18 Eylül 2017 Pazartesi

İstanbul Arkeoloji Müzeleri


Üzerinde yaşadığımız bu kadim topraklar; Hititler'den Lidyalılar'a, Frigyalılar'dan, Urartular'a, Romalılar ve Bizanslılar'dan Osmanlılar'a gelinceye kadar birçok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Bu uygarlıklardan günümüze ulaşanlar, aynı zamanda insanoğlunun hangi süreçlerden geçtiğini de bizlere anlatır. ‘Kültür’ dediğimiz şey, binlerce yılın birikimiyle oluşur. Katman katman toprağın altından çıkan hazine değerindeki o eserler, bize geçmişten bir haber verir!.

Anadolu’muzu coğrafi özellikleri yanında, onu çok özel kılan da işte bu köklü kültürel zenginliğidir. Her taşın altı, hazine değerinde asırlık izlerle doludur. İstanbul Arkeoloji Müzeleri ise kültür hayatımızın temel taşlarından biridir ve bizim en kapsamlı tarihi belleğimizi oluşturur.

Peki neden gitmeliyiz Arkeoloji Müzesine?
İnsan nereden geldiğini, köklerini merak etmeli; doğup büyüdüğü topraklardan kimler, hangi uygarlıklar gelip geçmiş bilmeli!. ‘Medeniyetler beşiği’ dediğimiz Anadolu’nun, ne denli zengin olduğunu sadece sözde değil,  derinlemesine de öğrenmeli. Bizimle konuşan heykeller, resimler, anıtsal mezarlar ve daha pek çok eser, irdelenmeyi bekler, üzerinde düşünmeyi gerektirir. Bu heykeller yalnızca estetik değerleri ile anlamlandırılmaktan çok öte heykel tarihi üzerinden uygarlık tarihini de anlayabilmemiz açısından bize pek çok ipuçları verir. Kim bilir gün yüzüne çıkarılmayı bekleyen daha ne çok tarihi eserler vardır. İnsan bunları görür de, bu zenginliklere tanık olur da! o zaman daha çok öğrenmek ve bilmek istemez mi geçmişi! Çünkü geçmişini bilmeyen ve onu doğru okumayan, ne bugüne ne de yarına sahip çıkabilir!. İşte tüm bunları ve daha fazla merak ettiğimiz soruların yanıtlarını öğrenmek için müzelere gitmeliyiz ama özellikle İstanbul Arkeoloji Müzeleri'ni mutlaka görmeliyiz. 

İstanbul Arkeoloji Müzesi çeşitli kültürlere ait bir milyonu aşkın eserle, dünyanın en büyük müzeleri arasındadır. Ve Türkiye'nin müze olarak inşa edilen en eski binasıdır.

Defalarca gitmişimdir Arkeoloji Müzesi’ne, çünkü bir taraftan yeni eserler gelmektedir müzeye; kimi kaçırılmış ve çok uzak diyarlara gitmiş, uzun mücadelelerle yeniden ait olduğu anayurduna geri dönmüştür; kimi yüzlerce yıldır saklı kaldığı toprağın altından yeni gün yüzüne çıkarılmıştır. Böylece yeni eserlerin girmesiyle birlikte, müze kompleksi içinde de mütemadiyen yeni düzenlemeler olmaktadır. Bu yüzden Arkeoloji Müzesi’ne belli aralıklarla gitmekte fayda vardır.

Bir de gezinin sonunda, tarihi eserlerle çevrili müze bahçesinde soluklanmak yok mu! burada ister kuytu bir köşede bir bankta oturun, isterseniz kafeteryasında, yemyeşil ağaçların gölgesinde ve antik eserler arasında, geçmişin muhteşem şölenine tanıklık edin. Böyle bir ortamda ruhunuz huzurla dolacaktır. Bir de müzenin sevimli kedileri gözünüze girebilmek için size elinden geleni yapacaktır, göstereceğiniz küçük bir yakınlıkla artık müzeli bir de arkadaşınız olacaktır, üstelik günün sonunda sizi kapıya kadar bile geçirebileceğine tanıklık dahi edebilirsiniz :) o kadar da misafirperverdirler. Bu yüzden İstanbul Arkeoloji Müzesinden ayrılmakta bir hayli zorlanabilirsiniz ;) demedi demeyin!.. Ve şimdi gelelim müzeye dair bilgilere. Öyle çok uzun uzun anlatmayacağım size, çünkü siz de gelin ve bu ortamı koklayın istiyorum, ancak İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin kuruluşundan günümüze uzanan hikâyesi içinde önemli bulduğum bazı bilgileri de paylaşma gereği duyuyorum sizlerle.


İstanbul Arkeoloji Müzeleri:
Eski Şark Eserleri Müzesi  (Eski Sanayi Nefise Mektebi)
Çinili Köşk Müzesi ve Arkeoloji Müzesi 
olmak üzere üç ana birimden oluşmaktadır.

Arkeoloji Müzesi denildiğinde hepimizin ilk aklına gelen isim Osman Hamdi Bey olsa da, Türkiye’de ilk müze, 18. Yüzyılın ortalarında Osmanlı Padişahı Abdülmecid zamanında Tophane Müşiri Fethi Ahmet Paşa tarafından hayata geçirilir. Çeşitli görevler gereği Avrupa’yı gezmiş olan Fethi Ahmet Paşa oldukça kültürlü ve birikimli bir insandır. Topkapı Sarayı’nın dış avlusundaki 6. Yüzyıla ait olan Bizans Yapısı Aya İrini Kilisesi’nde eski silahlar ve eşyaları toplatarak bir müze oluşturur. Zaman içinde Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarında kalan ve çeşitli bölgelerden getirilen eski eserler de bu binada toplanır. Böylece Aya İrini saray deposu olarak kullanılmaya başlar. Toplanan bu eserlerden, Eski Silah ( Esliha-i Atika) ve Eski Eser (Mecma-ı Âsâr-ı Atika) adlarıyla iki koleksiyon oluşmaya başlar. Ve bu koleksiyonlarla, Askeri Müze ve Müze-i Hümayun’un yani İmparatorluk Müzesi’nin temelleri atılmış olur.

Koleksiyon, Sadrazam Ali Paşa döneminde düzenlenir ve 1869 yılında Galatasaray Lisesi öğretmenlerinden İngiliz Edward Goold Müze’nin ilk Müdürü olarak görevlendirilir.  Maarif Nazırı (Eğitim Müdürü) Saffet Paşa, vilayetlere bir genelgel  göndererek çevrelerindeki bütün tarihi eserlerin tahrip edilmeden müzeye iletmelerini ister. Böylece müzedeki eser sayısında da gözle görülür bir artış olur.

Ayrıca dönemin Müze Müdür'ü Edward Goold’un 1869’da Kapıdağ Yarımadası’nda Kyzikos Antik Kentinde yaptığı kazılar sayesinde çok sayıda eser müzeye kazandırılır. - Müzeyi gezerken bu özellikle dikkatimi çekti. Çünkü şu an Kapıdağ Yarımadası’ndaki Kyzikos Antik Kenti’ne gittiğinizde bu eserlerin hemen hiç birini ait olması gereken o topraklarda göremezsiniz!. Ancak bu antik kentten geriye kalan devasa boyutlardaki aslan başlı sütunları görünce Kyzikos’un da en az Efes Antik Kenti kadar büyük bir kent olduğunu tahmin edebilirsiniz. -

Goold’un yaklaşık iki buçuk yıl kadar süren müze müdürlüğü görevine daha sonra 1871’de Alman Dr. Philipp Anton Dethier atanır. Deithier zamanında da eser sayısı daha da çoğalır. Müze’ye bir hayli yenilik getirir Dethier. İlk Müze kataloğu’nu çıkarır. Arkeoloji Okulu açılmasından, ilk eski eserler kanunu olan Âsâr-ı Atika Nizamnamesi’nin çıkartılmasına, Aya İrini’deki eserlerin Çinili Köşk’e taşınmasına kadar pek çok hizmetlerde bulunur.

Dethier’in ölümünden sonra Sadrazam Ethem Paşa’nın oğlu ressam Osman Hamdi Bey, 1881 tarihinde, Sultan 2. Abdülhamid tarafından Müze-i Hümayun’un müdürlüğüne atanır. 

Osman Hamdi Bey ile birlikte yepyeni bir müzecilik dönemi başlamış olur. 19. yüzyıl sonlarında, Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Avrupa’da ekonomik, siyasal, toplumsal değişimlerin yaşandığı, savaş ve isyanların devam ettiği, geçmişe ilginin az olduğu dönemde Osman Hamdi Bey gibi entelektüel (ressam, arkeolog, hukukçu) birikimli ve son derece aydın bir insan çıkar ve çağının çok ötesinde bir ileri görüşlülükle ülkesine muazzam işler yapar.

İşte bugün gezdiğimiz Arkeoloji Müzesi’nde Osman Hamdi Bey’in çok büyük emekleri vardır. Osmanlı İmparatorluğu'ndan Türkiye Cumhuriyeti'ne miras kalmış olan bir yapıya öncelikle kurumsal bir kimlik kazandırır. 'Arkeoloji', 'korumacılık' ve 'müzecilik' gibi önemli kavramları yerleştirerek Türk Arkeolojisi ve Müzeciliğini sağlam temeller üzerine yükseltirken; yapmış olduğu arkeolojik kazılarla da İmparatorluk Müzesi’nin dünyanın en önemli müzeleri arasına girmesini sağlar.

Osman Hamdi Bey, Sidon kazısı ile tüm dünyada büyük bir ses getirir. 1887 yılında yapmış olduğu kazılarda; bir kral nekropolü ve pek çok lahit açığa çıkartılır. Bu lahitler arasında İskender Lahdi, Ağlayan Kadınlar Lahdi, Satrap Lahdi, Likya Lahdi, Sayda Kralı Tabnit’in Lahdi bugün de müzenin en önemli eserlerini oluşturur. 

Bu eserler dolayısı ile yeni bir binanın yapılması gündeme gelir. Böylece bugün 3 ayrı komplekse yayılmış olan mekanlarda da yeni bir düzenlemeye gidilir. Müzeyi gezerken siz de göreceksiniz LAHİTLER MÜZESİ başlığı altında oldukça geniş bir alan lahitlere ayrılmıştır. TABLET KAYITLAR  da dikkat çeken bölümler arasındadır.

Osman Hamdi Bey, eski eserlerin yurtdışına çıkarılmasını önlemek için 1884 tarihinde yürürlüğe giren yeni bir Eski Eserler Yasası ( Âsâr-ı Atika Nizamnamesi) hazırlatır, öyle ki bu yasa 90 yıl boyunca kullanılır.

Osman Hamdi Bey'in isteği üzerine Çinili Köşk'ün karşısına dönemin ünlü mimarı Alexandre Vallaury tarafından inşa edilen ve Müze-i Hümayun (İmparatorluk Müzesi) olarak kurulan İstanbul Arkeoloji Müzeleri 13 Haziran 1891'de ziyarete açılır.  Müzenin ziyarete açıldığı 13 Haziran günü halen Türkiye'de 'Müzeciler Günü' olarak kutlanmaktadır.

Müzenin koleksiyonunda, Balkanlar'dan Afrika'ya, Anadolu ve Mezopotamya'dan Arap Yarımadası'na ve Afganistan'a kadar, Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içinde yer alan medeniyetlere ait eserler bulunmaktadır.

Bu bilgiler ışığında müzemizi gezebiliriz artık. Müzeye ilk ziyaretimizi Eski Şark Eserleri Müzesi’nden  (Eski Sanayi Nefise Mektebi) başlatıyoruz. Ve burada sözlerimi, görsellerimize bırakıyorum.

ESKİ ŞARK ESERLERİ MÜZESİ
Eski Şark Eserleri Müzesi'nde 
başta Mezopotamya, Arap Yarımadası, Mısır ve 
Anadolu Uygarlıklarına ait eserler sergileniyor. 


Müzeye girdiğimiz anda karşımıza 
(MÖ. 604- 562)
Antik Babil'de tanrıça adına yaptırılan  
8 kapılı tapınağın 'İştar Kapısı'na ait olan 
kabartmalarını görüyoruz.  

Akad Mitolojisi'nde Tanrıça İştar'ın Sümer Tanrıçası İanna'dan türediği düşünülür. Tapınağa ait kabartmalar, Osmanlı topraklarından Müze-i Hümayun'a (İmparatorluk Müzesi'ne) getirilen eserler arasında yer alıyor.  
-Nabukadnezar zamanında yapılan kabartmaların 
büyük bölümü ise Berlin'de Pergamon Museum'da bulunuyor. -


Kabartma Tekniği ile bezenmiş çok sayıda 
ortostat ve duvar kaplama levhaları bulunuyor.


*****


Lamassu Heykeli Başı


YAZITLI HEYKEL: Lagaş Beyi Gudea
MÖ 2141 - 2122 (Kireçtaşı)


*****


Ortostat ve duvar kaplama levhası
örneklerinden biri: II. Assurnazirpal'ın kuzeybatı Sarayından
 getirilen hayat ağacı önünde ayakta duran bir periye ait.
MÖ. 883-859 yıllarına tarihlenen kabartmanın geldiği
Nimrut ve oradan çıkan eserlerin büyük bölümü ne yazık ki
Irak işgali sırasında tahrip edilmiş.


*****

Yazı ile başlayan tarihin, ilk yazı türü bildiğiniz gibi çivi yazısıdır. 
Çivi yazısı ise taşların üzerine resimler ya da harflerin özel bir teknikle 
yazılmasıdır. Bu yazı türü papirüsün bulunması ile son bulmuştur. 
Bugün olduğu gibi çağlar öncesinde de insanoğlu; sözün uçup yazının 
kalıcı olacağını bilmiş!. Ve taşların üzerine yazmışlar, çizmişler, 
sembollerle resimler yaparak, çağlar ötesine seslerini duyurmuşlar. 
Aslında düşünecek olursak ne müthiş birşey değil mi!.  İşte o muhteşem 
yontular da bize geçmişimizi anlatır.
*****


 *****


 Dünya tarihindeki ilk barış metni: 
KADEŞ ANTLAŞMASI

MÖ. 1269 yılında iki büyük siyasi ve askeri güç olan 
Hitit ve Mısır Devletleri arasında yapılır. Hitit Kralı III. Hattuşili ve 
Mısır Firavunu II. Ramses arasında yapılan bu anlaşmanın metnini içeren 
(üstteki) kil tablet 1906 yılında Boğazköy kazılarında bulunur. (*)
İlk barış antlaşması olması nedeniyle tabletin bakır bir kopyası 
Birleşmiş Milletler binasının duvarında asılı durmakta imiş. (**) bkz


ASSUR (KALAT ŞERGAT)

Tunç kapının yanındaki tanıtım yazısında üstteki ibare yer alıyor.
Tunç Kapı kaplama levhaları III. Salmanasar'a aitmiş.
Ortaya konan işçilik muhteşem... başlıbaşına bir sanat eseri!
Şark Eserleri Müzesi'ni gezdikten sonra bu defa Arkeoloji Müzesi'ne geçiyoruz. Ancak Arkeoloji Müzesi'nin bir bölümü restorasyonda olduğu için bu defa Ağlayan Kadınlar ve İskender Lahdini göremiyoruz. (bkz) Ama daha önceki ziyaretlerimde de muhtemelen bugün gördüklerimizi görememiş olma ihtimalimiz de oldukça yüksektir. Ne de olsa bir taraftan müzeye yeni eserler girmektedir. Burası adeta müzeler adasıdır. 
Çinili Köşk (Av Köşkü)

Arkeoloji Müzesi
Solda Çinili Köşk, karşısında ise Arkeoloji Müzesi yer alıyor. İstanbul'daki neoklasik mimarinin en güzel ve en görkemli örneklerinden biri olan Arkeoloji Müzesi, restorasyon dolayısı ile dış cephesi kapatıldığı için dışarıdan yeterince göremesek de, bir bölümünün ziyarete açık olması yine de içimizi ferahlatıyor. 
ARKEOLOJİ MÜZESİ
Arkeoloji Müzesi'nin en önemli bölümü Lahitlerin yer aldığı bölüm. 13 Haziran 1891'de açılan, Âsâr-i Atika Müzesi olarak da anılan bu yapı 19. yüzyıl sonlarında, dünyada müze binası olarak tasarlanıp yapılan nadir binalardan biri olur. 
Bu dönemde, arkeolog Gustave Mendel'in adı müzeyle birlikte anılır. Mendel, Yunan, Roma ve Bizans eserleri muhafızlığı görevi yanısıra katalog hazırlamış ve kazılara bizzat nezaret etmiştir. Osman Hamdi Bey'in (1910) vefatından sonra ise müzeye Osman Hmadi Bey'in 1892 yılından itibaren yardımcılığı yapmışolan Halil Edhem Bey atanır. 
İşte şimdi, müzeyi dünya çapında üne kavuşturmuş olan lahitler arasında kaybolmaya geliyor sıra...
LAHİTLER MÜZESİ 


SİDAMARA LAHDİ
1898 yılında Konya'da 
açığa çıkartılan 24 ton ağırlığındaki Sidamara Lahdi 
Arkeoloji Müzesi'nin en görkemli lahdi.


*****


*****


****


*****


*****


SİDON NEKROPOLÜ VE CİVAR BULUNTULARI


*****


Kapı Biçimli Mezar Stelleri

Anadolu kaynaklı mezar stellerinin en dikkate değer kompozisyona sahip 
örneklerinden biri olan  kapı biçimli mezar stelleri, Roma Dönemi'nde 
büyük çoğunlukla Frigya Bölgesi'nde kullanılmış.


****


MEDUSA BAŞLI MADALYON
Beyaz mermerden 102 cm. çapındaki bu eserin saçlarında kızıl izler, gözlerinde ise siyah renkli kalıntılar dikkat çekici. Gördüğümüz Medusa, dolgun yanakları ve tehditkâr görünmeyen bakışlarıyla aşina olduğumuz o Medusa heykellerine hiç benzemiyor. Sanki bütün şiddeti kalın kaşlarında ve yele gibi yüzünü saran saçlarında gibi!..   

Medusa teyzemizin gözlerinin içine baka baka, korkusuzca merdivenlerden üst kata çıkıyoruz :) burada İstanbul ve çevresinde ( Pendik ve Aydos Kalesi'nde vb.) yapılan kazılarda çıkan çanak-çömlek, musluk başı vb. buluntular yer alıyor. Çünkü bir taraftanda kent arkeolojisi alanında kesintisiz devam eden kazı çalışmaları mevcut. Bunlar içinde özellikle Marmaray ve Metro projeleri ile İstanbul'un kentsel dönüşümü için yapılan kazılara bir yandan da arkeolojik sit alanların alt yapılarında sürdürülen kurtarma kazılarında binlerce eserin gün yüzüne çıktığını biliyoruz. Mesela en son Yenikapı Liman alanında Bizans dönemina ait gemi kalıntıları özellikle neolitik döneme ait mimari kalıntılar ile neolitik dönem insanına ait ayak izlerine dair bilgiler fazlasıyla medyada yer bulmuştu. Demem o ki yurdumuzun dört bir yanı arkeoloji cenneti, hangi taşın altı kaldırılsa antik eser fışkırıyor. 
Tekrar aşağıya iniyoruz, labirent gibi dolanarak Arkeoloji Müzesi'nin  başka bir birimine (ek binaya) geçiyoruz. 
Ek binada: Anadolu'nun Çevre Kültürleri Bölümü bulunuyor. Bu bölümde Kıbrıs'ta, Suriye, Filistin Bölgesi'nde, Beyrut Sayda, Sebasteia, Megiddo gibi merkezlerde yapılan kazılarda bulunan eserler; Anadolu ve Truva Kültürleri Bölümü'nde Trakya Bölgesi'nden Truva'ya, Frigya ve Gordion'a kadar çeşitli arkeolojik buluntular yer alıyor.   
 
Arkeoloji Müzesi'nin üst katındaki sikke kabineleri 
önemli koleksiyonlar arasında. Madalyalar, takılar, değişik objeler, 
nişan, mühür, kağıt paralar, mumyaların konduğu sandukalar, heykeller...
Çağlar Boyu İstanbul Kültürleri Bölümü: Bu bölümde tarihöncesi dönemden Bizans Dönemine kadar, İstanbul'da bulunan eserler ve İstanbul'un Çevre Kültürleri Bölümü'nde ise Tharakia ve Bithnia bölgelerine ait eserler sergileniyor. 

KALKHEDON 

GALATA 
Galata Kulesine ait Çan 


BAKIRKÖY


HALİÇ



*****


SİLAHTARAĞA

ANTİK ÇAĞIN EN MEŞHUR SİMALARIYLA BULUŞTUĞUMUZ
HEYKELLER GRUBU İSE MUHTEŞEM


Büyük İskender Başı (Pergamon, Hellenistik Dönem) 
Artemis Heykeli (Midilli Adası)
Asklepios Heykeli - Hekimlik ve Şifa Tanrısı (İstanköy, Hellenistik Dönem)


Kadın Ozan, Sapho'nun Başı - Smyrna (Hellenistik  Dönem)


*****

AŞK ve GÜZELLİK TANRIÇASI
Güzeller güzeli AFRODITE HEYKELCİĞİ :)

***

Müzenin en önemli bölümlerinden biri de 
TARİHİ TABLETLER 
Çiviyazılı Belgeler Arşivindeki tabletler Anadolu ve yakın coğrafyalardan: Boğazköy kazılarından ve Asur'dan, Babil, Kaniş, Nippur, Lagaş, Sippar ve Uruk gibi çeşitli yerlerden gelir. 
( 73. 275 adet tablet olduğunu söylüyor İAM. Md.'ü Sayın Zeynep Kızıltan 
Bu da demektir ki, daha binlerce gün ışığına çıkartılıp 
okunmayı bekleyen tablet var! )
Özel camekânlar içinde sergilenen tabletler de neler yok ki!.
Ne sözleşmeler, ne kanun maddeleri! çivi yazılarla ince ince dokunmuş, 
kiminin zarfı da taştan :))
Ah bu tabletleri incelerken en değerlimiz, yaşayan son Sümer Kraliçemiz
Bu tabletler de ne çok emeği vardır. Ne uykusuz günler- geceler geçirmiştir 
kim bilir! Sevgiyle, Saygıyla ellerinden öpüyorum. İşleyen demir pas tutmaz, 
çalışan beyin yaşlanmaz. O hâlâ aralıksız üretiyor! Allah uzun ömürler versin.

İstanbul Arkeoloji Müzeleri Koleksiyonları arasında 100 bin arkeolojik, 
568 bin sikke, 73.275 çivi yazılı tablet, 2 bin el yazması, 
100 bin arşiv malzemesi ve binlerce cam negatif ve 
fotoğraf arşivi mevcut imiş. (***)
İstanbul Arkeoloji Müzeleri, 17 Avrupa Ülkesinden 46 müze arasında, Avrupa'da Yılın Müze Ödülü Komitesi tarafından 1993 yılı Avrupa Konseyi Müze Ödülü'ne layık görülür.  
Arkeoloji Müzesi'ni gezdikten sonra sıra geliyor Çinili Köşk'e...

ÇİNİLİ KÖŞK


1472 tarihli olan yapı, Osmanlı Sultanı II. Mehmed tarafından 
Topkapı Sarayı'na, Yazlık Saray olarak yaptırılmış. 
Mimarı kesin olarak belli olmasa da bazı kaynaklar 
Mimar Atik Sinan tarafından yapıldığı yönündedir. 
Sırça Köşk ya da Sırça Saray olarak da adlandırılır.



Çinili Köşk Müzesi koleksiyonlarında 11.- 20.yüzyıl başlarına tarihlenen 
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait 2000 civarında eser bulunmakta imiş.

'Toprak, Ateş ve Sır'rın muhteşem buluşması: Çiniler
kendi içinde özgün yaratıcılık gerektiren ve
sanatçının dokunuşlarıyla
hayat bulan Çiniler.

Yapı, 1953 yılında Türk ve İslam Sanatları Müzesi olarak kamuya açılmış.
 Daha sonra İstanbul Arkeoloji Müzesi'nin bünyesine katılmış.
 Müzede 13. ve 19. yüzyılara ait Selçuklu ve Osmanlı devirlerinden kalma
İznik çinisi ve seramik örnekleri sergileniyor.
Ayrıca Kütahya ve Çanakkale yapımı eşsis çini eserleri de
görebilmeniz mümkün.


İslami sanat eserlerinin sergilendiği iç bölüm

Üzeri kubbeli, yanları tonozlu ve beyaz boyalı, firuze camlı odalarla çevrili
mekânın huzur veren atmosferi içinde;
el emeği göz nuru zarif çini eserlere bakarken
bizim de içimizi bir ferahlık kaplıyor.

İznik, Kütahya ve Çanakkale yapımı
eşsiz çini eserler ışıl ışıl.. parıldıyor ÇİNİLİ KÖŞK'te.


Tavuskuşlu 3 boyutlu çeşme,
Çinili Köşk'ün en gözalıcı eserlerinden biri.
Çok güzel değil mi?.


ARKEOLOJİ MÜZELERİ'NİN BAHÇESİ

Çinili Köşk'ü de gezdikten sonra,
müzenin en keyifli alanlarından birine geliyor sıra...


Medusa Başı


Antik eserlerle çevrili müze bahçesinde küçük bir gezinin ardından,
Müzenin kafetaryasına oturuyoruz..
veee biraz da bu harika ortamın keyfini çıkarmak istiyoruz.
 Çiçekler, böcekler, kuşlar ve kedilerle birlikte
çaylarımızı, kahvelerimizi yudumluyoruz :)


****


****


****

İstanbul’a geldiğinizde 'gezilecek yerler' listenize İstanbul Arkeoloji Müzeler'ini mutlaka dahil edin. İster Sarayburnu’nda Gülhane Parkı’nın cıvıl cıvıl renkli peysajı içinden;  bir yanda fıskiyelerden akan suların şırıltıları bir yanda, papağan türlerine dahi rastlayabileceğiniz değişik kuş seslerinin arasında huzuru imbek imbek katarak yürüyeceğiniz bir güzergâhtan gidin, isterseniz;  Ayasofya Müzesi ile Topkapı Sarayı arasında, cumbalı evlerin olduğu tarihi Soğukçeşme Sokağı’ndan geçerek, Saray Bahçesi’nin yanındaki sokaktan, Osman Hamdi Bey Yokuşundan aşağıya inerek ulaşın Arkeoloji Müzesi’ne. Ama ne yapıp edin, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ni ziyaret edin.

Esin Bozdemir


KADEŞ ANTLAŞMASI yazısı için bkz

(*)Hitit'in Başkenti Hattuşa'ya harika bir gezi için 
(**) Sümerolog Veysel Donbaz,  İAM.Emekli Arşiv Şefi 
(***) Zeynep Kızıltan İAM. Md.

Yardımcı Kaynaklar: 
Aktüel Arkeoloji , Magma Dergisi Sayı:19 

18 yorum:

  1. Ben de çok seviyorum orayı.

    İlk gittiğimde bir basamakta yığılıp kalmıştık arkadaşımla yorgunluktan. Taksimden Sultanahmet'e yürüyüp üzerine Yeraltı Sarnıcı ve Ayasofya gezip bir de orası gezilemiyormuş :) Gençlik işte :)

    Çocuklarla gittiğimizde altın küpü görüp şaşırmışlardı, küp şeklinde sanıyorlarmış. Çini müzesinde sır nedir öğrenmişlerdi. Bir kitaplarında okuduğumuz uşaptileti görüp şaşırmışlardı.

    Eski mezar taşlarına da ayrıca bayılıyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @Handan,
      Hepsini aynı günde gezince yorulmak doğaldır ama görünce bu yorgunluğa değer öyle değil mi :)
      Biz de Sultanahmet'ten başlarız genellikle ve Gülhane Parkı'nın içinden geçerek tarihi İstanbul'u adım adım dolaşırız. Ayasofya Müzeleri, adeta bir 'müzeler adası' bu yüzden en az 3-4 saat geçirebilir insan. Müzeleri gezerek yerinde öğrenmek en kalıcı olanı üstelik keyifli de.
      Mezar taşları olmasa ve biz hep evimizin taşlarına baksak, sonra nasıl bırakıp gideriz bu yalan/cıngıllı dünyayı :)

      Sil
  2. Yok canım, bunlar önemsiz şeyler:)))tabak-çanak:))))şaka bir yana hayran kaldım atlar, aslanlar ne kadar güzel yapmışlar ta o devirde. Mazallah böyle giderse şakam gerçek olur, hani Afganistan'da yaptıkları gibi tüm bu eserleri atarlar, put derler vs. :((((
    Eline, emeğine sağlık Esin'ciğim.
    Sevgiler:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @bücürükveben,
      Asırlar öncesinde dahi, ne büyük şaheserler yapılmış. Şimdi yapılan camiler bile genellikle taklit. Emek vermek yerine kopyalamak-çalmak!. İşin hep kolayına kaçmak! Ne sanat, ne de tasarım da bir yaratıcılık, bir estetik var. Diğer yandan; heykele günah diyen!. ve anne dizinden etkilenen!! var mıdır gerçekten!! bunlar daha vahim şeyler..hiç normal değiller :))
      Ben teşekkür ederim Müjde..Sevgilerle..

      Sil
  3. Çook uzun yıllar oldu gitmeyeli. Medusa başı çocukluğuma götürdü. Rahmetli anannem gezdirirdi her yaz. Topkapı Sarayı, Arkeoloji Müzesi ve Yerebatan Sarayı ( o zamanlar adı öyleydi) .

    Fotoğraflar çok güzel bu arad belirteyim. Ellerinize sağlık.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @tülin,
      Mutlaka o yıllarda da tarihi İstanbul ve İstanbul'un kalbi Sultanahmet'te gezmek..saraylara ve müzelere gitmek oldukça keyifli olmuştur. Ziyaretiniz ve beğenileriniz ben teşekkür ederim Tülin Hanım. Esenlikle

      Sil
  4. Ne güzel anlatmış ve görüntülemişsin Esin'ciğim.İlk gidişimde bitirememiştim bu gidişimde restorasyon vardı ;koca müze örtülü idi.Çini müzesini hayranlıkla tekrar gezdim.Sevgiler ,teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @Arzu Sarıyer,
      Biz yaklaşık 2-3 ay önce gitmiştik..O zaman Arkeoloji Müzesi'nde restorasyon vardı, ancak bazı bölümleri yine de açıktı.Demek ki sizin gittiğiniz tarihte tamamen kapattılar.
      Ben teşekkür ederim Arzu Öğretmenim. Sevgilerimle..

      Sil
  5. ay iyi aklıma getirdin sonbaharda iyi gider. sultanahmetteki çok etkiler beni yaaa :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @deeptone,
      bence her mevsim gidilebilir..ancak sonbaharda da iyi olur
      Sultanahmette ki dediğin?? 'Türk ve İslam Eserleri Müzesi' ise
      adı üstünde elbette :)

      Sil
  6. Dünyanın en iyi müzelerinden biri. Şu an 30 yıl müzenin müdürlüğünü yapmış Alper Pasinli'nin anılarını okuyorum. Güzel denk geldi:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @sezer eser perker,
      Çok önemli bir müze Sezer'cim. Hele ki İstanbul'da yaşayıp da gitmeyen varsa, büyük bir eksiklik!Kitabı merak ettim, bitirdiğinde yorumlarını beklerim :)
      bugün ekinoks denklikler/dengeler günü :) kardeş burçdaşlar: terazi + yay+ akrep'lerin 3 ayı :)
      Sevgilerimle canım..güzel ve verimli bir hafta dilerim..

      Sil
  7. Genel olarak müze ziyareti bizim kültürümüzde turistik bir olay ve çoğu kişi için sıkıcı. Oysa ki gidilmeli, öğrenmeli, çocuklara öğretmeliyiz...
    Arkeoloji müzeleri içinde bence İstanbul Arkeoloji ilk sırada, hem müze açısından hem de sunduğu kültürel zenginlik açısından. Ülkemizde en beğendiğim müze desem yanlış olmaz. Test ettim, çocuklar için fazla büyük:) Benimkiler müze sever ama onlara bile bir süre sonra fazla geliyor:)) Yine de gidiyoruz tabii:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @Semi M. Eller,
      Anadolu topraklarının birer 'arkeoloji cenneti' olduğunu düşününce, o büyüklük az bile diyesim var hani :)) o alan başlı başına bir 'müzeler adası'. Yeniler eklendikçe mevcut alan da kâfi gelmeyecektir. Aslında bütün tarihi eserler, ait oldukları topraklarda sergilenmeli!.yerlerinden oynatılmamalı!. çoğu yurt dışında, bazı eserler de ne büyük mücadeleler ile yeniden vatan topraklarına dönmekte. Yine de bunca kaos içinde, gayet başarılı bir şekilde Müzecilik hizmeti verilmekte. Bu yüzden tebrik etmek lâzım Arkeoloji Müzesi'ne emek veren herkesi. Çocuklar için ise Arkeoloji Müzeleri'ne ziyaret, tarihi öğrenmenin en keyifli yolu bence. Sıkmadan, ilgileri dağılmadan gezdirmek lâzım. Biz bu defa fazla yorulmadık çünkü arkeoloji müzesi'nin büyük bir bölümü restorasyondaydı :) yine gidilir hani :)
      Sevgilerle Semi, iyi haftalar dilerim.

      Sil
  8. Uzun güzel bir yazı olmuş... :)

    Neyse, ben de beklerim bloguma :)

    YanıtlaSil
  9. Eline diline kafana sağlık
    Osman tokcan :)

    YanıtlaSil