ’nin eski sayılarına bir göz gezdiriyorum.  Derginin 2013 – 229. Sayısında  ‘direnişin bilimi’ üzerine yapılan teoriler nelermiş ? daha önce altını çizdiğim ve önemli bulduğum o bilgileri bir kez daha gözden geçiriyorum ve bazılarını -gündemle de ilgili olduğunu düşündüğüm için - sizlerle de paylaşmak istiyorum. ODTÜ Mak. Müh. Çağrı Mert BAKIRCI, Bilimin, siyasetle olan ilişkisini değerlendiriyor.
İnsanın doğası üzerine bir deneme...
Bilimsel, tarafsız, gerçeklere dayalı ve kişisel beceri ve yetenekleri teşvik edebilecek bir eğitim sistemi, insanlığın ilerlemesi için garantiye alınması gereken en önemli haklardan biridir. Çünkü toplumların ne olacağı hususunda, bireylerinin eğitimi, dolayısıyla algıları, bilgileri, kültürleri ve eğitimle kazanılabilecek daha nice beceri ve yetenekleri yol gösterici olacaktır. İşte bu eğitimin art niyet taşımaması ve tarafsız, özgür, ilerici ve aydın olabilmesi için bilimin siyasetle temas ettiği en temel nokta da budur.
' Bir ağaç öldü, bir millet uyandı.' 
- Bir çocuk, kıyıya vurdu, dünya sarsıldı!. Ve insanlık kendinden utandı!.. Elbette yaşanılan ‘Gezi’ direnişi, sadece birkaç ağacın ve onlardan kaynaklanan yaşam alanının korunmasından çok daha fazlasıdır. Ve kıyıya vuran çocuğun cansız bedeninin ardında yatan hikayeler görülenin çok ötesindedir. Ama tek bir hareket bazen büyük bir infial yaratmaya yeter!.-
Bir popülasyonun başarısını en nihayetinde popülasyon içerisindeki bireylerin  tekil özelliklerinin dağılımı, yani bireylerin ta kendisi belirlemektedir. Toplum, bireylerin her türlü özelliğinin toplamıdır.
Bilimin siyasetle olan ilişkisi 
İnsan bir hayvan türüdür, bir canlıdır. Dolayısıyla kurduğu her türlü sistem, esasında kendi benliğinin ve türsel özelliklerinin topluma yansımasından fazla bir şey olmayacaktır. Yani günümüzde var olan veya geçmişte var olmuş ideoloji ve sistemlerin hiçbiri, birileri tarafından bir masa etrafında oturulup, kesilip biçilip geliştirilmiş sistemler değildir. Hemen hemen hepsi doğal süreçler içerisinde var olmuş ve insan doğasının farklı yanlarını yansıtır özelliğe kavuşmuştur. Bu sebeple esasında tanımlanmış ve sınırları çizilmiş hiçbir sistemi /ideolojilerin zaman içerisinde özünden ayrılarak toplumun ihtiyaçlarına adepte olmuş olması, bu süreçte bazı içsel niteliklerini yitirerek, bazılarını değiştirmek zorunda kalmasıdır. Günümüzdeki sistemlerin hiçbiri bir insanın benliğini tamamen tatmin edebilecek özellikte değildir… elbette kişiler kendilerini çeşitli sistem ve ideolojilere daha yakın hissedebilirler ve çalışmalarını bu yolda sürdürebilirler, hatta zaman içerisinde o sistem veya ideolojinin özünü tamamen benimseyebilirler ve kişilikleri/düşünceleri buna paralel olarak değişebilir. Buna rağmen, insani bir aydınlanma, ancak kendi özelliklerimizi fark edip, o özelliklerimizin hangi kısımlarını kucaklayıp, hangilerini hangilerini reddedeceğimizi anlamamızla başlayacak, var olan sistem ve ideolojileri kendi bilgilerimiz ışığında değerlendirerek eleştirebilecek düzeye ulaşmamızla işe yarar hale gelecektir. Bu yüzden siyasi bir olgunluğun ilk adımı, bireyin kendisini bilimsel olarak tanımasından geçer. Bilimi ve çeşitli bilim dallarının içeriğini algılayıp yaşamına uygulayabilmesinden geçer. 
İşte tam bu sebeple ideal bir siyasi sistem, merkezinde bilimi ve toplumsal eğitimi bulundurmalıdır. Çünkü hangi sistemden bahsediyor olursak olalım, sistemin idealize olabilmesi için, hizmet verdiği insanlar tarafından tam olarak anlaşılabilmesi ve eleştirilebilmesi gerekmektedir. Ancak temel düzeyde eğitim almayan, düşünmeyi, sorgulamayı, araştırmayı, okumayı, tartışmayı bilmeyen insanlardan oluşan bir toplumda siyasi bir ilerleme veya aydınlanmadan bahsetmek olanaksızdır. Bu tip toplumlar, dışarıdan veya siyasi manipülatörler tarafından güdülmeye mahkumdurlar. 
İnsan doğasına atılacak hızlı bir bakış bile, yüz yıllardır dökülen kanların, insan türünün farklı birkaç yüzünün topluma yansıyan farklı biçimlerinden ötürü birbiriyle çatışmasından kaynaklandığını gösterecektir. Dolayısı ile nasıl ki iç dünyamızda kendi görüşlerimiz bile birbiriyle çatışabiliyorsa, bunun dışavurumu olan düşünce ve ideolojilerin birbiriyle çatışması da son derece normaldir. Zaten gelişim, bu karşıt düşüncelerin çarpışması sonucu mümkün olmakta, yeni fikirler bu sayede doğmaktadır. Üzücü olanı bu düşünce ve fikirlerden ötürü insanların birbirini öldürmek veya özgürlükler açısından kısıtlandırmak istemesidir. Bu çoğu zaman iyi bir niyetle değil, kendi gücü ve ideolojisini diğerlerini hiçe sayacak şekilde, diğerleri üzerinde egemen kalma amacıyla yapılır. İşte bu noktadan sonra, insanlığın en temel hakları ihlal edilmeğe başlanmış demektir. Bu hatadan kurtulmanın tek yolu, birbirimizle olan iletişimimizi sağlıklı halde sürdürebilmemiz, her türlü görüş ve düşünceden insanla(onların fikirlerine katılmıyor olsak bile) tartışabilmemizdir. Bu yüzden hangi sistemden bahsediyor olursak olalım, insan temelli ve insana saygı duyan bir yapıda olabilmesini istiyorsak, bu iletişim yollarının açılabilmesi ve korunabilmesi gerekmektedir. Burada da iletişimin başladığı beyin (ve dolayısıyla düşünceler) ile onların aktarıldığı dil (dolayısıyla ifade) özgürlükleri devreye girmektedir. Her insanın düşünme ve düşüncelerini ifade etme özgürlüğü sonuna kadar bulunmalıdır.

Öte yandan düşünceleri  ve ifadeleri eyleme dökme konusuna dikkatle yaklaşmak gerekir. Çünkü bir düşünceyi yada söylemi eyleme/ye başladığınızda, o zaman başkalarının özgürlük sahasına girme riskiniz var demektir. Ve buna dikkat edilmelidir. Adımlarımızı daha dikkatli atmalı, hakkımızın bulunmadığı sahalara duyarsızca girmekten çekinmeliyiz. Sadece fikir ve ifadelerden doğan eylemler anayasal ve demokratik bir düzlemde denetlenmeli ve bu konuda da olabildiğince özgürlükçü olunmalı, ancak ve ancak diğerlerinin özgürlüklerine tecavüz edildiği durumlardamüdehale gerçekleşmelidir.


Toplum, bireylerin her tür özelliğinin toplamıdır. Dolayısıyla burada karşımıza insan türünün günümüz popülasyonlarının en üst düzey öneme sahip kavramı bir kez daha çıkmaktadır o da eğitim. 
Bilimsel, tarafsız, gerçeklere dayalı ve kişisel beceri ve yetenekleri teşvik edebilecek bir eğitim sistemi, insanlığın ilerlemesi için garantiye alınması gereken en önemli haklardan biridir. Bu yüzden, toplumlara yön vermek için bireylerin eğitilmesi veya kendilerini eğitme yollarının öğretilmesi gerekir. İşte bu eğitimin art niyet taşımaması ve tarafsız, özgür, ilerici ve aydın olabilmesi için bilimin siyasetle temas ettiği en temel nokta da budur. 
"

Esin Bozdemir


Görsel: Buradan
Yardımcı Kaynak: Bilim ve Ütopya Dergisi Sayı, 229
Çağrı Mert Bakırcı, 'Sadece Bir Teori' 
Bilim, Eğitim ve Siyaset: 'İnsanın Doğası Üzerine Bir Deneme' 

5 yorum:

  1. Çok özenli ve doğru içerikli bir yazı. Umarım çok sayıda okuru olur.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @Mehmet Bilgehan Merki,
      Bilim ve Ütopya Dergisi hemen her ay aldığım bir dergidir. Ve çok önemli bulduğum Çağrı Mert Bakırcı'nın bu yazısını zorlu süreçlerden geçmekte olduğumuz bu günlerde daha geniş kesimlerce de okunması için kimi bölümleri alıntılayarak paylaştım. Tabi ben de sadece altını çizdiğim yazıları paylaşabiliyorum. Çünkü yazı oldukça uzun, ama çok özenli ve doğru tespitler içeriyor. Temenniniz benim de temennimdir!..Yazarın bu detaylı, titiz çalışması adına teşekkür ediyorum.

      Sil
  2. Her şeyin başı eğitim elbette.
    Yazar konuyu neden-sonuç ilişkisi içinde öyle güzel işlemiş ki.
    Ülkemizdeki eğitimin kalitesi malum. Yaz-boz tahtasına dönüştürülen, her yıl mutlaka bir tarafları bilinçli bir şekilde oynanan, okutulacak ders kitaplarından ''sakıncalı'' cümleler bulunup çıkartılana kadar gidilen böylesi keyfi bir sistem yok... Kafalarında oluşturdukları biçime uygun bireyler yetiştirmek nasıl mümkün olacak yoksa? Başlarına rol model olacak öğretmenler nasıl ayarlanacak? Sürü psikolojisine endeksli, sorgusuzca biat eden fabrikasyon modeller nasıl elde edilecek başka türlü? Elbette ki EĞİTİM(!) ile. Bu sorun çözülünce gerisi gelir zaten. Sonuçlar ortada! Misal, İrlandalı turist olayına yaklaşımımızla ne güzel lanse ettik kendimizi tüm dünyaya. Al sana sağduyu, al sana medeniyet, al sana yontulmamış hayvan sürüsü (Afedersin)...

    Yazının devamını bekliyor, sevgiler gönderiyorum Esinciğim..
    Ellerine sağlık...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @Zeugma,
      Eğitim, eğitim, eğitim!.. En önemli -gözardı edilememesi gereken- bir eksiğimiz bu!. Hayatın her evresinde 'EĞİTİM' bizi etkiliyor. Bir eğitimci olarak sen de bunu bizzat hayatın içinde birebir yaşıyorsun Zeugmacığım. Ama eğitim bir tek çocuklarla bitmiyor ki!..ailelerin de eğitimleri şart. Eğitim sistemimiz ise, siyasetin gölgesinde şekilleniyor!. Eğitim ancak bilimin ışığında gelişebilir..ve bilim hiç bir şekilde siyasetin bir aracı olamaz!. Ve şimdi ne yazık ki toplumumuzu oluşturan bireyler -düşünmeyen, sorgulamayan ve sürekli biat eden- bir yapının içinde kısır döngünün etrafında karanlığa doğru yol alıyor. Bu 'ortaçağ' anlayışı, körü körüne biat eden insanları da böyle medeniyetten uzak, çağ-dışı hareketlerin içine sürüklüyor...

      Çağrı Mert BAKIRCI'nın 'Bilim, eğitim ve siyaset' üçgeni üzerine kaleme almış olduğu yazısındaki düşüncelere ben de imza atarım.. Çünkü ortak olduğum düşünceler ve oldukça doğru analizlerde bulunuyor..
      Derleyerek en kısa zamanda paylaşacağım..

      Değerli yorumun için asıl ben teşekkür ederim..
      Sevgilerimle...

      Sil
  3. Esincim her birine yorum yapamasam da her yazını keyifle okuyorum. Yine çok güzel bir yazı olmuş, üretkenliğine de hayranım.Ellerine sağlık. Sevgiler...

    YanıtlaSil