Çocukluk yıllarımda anımsıyorum, ailemle birlikte yaptığım tatillerde -bu çok fazla olmasa da- bazen küçük tatil köylerinde butik tipi otel veya pansiyonlarda kalırdık, birkaç kez de orman ve deniz içiçe olduğumuz çadır kamplarında geçirdiğimiz tatiller olurdu. Özellikle Marmaris'deki Çubucak Orman Kampı'na bayılırdım. Bir taraf yemyeşil bir orman, bir tarafta masmavi bir deniz. Sabah kuş sesleriyle uyanıp, güneşin hararetli saatlerine yakalanmadan yeşillikler içinde yaptığımız kahvaltılarımız olurdu ki başlıbaşına bir alem! Öyle ki, hamarat kadınlarımız ocak başlarında kimi menemen yapardı, kimi hızını alamaz sabah sabah çibörekler, lokmalar yapanlar dahi olurdu. Gece deseniz, kamp ortamında, hayatta 24'den sonra başlardı. Büyükler ay ışığında, yıldızların altında kurulan içki sofralarında, fasıllar geçerken... çocuklar ve gençler de kumsalda ateş yakıp etrafında oturur, kulaktan kulağa oyunlar oynar...gitar çalıp, şarkılar söylerdik...ve bir de kıkır kıkır her şeye gülerdik... artık nostalji olan ve aklıma geldikçe her defasında tebessümle andığım yıllardı o yıllar!.
Ama bir şey, o yıllarda benim çok dikkatimi çekerdi. Genellikle kamp ortamında havanın daha bir ılıman olduğu saatlerde gece yarılarına kadar oturulduğu için neredeyse sabaha doğru yatılır ve doğaldır ki, öğlenlere kadar uyuyup... güneşin kendini gösterdiği saatlerde çadırlarımızdan çıkardık. Ardından tıka basa karnımızı doyurup...koşarak denize girerdik..öğleye kadar birkaç saat güneşlenme ve deniz derken...yine yemek telaşı olurdu; kimi zaman öğle saatlerini kaydırır, ikindi vakitlerinde birşeyler atıştırırdık. Gece 21'den önce akşam yemeği yenmezdi, geç yatıp geç kalkardık. Günler böyle bir rutinde geçerdi, bolca tembellik ederdik. Gençler sırasıyla bulaşıkları yıkar, yiyecek, içeceklerin teminini erkekler üstlenirdi ve kadınlar her zaman olduğu gibi, hep daha fazla çalışırdı. Bunun adı tatil miydi? yoksa, yorgunluk muydu? bu duruma hiç anlam veremesem de bildiğim kadınların çok yorulduğu ama yine de hiç şikayetçi olmayışlarıydı!.
Oysa; bizler sabah 9 'dan 11'lere kadar kahvaltı sofralarında otururken, bir de bakardık ki yan tarafımızda ki çadırda kalan Avusturya'lı aile -biz horul horul uyurken- sabahın kuşluk vaktinde kalkıp, denizin dibine dalışlar gerçekleştirmişler, ellerinde paletler ve oksijen tüpleriyle dönüyorlar bile. Bize 'good morning' derlerken!.. sanki o 'günaydın'ın içinde biraz da bizi tiye alırlarmış gibi gelirdi. Biz ise şaşkın bakışlarımızla 'günaydın' derken; asıl içimden 'eyvahlar olsun bize' demek geçerdi. 'Bugün deniz nasıldı?' sorumuza 'muhteşem' diyerek yanıt verirler ve devamında; 'neler kaçırdığınızın farkında değilsiniz! denizin dibi bir cennet!.' derlerdi. Üstelik sadece denizin dibini değil, yakın çevredeki tarihi yerleri -antik kentleri- de gezerlerdi. Ve ben bu duruma gerçekten çok üzülürdüm. Bizim tatilden anladığımız buydu işte!. Yemek-içmek...geç yatıp, geç kalkmak!.. miskin miskin güneşin altında saatler geçirmek... elbette denize girmeyi seviyordum, gece kumsalda geçirdiğimiz vakitleri de ama gün, hiç anlamadan çok çabuk geçerdi. Oysa uzak diyarlardan gelen turistler bizden çok daha farklı bir anlayışla doyasıya bir tatil yaparlardı. Bizden çok önce kalkarlar; doğamızı da, tarihimizi de, kültürümüzü de bizden çok daha iyi bilirlerdi. Asıl tatil buydu işte!. Onlar zamanı çok daha doğru değerlendiriyor, her anın hakkını vererek yaşıyorlardı. Kısaca çok daha bilinçliydiler.
Ülkemizin tarihsel zenginliği, kimi toprakta bir mezar, kimi sarp kayalıkların tepesinde, çağlar öncesinden günümüze uzanan bir tiyatroda, kimi mağara duvarlarına çizilmiş resimler olarak karşımıza çıkarken; üstelik bu keşifler muhteşem doğanın içinde; kâh dağların, kalyonların arasında, kâh ırmakların, obrukların içinde, şelale yollarında bizleri buluştururken; böylece yaşadığımız topraklarda kimler, hangi medeniyetler hüküm sürmüş, hangi dilleri konuşmuşlar, nasıl savaşmışlar...ve daha pek çok sorunun yanıtını yerinde görebilmek...paha biçilmez bir duygudur. Ne kadar özel bir coğrafyada yaşıyor olduğumuzu bizler yabancıların keşiflerinden öğrenmek yerine asıl kendimiz keşfederek öğrenmeliydik. Bu yüzdendir ki, kültürel ağırlıklı geziler her zaman daha fazla tercih sebebimiz olmuştur bizim. Çünkü bu geziler bizi çok daha özgür kılmaktadır. Doğanın içinde veya daha önce hiç ayak basmadığımız bir yerde olmanın dayanılmaz hafifliğini başka nerede bulabilir ki insan. Huzur doğada!. ve daha önce sizin ayak bastığınız yerlerde binlerce yıl öncesinde başka canlıların yaşamış olduğunu bilmek...taşlarda tarihin izlerini sürmek...tarifsiz bir duyguydu. Bunu yaşadıkça daha iyi anladık.
Neyse ki ülkemizde son yıllarda daha bilinçli bir tatil anlayışı oluşmaya başladı diyebiliriz. Artık tatil deyince akıllara sadece deniz kum, güneş üçlüsü gelmiyor. Ülkemizin birer cennet olduğu, keşfetmek için dağlara, bayırlara tırmanmak gerektiği, denizlerin altında da, üstünde de bizi bekleyen nice güzelliklerin var olduğunu eskisine göre daha iyi bilmekteyiz değil mi!
Bu değişimde sosyal medyanın ve özellikle blogların payının çok olduğunu düşünmekteyim. Çünkü blog yazarları hiçbir ticari kaygı duymaksızın genellikle objektif değerlendirmelerde bulunuyor bu da kitleler üzerinde önemli bir referans oluyor. Ayrıca her gezginin kendi penceresinden yansıyanlar da farklı, bu da işin güzel yanı. Kimimizin gördüğünü diğeri göremeyebiliyor... bazen coğrafya değişime uğruyor, bazen de bambaşka deneyimler yaşanıyor. Yeter ki eylem ve söylem gerçeği yansıtabilsin. Yaşadığımız, deneyimlediğimiz gezileri, düşüncelerimizi, duygularımızı paylaşalım...paylaşalım ki, bizlerde başka gezginlere şevk verelim.
Bugün size bahar rotalarıyla ilgili daha önce gerçekleştirdiğim bir yerden bahsedecektim...ancak kalemim beni bambaşka bir yere sürükledi. Yazımın konusu da 'tatil bilinci'ne doğru kaydı :)) Ben en iyisi burada noktayı koyayım ve sizlere İstanbul'a yakın ve uzak olmak üzere birkaç alternatif tatil seçeneği sunarak herkese iyi hafta sonları diyeyim....
Naturköy - Sapanca Safranbolu'nun doğal güzellikleri Göynük
Esin Bozdemir
Tatil deyince ben de doğayı düşlüyorum. Doğa ve deniz bir arada ise tercihlerim daha güçleniyor. Paylaşım adına teşekkürler.-:)
YanıtlaSil@Mukaddes'çe Konuşan Satırlar,
SilTatil anlayışında sanırım bir farkındalık oluşmaya başladı.Tatilin sadece denize girip, güneşlenmek olmadığını; çeverede gezilip görülecek başka doğa harikası neler vardır! bunlara da bakmak gerektiğini nihayet öğrendik :)) ayrıca tarihi açıdan önem arz eden antik kentler de görülesidir. Değerli yorumunuz için asıl ben teşekkür ederim. Güzel bir hafta sonu dileklerimle. Sevgiler...
Ben de babamın görevi nedeniyle orman kamplarında çok bulundum. Çocukluğumda tatil demek deniz demekti. Şimdilerde ise tatil rutinin dışına çıkmak demek benim için. Yaşadığın evden şehirden uzakta biraz daha farklı yaşamak demek. Yaşama farklı bir pencereden bakmak demek.
YanıtlaSil@hüznün tadı,
SilO zaman ne hoş orman kamplarında kalmışsınızdır. Çok şanslıyız, böylesine güzel bir coğrafyaya sahip olduğumuz için.
Bu arada evet, zamanla bizim de hayata bakışımız değişti. Yaşadığımız her anın çok değerli olduğunun daha da farkındayız artık. Rutin yaşamlarımızın dışına çıkıp, daha önce hiç görmediğimiz yerleri görmek istiyoruz. Kendi yarattığımız dünyaların dışında da dönen bir dünya var! ve bambaşka hayatlar... merak ediyor insan. Gezmek öğrenmekse eğer...her yeni öğreti bizi de geliştiriyor ve her defasında yaşama biraz daha farklı bakıyoruz o zaman...
Değerli yorumunuza teşekkür ediyorum. Güzel bir hafta sonu dilerim. Esenlikle...
Çok güzel bir yazı olmuş, kaleminize sağlık.
YanıtlaSil@Berlin Berlin,
SilÇok teşekkür ederim. Beğenmenize sevindim.
İyi hafta sonları dilerim. Esenlikle...
ben de deniz tatili yerine doğa tatilini tercih ederim..
YanıtlaSil@Renkli Pasta Sepeti,
SilBeton yığınları arasında sıkışıp kalan bünyelerimiz yeşile hasret! Bu yüzden, denizden, güneşten faydalandığımız kadar; doğanın içinde olup; şelaleleri, ırmakları, gölleri ve ormanları da solumak istiyoruz. Hepsinin yeri ayrı..ve huzur doğada :) Sevgiyle kalın...
bizde şey pek yok di mi, karavanla gezmek, karavanlar paalı ondan olsa gerek :)
YanıtlaSil@deeptone,
SilBizim ülkemizde de karavanla tatil yapanlar var ama çok az olduğunu düşünüyorum.
Bence de nihayet öğrendik. Tespitine yüzde yüz katılıyorum. Sosyal medyanın ve özellikle blogların katkısı oldukça büyük. Ben şahsen İstanbul seyahatimize rehber olarak seni aldım, biliyorsun. Hem önceki hem bundan sonraki gezilerimizde referansımsın sayın rehberim:) Bu aralar yeşile hasret bünyeleri doyurmak ve stok yapmakla meşgulüz tabii ki.
YanıtlaSilDinlendirici bir pazar yazısı kıvamındaki nostaljik yazısını keyifle okudum. Teşekkürler, sevgiler Esinciğim..
@Zeugma,
SilNihayet evet, sonunda öğrendik sanırım, yine de çok fazla değil, halkımız alışkanlıklarından kolay kolay vazgeçemiyor çünkü!. Bazen turlarla yurt dışı gezilerinde ilginç durumlara tanık oluyoruz; midemize düşkünlüğümüz pek çok şeyin önüne geçiyor :))
Blog paylaşımlarımızdan sadece genel okuyucuyu değil, kuşkusuz bizler de etkileniyoruz, birbirimizden, ben de senin paylaşımlarından bir dolu bilgi ediniyorum. Güzel düşüncelerin için çok teşekkür ederim Zeugmacığım. Bahar çabuk geçiyor, bu yüzden bu güzel havaları olabildiğince stok yapalım. Ben de sana keyifli gezmeler dilerim. Sevgilerimle...
Benzer anılara sahip yetişkinleriz bugün. Anlattıklarınız bana çok tanıdık, çok güzel geldi Esin'ciğim.
YanıtlaSilHoşgörülü babalar, çalışkan anneler ve hayatımızı kuşatan iyimser bir huzur.... Çok güzeldi.
@tülin;
SilBiz; X,Y,Z diye adlandırılan kuşaklar içinde sanırım X nesli (1965-1979 arası doğanlar) fertleri olarak benzer şeyleri yaşadık, bu yüzden tanıklıklarımız da, hissedişlerimiz de birbirine oldukça yakın. O hayatımızı kuşatan iyimser bir huzurla dolu dünyalarımızı çok özlüyorum ben. Değerli yorumunuza çok teşekkür ederim Tülin Hanım.Sevgilerimle...