Tansiyonu yüksek, yaşattığı duygu seli ağır mı ağır, delicesine akıyor hayat. Üstelik sürekli pençeler atıyor, kanata kanata geçiyor üzerimizden!. Bir yanda, ateşin düştüğü ocaklarda kıyametler kopuyor, ve tarifsiz acılarla dolu ne sahneler yaşanıyor. Diğer yanda yaşadığımız bu sıradışı olaylar sanki kanıksanıp sıradanlaşıyor gibi!. Bu daha bir vahim değil mi. Hani eski Yeşilçam filmlerinde bazı sahneler vardır ya, düğünün ortasında, en neşeli olunan o dakikalarda birden bire tabancalar patlar, masalar devrilir, bir izdiham bir kargaşa olur, her yer
birbirine girer ve ardından hiçbir şey olmamış gibi yine çalsın sazlar, davullar, oynasın kızlar hali yaşanır! Bizim ki de o hesap oldu. Bu çılgın
ritme artık çoğumuz alışır olduk.
Dalgalar acımasızca vuruyor kıyılara!.. denizin rengi bir bulanıp bir duruluyor, gökyüzü bir kararıp bir açılıyor... sonra güneş cankurtaran gibi yetişiyor imdadımıza!. Hayatlarımız gel-gitler içinde med-cezir halinde geçerken; Dengesizlikler içinde dengemizi bulmaya çalışıyoruz. Ne yollarda hayır kaldı, ne de kılavuzluk edenler de!. Doğru yönü bulmak sana kalıyor. Hiçbir etki altında kalmadan, aklın ve vicdanının sesini dinleyip, yaşanmışlıklardan tecrübe edinerek ve daha geniş pencereden bakarak hayata, yönünü kendin bulacaksın. Bu gök kubbe hepimizin üzerinde ve şairin dediği gibi ‘yağmur herkese yağar, ama çok az insan tutar yağmurun ellerini’. Günler, haftalar, aylar ve yıllar bu hengame arasında nasıl da çabuk geçiyor. Ve, her şeye rağmen, acısıyla, tatlısıyla hayat, bizi sarıp sarmalıyor. Umut bize yoldaşlık ediyor.
Dalgalar acımasızca vuruyor kıyılara!.. denizin rengi bir bulanıp bir duruluyor, gökyüzü bir kararıp bir açılıyor... sonra güneş cankurtaran gibi yetişiyor imdadımıza!. Hayatlarımız gel-gitler içinde med-cezir halinde geçerken; Dengesizlikler içinde dengemizi bulmaya çalışıyoruz. Ne yollarda hayır kaldı, ne de kılavuzluk edenler de!. Doğru yönü bulmak sana kalıyor. Hiçbir etki altında kalmadan, aklın ve vicdanının sesini dinleyip, yaşanmışlıklardan tecrübe edinerek ve daha geniş pencereden bakarak hayata, yönünü kendin bulacaksın. Bu gök kubbe hepimizin üzerinde ve şairin dediği gibi ‘yağmur herkese yağar, ama çok az insan tutar yağmurun ellerini’. Günler, haftalar, aylar ve yıllar bu hengame arasında nasıl da çabuk geçiyor. Ve, her şeye rağmen, acısıyla, tatlısıyla hayat, bizi sarıp sarmalıyor. Umut bize yoldaşlık ediyor.
Bol yağışlı bir haftanın ardından pırıl pırıl parlayan
güneşin ferahlattığı yeni bir haftaya daha girdik. Ağır ve içimizi
daraltan günler, dilerim yerini huzura, dinginliğe bırakır. Yağışlar bereketi getirir,
güneş içimizi aydınlatır. Bu değişim rüzgârları, yenilikler getirsin evrenimize.
Hoş gelsin :) diyelim bakalım..
Hoş gelsin :) diyelim bakalım..
Bu
haftasonu düştüm yine yollara, yollara dedim ise gezgin olmanın bin bir çeşit
yolu var! bu defa yolculuğum kendi bahçemde idi ;) gezginin ayaklarında çiçekler açar ya hani, benimse ellerim çağın iletişim
araçları olan tv kumandası ve fare yerine geçmiş zaman rüzgarlarının seline kapılarak ‘Gütenberg Gökadası’na çıkmak oldu.
Bu yolculuk uzun zamandır aklımı çelmekle
meşguldü, zira ne zaman kütüphaneye ilişecek olsam orada ‘Gütenberg’in davetkâr bakışlarıyla
karşılaşıyordum. Bu davete icabet etmemek olmazdı. Hele ki kapağında gezgin
ruhun en sevdiği kelime ‘gezi’ varken;) dünden razıydım zaten. Bilirim her
şeyin bir vakti ve zamanı vardır. Ve şimdi ‘ Gütenberg Gökadasına Gezi’nin de tam
zamanıydı benim için. Dışarıda şıpır şıpır yağmurun sesi, içeri de, ışınlandığım
bambaşka bir alemin içinde ve loş bir matbaada, en sevdiğim kitaplar, yazılar,
yazarların arasında…seyr-ü sefada olup 'havalanmanın', 'hava almanın' :)) en güzel yolu bu! Müptelalar bunu bilir, kitap aşkı başka bir duygu!.
'Gütenberg Gökadasına Gezi', Enis Batur tarafından 1992
yılında derlenip, Yapı Kredi Yayınları tarafından yayınlanmış. Birinci hamur
kağıda basılan kitap 330 sayfadan oluşuyor. Elimdeki kitap 2001 yılında çıkan
3. Baskı idi. Kitabın konusuna geçmeden önce Gütenberg kimdir? mutlaka biliyorsunuzdur ama yine de ben
anımsatayım ;)
Johannes Gutenberg (1398 – 3 Şubat 1468), 1447 yılında
hareketli parçalar ile ilk yazı baskısını yani ilk çağdaş matbaayı Avrupa'da başlatan, matbaacı
ve yayıncıdır. Gutenberg'in buluşu modern dönemin en önemli olayı ve matbaa
devriminin başlangıcı, kendisi de modern matbaacılığın babası kabul edilir.(Görsel burdan)
Gütenberg'in baskı makinasını icadıyla başlayan yeni çağa,
Kanadalı modern bilim adamı Marshall Mc Luhan "Gütenberg Gökadası"
adını veriyor. Bu kitap, "kitab"ı konu edinen ve onun için de,
söz konusu gökadaya düzenlenen bir gezi rehberi sayılabilir.
Enis Batur’un hazırladığı bu derlemede kimler yok ki.! Kâtip
Çelebi’den, İlhan Berk’e, Sabahattin Eyüboğlu’ndan Elias Cannetti’ye, Carl
Sagan’dan Herman Hesse, Montaigne’den Bertold Brecht’e Salâh Birsel’den, Cemal
Süreya’ya, İlber Ortaylı’ya… Ahmet Haşim’den, Virginia Woolf’a, Roland Barthes’ten
Carlos Fuantes’e kadar… yazın hayatının önemli isimlerine yer verilmiş. Hepsi de sevdiğim yazarlardan..
Yandaki Foto: Gutenberg Anısına; Alman ilim, bilim, mucit, araştırmacı ve
düşünce adamlarının adlarını taşıyan kitaplardan oluşturulmuş anıt. Kitaba, yazara, düşünüre değer veren toplumlar böyle anıt heykellerle onu ölümsüz kılıyorlar.
Yandaki Foto:
Kitabın Önsözünde Enis Batur diyor ki;
Belleğimizde Yer kaldı mı?
"(…) Yazı’nın “icad”ından Matbaa’nın devreye girmesine dek gerçi binlerce yıl geçmesi gerekmiştir; ama, Gütenberg’in “icad”ı Yazı’ya kalıcılık katında bir güvence getirmenin ötesinde yaygınlığın utkusunu taşımıştır. Yazı Uygarlığının, yazılı iletişimin Altın döneminin insanlık tarihinin geniş gövdesinde, topu topu 500 yıllık bir süreyi kapsadıktan sonra, McLuhan’ın ileri sürdüğü gibi kapanmış olduğunu artık kabul etmek zorunda mıyız? Bu soruyu, televizyon ve bilgisayar ekranlarının günlük yaşamda hızla egemenliği ellerine geçirdiğine bakıp kestirme biçimde yanıtlamazdan önce, âdemoğlu’ nun Yazı karşısında sözlü kültürü nasıl savunmuş olduğunu anımsamak en doğru çözüm yolu galiba.
Kitap uygarlığı geri çekiliyor. Ama bu ricat, Yazı’yı hepten bağlamıyor. Bilgisayar dünyası sesleri ve görüntüleri olduğu kadar harfleri ve işaretleri de soğuruyor şimdi – sonunda, ola ki, her şeyi içerecek de. “Her şey” nedir acaba? Epi Topu sonsuzun bir parçası mı? Elimizin altındaki kişisel bir bilgisayarın belleğinin her şeyi taşıyabileceği bir gelecek için tek bir adım atmamız yetecek, anlaşılan. Orada ne bekliyor bizi? Bütün bildiklerimiz, bileceklerimiz, Thomas Kuhn’un “bir gün mutlaka yazılmalı” dediği “cehaletin tarihi”nde kendimize sağlam bir yer açmamızı sağlayabilir mi?
Soru sormayı sürdürdüğümüz, sorular üretecek bir zihinsel verimlilik içinde yaşadığımız sürece doğanın ve yaşamın “üstün canlısı” olma niteliği taşıyabileceğimiz yollu kuruntu, “ iyileşilmesi gerekli bir hastalığa” dönüşmüş ve Aydınlanma’nın açtığı trajik sonuca bizi hazırlamış Modern Zamanlar’ın kulisine bir kez daha dönüp bakmamızı gerektiriyor: Durmadan bir ucunu kovaladığımız uçarı ‘Anlam’ ve onun yüzünde durayazan başıboş ‘Anlamsızlık’ için PC’lerimizde bir terazileme programı var mıdır?"
Kitapta önemli bulduğum bazı yazarların konuya dair düşünceleri;
‘Bir dünya yazını kitaplığı üzerine’ Herman Hesse (1877 - 1962)
Gerçek kültür, belli bir amaca yönelik bir eğitim değildir; yetkinliğe ulaşma yolundaki bütün çabalar gibi gerçek kültür de kendi anlamını kendi içinde taşır. Nasıl bedensel güç, kıvraklık ve güzellik kazanmanın, örneğin bizi zengin, ünlü ve kudretli kılması gibi belli bir son ereği yoksa, yaşama isteğimizi, kendimize olan güvenimizi, bizi daha neşeli ve mutlu kılarak artırırsa ve böykece çabaların karşılığını kendi içinde taşırsa, kültür için de durum aynıdır; “kültür” çabası, başka deyişle düşünce ve ruh açısından yetkinliğe erişme çabası da belli sınırları ereklere yönelik güçlüklerle dolu bir yol değil, ama bilincimizin güçlü biçimde genişlemesi, yaşam ve mutluluk olanaklarımızın zenginleşmesi demektir.
Kültür, işlenmesi gereken bir şeyin varlığını, bir karakterin, bir kişiliğin varlığını önkoşul olarak tanır. Bunun bulunmadığı, kültürün özden yoksun, boşlukta oluşmağa çalıştığı yerde bilgi oluşabilir, ama sevginin ve yaşamın varlığından söz edilemez. Saygıdan yoksun bilgi ve sevgiden yoksun kültür, insan ruhuna ve düşüncesine karşı işlenebilecek en ağır günahlar arasında yer alır.
‘Kitap üstüne aykırı düşünceler’, Sabahattin Eyüboğlu ( 1908 - 1973)
Bir inançtan doğan kitap nerde, bir kitaptan doğan inanç nerde? Kimi kitap düşünceyi dondurur, kimi kitap düşünceyi eritir. Buz ne kadar güzel de olsa, sudan güzel olamaz.
‘Yazarlık’, konusunda Nermin Uygur’un düşünceleri (1925)
(…) Yazar, tepeden düşen taş gibi, esmekten başka bir şeyi olmayan rüzgâr gibi, düz yolda yuvarlanan tekerlek gibi, akan su, çöken sis, parlayan güneş gibi olmalı: Ödev diye zorlamayla değil, kendiliğinden; ödül için değil, gerçek özden geldiği için yazmalı.
Kuş için uçmak, fırtına için esmek, yalım için yanmak neyse, yazar için de yazmak o aslında.
Yazar: yaşar-yazar, yazar-yaşar.Yaşantıyı kâğıda gömmek değildir yazarlık. Yaşantıyı, okununca yeniden yaşanacak biçimde yok olup gitmekten kurtarana yazar denir. Bunu da yazar ancak, okurla başarabilir.
Kitapta çeşitli yazarların "neden yazdıklarına" ilişkin sorulara verdiği cevapların yer aldığı bir derleme de var. İlginç bulduğum bazı yanıtlar;
Neden yazıyorum? Behçet Necatigil (1916 - 1979)
"Niçin yazıyoruz? aslında böyle bir sorunun yalın karşılığı, özel cevaplarımızda değil, yazdığımız eserlerdedir. Bizim neden yazdığımıza anket karşılıklarımız değil, yazdıklarımız tanıklık eder. Buna bizi yakından bilenlerin; bizim uzağımızda, bizim etkimizin, etkileme çabamızın dışında bizim için söyleyecekleri, yazacakları tanıklık eder. Görme organı olduğu halde göz, kendini ancak karşısında bir ayna varsa görebilir."
Niçin yazıyorsunuz? Hulki Aktunç (1949)
(…) Kendimdeki insanı yaşamak için yazmaya başladım. Kendimdeki insanın başkalarıyla ne ölçüde örtüşüp başkalarından ne ölçüde koptuğunu görmek için, coşturmuş ve korkutmuştur beni. Coşkudan, korkudan başka ne var yazmamda diye sorup birincinin ‘iyimserlik’ ikincinin de ‘kötümserlik’ olmadığını görünce yazmayı sürdürdüm.
Niçin yazıyorsunuz? Jerzy Kosinsky (1932 – 1991)
Yazıyorum çünkü Önce söz vardı ve çünkü Shakespeare’in dediği gibi başkalarına karşı namuslu olmak için önce kendine karşı namuslu olmak gerekir. Çünkü daha Polonya’da okuldayken, herkesin Joseph Conrad adıyla tanıdığı Josef Korzaniowski’nin izinde gitmek istiyordum. Çünkü “yazı kurtuluştur.”
Niçin yazıyorsunuz?İlhan Berk (1916)
Niçin mi yazıyorum? Kim bilir, belki de bu dünyayı çok sıkıcı buluyorum, onun için yazıyorum.
******
Kitap ölmüş müdür? öleyazmakta mıdır? Bundan fazlasını, ötesini aramalıyız yaşanan değişimin önünde. Kitabın sonunda Enis Batur, 'kitap'ın ahvaline dair çok yerinde tespitler de bulunuyor. Bu yüzdendir ki, Enis Batur'da zaten Frankfurt kitap fuarı afişindeki bir yazıyla bitirmiş kitabı: "Sorry Herr Gutenberg"
Tadımlık denemelerden örnekler verdiğim bu kitap; Yazmaya heveslenen, içinde yazmak duygusu olan, kalemle kelimelerle arası iyi olan ve “Nasıl yazar olabilirim?” diye soranlara bir rehber olacaktır. Dünyaca ünlü yazarlardan önemli ipuçları bulacağınız ve yazın hayatımızın usta kalemi Enis Batur'un derlemeleriyle okuyacağınız bu kitap sizin de ilginizi çekecektir.
Esin Bozdemir
*****
Şair, Deneme Yazarı, Yayıncı. Şair kimliğiyle bir yandan
büyük projesini, "Opera" adlı epik şiirini sürdürürken bir yandan
lirik şiirler ve deneysel metinler yazıyor. Denemeci kimliğiyle Türkiye'nin ve
dünyanın kültür ortamıyla hesaplaşıyor; kendi öğrenme, kurcalama merakının
sonuçlarını okurlarıyla paylaşıyor; içinde bulunduğumuz ortamda bir insanın bir
hayat projesi olmasının, bu projeyi sürdürmesinin koşulları üzerinde düşünüyor.
Yayıncı kimliği ile 1970'den bu yana Türkiye'nin kültür ortamında bir şeyleri
değiştiriyor; devamı burda
Enis Batur'un çok beğendiğim bir şiiri ...
Tılsım ve Trajedi / Enis Batur
Bir ucunda Trajedi vardı bu kalemin,
Tılsım öteki ucunda. Uyuduğumda kim
uyanıyordu içimde, hangimiz sürdürüyordu
gündüşlerini, hangi yüzüm kanıyordu,
neden bir ucu seçip sivriltiyordum da
köreliyordu o an öteki uçtaki güdülerim,
kalemin bir ucunda Trajedi, Tılsım
benden yanaydı: Nereye çevirirsem çevireyim
öfke doğuruyordu hüzün doğuruyordu öfke:
İki ucunda kalemin
ebabil kuşları taş topluyordu.
uyanıyordu içimde, hangimiz sürdürüyordu
gündüşlerini, hangi yüzüm kanıyordu,
neden bir ucu seçip sivriltiyordum da
köreliyordu o an öteki uçtaki güdülerim,
kalemin bir ucunda Trajedi, Tılsım
benden yanaydı: Nereye çevirirsem çevireyim
öfke doğuruyordu hüzün doğuruyordu öfke:
İki ucunda kalemin
ebabil kuşları taş topluyordu.
Gelecek ardımda kalmış bir melek:
Defterim dolmuş, bir tek hece taşım için
karasız bir beyit oyalıyor şimdi beni.
Köprüler, dehlizler ve tünellerden geçtim,
oğullarım dağınık bir başkaldırı kavmi,
kızlarım sonsuza ayarlı birer arayış tohumu,
bu kadını sevmiştim: Koptu gitti dünyamdan,
sönmüş fer. Bu kadını da: doyamadığım.
Bir de onu: Yanıbaşımda fırtına gibi yaşayan,
tül gibi ölen. Yalnızım artık, nasıl yalnız
yaşamışsam gamlı bir şahinken.
Defterlerim dolu: Yaklaştım, erişemedim
Sancının ortasında, huzur kutbuna teğet,
varacağım noktaya doğru ilerlerken
ondan uzaklaştım belki de. Yandı canım
biricik olanı kendime ayırırken,
gün geldi içimde biriken ağu
çekti benden dışımda biriken uyumu:
Karanlık, sinsi, delici bir çağda
kırdım tek tek elimdeki kelimeleri.
Herşey geçti sonra, ben kaldım --
bir de bende bana direnen doğrular
ve yanlışlar: Hassas terazi, dik merdiven,
birkaç bozuk kum saatı, dilini unuttuğum
bir pusulayla gecelerimi paylaştığım
o tuhaf hayvanlar: Akrep ve örümcek,
semender ve şahin ve ebabil kuşları
taş topluyorlardı. Doğaya baktıkça
içimde dinlenen tufan insana baktıkça
kabardı; seyrek ve acemiydi kaçışlarım,
yüzümü döndüm nerede yakıcı bir hal
görsem, duydum ağızdan kaçırılmış
bir heceyi bile, bir tuzak kazıp
içinde salıvermek için mutlak bir av
bekledim.
Böyle başladı ve sürdüydü önümdeki katışıksız
yokuş: Sandım ve inandırdım belki,
gönlümü ve aklımı dağlamamış hiçbir işarete
oysa inanmadım. Hazırdım her an
kurduğum çadırı söküp yolcu çıkmaya,
kaldım burada: İğne ve ağ, ipek ve masal,
sis ve köpük arası yazdım öykümü defterden
deftere: Aradım bulamadım altın anlamı,
ama farkettim altındaki anlamı -- uyanıp
kan içinde bir gece, sivrilttim öteki ucu
iyice:
Etrafımdaki nesneler cansız mı, kıpırtı
dolu: Dokunsam kendi dillerine çevirecekler
bende bildiklerini: Bu saatı ben durdurtmuştum,
ben çıkartmıştım bu yüzüğü, bile bile kırdığım
fanus ile bir başkasının kırdığı fanusu neden
içiçe geçirmiştim? İşte masam, kurutma kağıdım,
çocukluğumdan bu yana bana eşlik eden bir çift
kemik zar. İşte duvardaki ölü resimler,
yerdeki bu boz halı, başucumda yatağımın
opalin bir lamba ve siyah deri kaplı derin
defterler: Dokunuyorum ve dile geliyor
yıldan yıla bu odaya sinen saf korku:
Biraz daha arınmış ışık gerek bana,
biraz daha koyu bir mürekkep,
biraz daha felç sağ elim ve parmakları için,
biraz daha zaman ve bu zamandan geçmek:
Birkaç soluk boyu belki, belki birkaç çağ için
biraz daha cüret
ve korku,
Tılsım ve Trajedi gerek.
Şair: Enis Batur
Tarih boyunca pek çok icat bir gereksinimi karşılamak amacıyla üretilmiş. Ulaşım sorununa araba ya da gemi icat etmekten tutalım da uzaktaki insanlarla konuşmak, görüşmek üzere telefon, kadınlara yardımcı olsun diye çamaşır-bulaşık makinaları diye günümüze kadar süregelen. Matbaa da aynı şekilde. Okuma ihtiyacına cevap versin diye üretildi elbette. Mevcut kitaplar el yazmasıydı ve çoğunluğun ihtiyacını karşılayamıyordu. Bu kültürel yönden çok büyük bir eksiklikti.
YanıtlaSilİşte tam bu noktada bizim halkımızın okuma alışkanlığının neden geri kaldığının asıl sebebi devreye giriyor:
Matbaanın icat edildikten tam 300 yıl sonra Osmanlı'ya girmiş olduğu...
Bilinen sebeplerden biri; sayıları 100 bine yaklaşan ve sarayla yakın ilişkiler içinde olan hattatların matbaanın genele yayılmasını engellemiş oldukları. Ne kadar vahim değil mi?
Evet, şimdi bambaşka bir çağdayız. İnternet ve her türlü bilgiyi ekranlardan okuma çağı...
Ancak, kitap ne ölmekte ne de öleyazmaktadır müptelası olanlar için. Kitabın tadı, sıcaklığı bir başkadır.
Dolayısıyla Gutenberg'ten özür dileyenler onlar olmayacaklardır :)
Bilgilendirici ve samimi bu güzel yazı için teşekkürler Esinciğim.
Oldukça ilgimi çekti ve kitabın adını not aldım..
Sıkıntılardan arınmış, aydınlık günlere en kısa zamanda kavuşmak ümidiyle...
Sevgiler...
@Zeugma,
SilGelişen teknolojinin getirdiği rahatlıklar ve sınırsız avantajlar bizim gibi gelişmeye çalışan ama tam olarak gelişememiş ülkeleri bir hayli etkiledi. Ülkemizdeki talep, teknolojiyi üreten ülkelerden dahi daha fazla oldu. Ama hep hazıra konan, hep tüketen ama hiç bir zaman üreten bir ülke durumuna gelemediğimiz için de, beynimiz ne yazık ki gelişemedi. Hal böyle olunca biz sıcak parayla dümenimizi doğrultmaya çalışan ve iki ileri bir geri giden, sömürge bir millet haline geldik ne yazık ki!.
Matbaanın icadından 300 yıl sonra Osmanlı'ya girmiş olması da geri kalmışlığımızın önemli nedenlerinden biri. Bak şimdi de, sömürülen bir ülke olarak, kaos hali içinde birbirimizi yemekle meşgul iken. bu arada birileri de uzayda yeni yaşamların arayışları içindeler.. adamlar bilim yapmakla meşguller!. onlar bizden çok ilerideler, biz ise çokkk gerilerinde kaldık. Konumuza gelecek olursak, evet, son teknoloji harikası araç gereçlere sahip olmamız bilgiyi de aynı şekilde internet üzerinden okur hale gelişimiz, rahatlık ve bilgi kirliliği kadar oldukça zengin bir bilgi ağını da bizlere sağladı. Ama ben de Gutenberg'in özür dileyenlerinden olamayacağım. Çünkü hiç bir şey kitabın sıcaklığını, tadını o duyguyu bize yaşatamaz. Bu yüzden kitaplar hep olacak. Bu kitabı özellikle yazın sanatına ilgi duyan ve yazmak-okumak'tan keyif alanlara öneriyorum.
Değerli yorumun çok teşekkür ederim Zeugmacığım..
Sevgilerimle, güzel bir hafta dilerim..
Favori yazarlarımdandır Enis Batur. Fakat bu kitap yok bende. Not aldım. Benden sonra da yeğenim Nisan okur:)
YanıtlaSil@sezer eser perker,
SilEnis Batur'un derlemeleriyle sen ve yeğeninin,
keyifle okuyacağı bir kitap olacaktır sezer'cim..:))