17 Kasım 2011 Perşembe

Kitap fuarı yalnızca bir fuar değildir!

30. kez kapılarını kitapseverlere açan TÜYAP "Uluslararası İstanbul Kitap Fuarı" 'nın yine bu yıl da ziyaretçilerinden biriydim! J  her zaman ki gibi uzaklık ve malum trafik sorunu caydırıcı olsa da! Söz konusu kitap olunca her tür zahmete değer bularak düştük Beylikdüzü yollarına… 
Kitap fuarı ile ilk tanışmam bundan 30 yıl öncesine yani 12 eylül sonrasına denk gelir. Günümüz çocukları ve gençleri bilmezler belki ama bir zamanlar Tüyap Beyoğlu Tarlabaşı’nda idi. O bölgede daha önce tiyatro ve içinde çocuk bahçesinin olduğu bir park vardı. Alt tarafında (bu günkü Kasımpaşa stadyumunun olduğu yer) lunapark, gazino ve açık hava sineması vardı… Tüyap Fuarı da işte o parkın, tiyatronun olduğu alana kurulmuştu.
12 Eylül darbesi toplumu sindirmiş, korkutmuş ve büyük bir tedirginliğe sevk etmişti. O yıllarda kitap, kitapçılar ve yayınevleri suç merkezi olarak görülüyordu. Kitaplar gömülüyor, bacasından duman çıkan evleri polis basıyordu. Aydınlar düşüncelerinden ve yazdıkları kitaplarından dolayı cezaevlerine doldurulmuştu. Tek kanallı televizyonda ise anarşist haberlerinden geçilmiyordu...  bugün de değişen bir şey yok!.. hikaye uzun, ancak biz konumuz olan kitaba dönelim J

Yani demem o ki o dönemde kitap ve kitap okumak çok önemliydi. Ve bu günkü imkanların  pek çoğu o zaman yoktu. Kitaplar tek ışığımızdı! kitaplarla fuar ölçeğinde buluşmamız bizim için bir bayramdı!
J Çocuklar gibi şen olurduk o günlerde!.. her yıl kitap fuarı için ‘alınacak kitap listeleri ’ yapardık.
Kitap fuarı bu yüzden benim için bir fuarın ötesinde çok şey ifade eder… 12 Eylül’ ün o zor yılları, kitap aşkı, çocukluğum, "anarşist" günlerimiz!J Çünkü o yıllar; okuyan, düşünen herkes ansızın "anarşist" olabilirdi!..
O yıllarda İstanbul bu kadar kalabalık olmadığı için açılan Fuar alanı da o günkü şartlara göre bizim için yeterince büyüktü… televizyonun tek kanallı olduğu o yıllarda dünyayı keşfetmek için kitaplardan başka fazlaca bir seçeneğimiz de yoktu!.. Sinema bitirilmiş! arabesk patlamıştı.. bulvar gazeteleri yalandan haber veriyordu!..biz ise o günkü aklımız yettiğince namuslu aydınların, yazar çizerlerin izini sürerek gerçeği bulmaya çalışıyorduk. Kitaplar o izleri takip edeceğimiz en önemli işaretlerdendi. 
Ve ben her kitap fuarı zamanı o günleri anımsar, bu günün çocuklarına ve gençlerine gülümseyerek bakarım... çoğalın çocuklar! derim, düşün kitapların peşine! takılmayın siz o emperyalizmin sosyal ağlarına! iz sürün bağımsızlığa, yurt severliğe, namuslu insan olmaya… haydi dünün küçükleri! yarının büyükleri çocuklar J kitap fuarının son günlerine yetişin...
görsel: toonpool

12 Kasım 2011 Cumartesi

İstanbul'un bayram halleri !..


Böyle olur İstanbul’un bayramı!

Bu bayramda yine İstanbul’da artık görmeyi alışa geldiğimiz büyük bir kaos ve izdihamın hat safhada olduğu bir trafik ve anlamının giderek yitirildiği bir anlayış içinde bir bayram daha yaşandı ve bitti…

Hava mevsim normallerinin üzerinde olunca, İstanbul’da gezilecek ilk akla gelen yerlerden biri olan Beyoğlu’nda da müthiş bir kalabalık vardı.


10 Kasım 2011 Perşembe

Sonsuza dek yüreğimdesin !..


Her geçen gün seni daha çok özlüyoruz ATAM !

Ulu Önder Atatürk'ü
saygıyla ve minnetle anıyorum...


Biray Dalkıran'ın yönettiği ve Ö. Lütfü Mete'nin senaryosunu yazdığı
kısa film Son Balo: Vals ve Zeybek


" Doktoru ısrarla uyardı: 'Paşam gitmeyin' ancak söz vermişti, yemekte olmalıydı.
Savaş meydanının mavi gözlü kartalı, salonda ise gıpta edilen bir centilmen, valsin ardından saz heyetine yönelip seslendi...
Onu hiç böyle görmediniz, zeybek oynamıyor Paşa, kahramanların oyunuyla,
yeni bir kahramanlık destanı yazıyor..."


* * * * * 



Unutmadık Unutmayacağız!...
1881 - ....






ATATÜRK’TEN SON MEKTUP


Siz beni halâ anlayamadınız.
Ve anlamayacaksınız çağlarca da...
Hep tutturmuş 'Yıl 1919, Mayıs'ın 19'u' diyorsunuz.
Ve eskimiş sözlerle beni övüyor, övüyorsunuz.
Mustafa Kemâl'i anlamak bu değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil.

Bırakın o altın yaprağı artık,
Bırakın rahat etsin anılarda şehitler.
Siz bana, neler yaptınız ondan haber verin.
Hakkından gelebildiniz mi yokluğun, sefaletin?
Mustafa Kemâl'i anlamak yerinde saymak değil.
Mustafa Kemâl'in ülküsü, sadece söz değil.

Bana, muştular getirin bir daha,
Uygar uluslara eşit yeni buluşlardan..
Kuru söz değil, iş istiyorum sizden anladınız mı?
Uzaya Türk adını Atatürk kapsülüyle yazdınız mı?
Mustafa Kemâl'i anlamak avunmak değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil.

Halâ, o, acıklı ağıtlar dudaklarınızda,
Halâ oturmuş, 10 Kasımlarda bana ağlıyorsunuz.
Uyanın artık diyorum, uyanın, uyanın!
Uluslar, keşife çıkıyor, uzak dünyaların..
Mustafa Kemâl'i anlamak gözboyamak değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil..

Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız;
Laboratuvarlarda sabahlayın, kahvelerde değil.
Bilim ağartsın saçlarınızı.. Kitaplar..
Ancak, böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar...
Mustafa Kemâl'i anlamak ağlamak değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil.

Demokrasiyi getirmiştim size, özgürlüğü..
Görüyorum ki, halâ aynı yerdesiniz, hiç ilerlememiş,
Birbirinize düşmüşsünüz, halka eğilmek dururken.
Hani köylerde ışık, hani bolluk, hani kaygısız gülen?
Mustafa Kemâl'i anlamak itişmek değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil.

Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslarla.
Bilime, sanata varılmaz rezil dalkavuklarla.
Bu vatan, bu canım vatan, sizden çalışmak ister,
Paydos övünmeye, paydos avunmaya, yeter, yeter!
Mustafa Kemâl'i anlamak aldatmak değil,
Mustafa Kemâl ülküsü, sadece söz değil...


Halim Yağcıoğlu

 

Ne Senden Vazgeçeriz Ne De Eserinden Atam !..


Sonsuza dek yüreğimdesin !..


Esin Bozdemir
kolaj: izler ve yansımalar

6 Kasım 2011 Pazar

Kimlere bu bayram!


“Galata sokaklarında 1928’in Kurban Bayramı öncesi. O zamanlarda İstanbul’da kurban olarak büyükbaş hayvan kesilmiyor, insanlar koyun ve koça rağbet ediyor. Ve burada, ara sokaklardan birinde yayalar sağda solda yürümeye çalışırken kurbanlık koyunlar ana geçiş hakkını almış eline, bir yün yumağı halinde ilerliyor.”

Bir an düşünün !. caddeler, meydanlar, sokaklar, camilerin avluları hatta kamu binalarını dahi koyun ve koçlar istila etmiş. Besili, boylu, poslu koyunlar sürü halinde dolanmaktalar. Kırmızı boyalı, boyunlarında renkli boncuklar asılı. Başlarında Arnavut asıllı çobanlar, yerel kostümleri içinde son derece alımlı. Koyunların etrafını çeviren kalabalıklar ve köpeklerle de tamamlanan bir tablo gelsin gözünüzün önüne…  ve tabii bir de en ilgi çekici, uzun uzadıya süren satış pazarlığı…

Bayram arifesinde kulakları sağır eden davul sesi ile namaza kaldırılan insanlar ve ardından atılan top sesleri içinde kılınan namazlar, akabinde bayramlaşma fasılları… Yeni elbiselerini giyen insanların özellikle çocukların sevinç içinde üzerlerinde taşıdıkları kıyafetleriyle hareketli meydanlarda ve caddelerde gezintiye çıkarak atlı karınca ve kukla oyunlarını izlemek üzere Gülhane Parkına gitmenin sabırsızlığı ve heyecanı içinde bayramı geçirmeleri…

Dini törenlerin ve sohbetlerin yapıldığı, kurban etinin fakirlere dağıtılarak, yardımlaşmanın sağlandığı… Bayramın insanlık, dayanışma ve kardeşlik  olgusunun ayırım gözetmeksizin hayata geçirildiği o eski Kurban Bayramları…
Ve geçen zaman içinde 2000’lere geldiğimizde, değişen pek çok şey gibi bayram ritüelleri de giderek değişime uğradı…

Artık bugün bayramlar, çalışan insanlar için dinlenmek düşüncesi ile (şayet bütçe de elverişli ise şehir dışında geçirilen) bir tatil olarak değerlendirilmekte.. 
Bugün artık herkes bir giydiğini 2. kez giymek istemeyecek kadar lükse düşkün oldu!… çocuklar için dahi bayramlık elbise giyecek olmanın bir heyecanı kalmadı gibi!… Konu komşu ziyaretleri, el öpme fasılları hemen hemen bitti.. Aynı apartman da herkes birbirine lütfen selam verirken komşularla bayramlaşmak da neyin nesi diye düşünülüyor!..  Yakın çevre, arkadaş, eş- dosta teknoloji sağ olsun!.. arka arkaya gelen mesajlarla cep telefonlarımız en yoğun günlerini yaşıyor, hatta tek tek girip yazma zahmetine bile gerek kalmadan toplu mesaj ile adeta yerini bulsun babında kutlamalar yapılıyor.

Ve artık herkes birbirine sadece bir tuşa dokunmak kadar yakın ama bir o kadar da soğuk  ve mesafeli!..
Kaotik ve yozlaşmış düzende her şey anlamını yitirmekte birer birer… haksızlıklar, yalanlar ve sahtekarlıklar içinde insanlık  al-aşağıya inerken bayramların da bir anlamı kaldı mı ki artık!..

Bu bayram kimin!

Yine de bu bayram sizin olsun!..

Mahsus Bayramınızı kutlar,
Büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim…


1 Kasım 2011 Salı

Van depreminin düşündürdükleri...


İhmal ve ihanetlere kurban edilen hayatlarda yine aynı acılar yaşanırken düşünmeden edemiyor insan…  gerekçeler hep aynı!.. fay hatlarının çukurlarına düşen insanlar, esaretin ve aymazlıkların bedellerini hayatlarıyla öderken neyin hesabıdır bu verilen!..
“Kimsesizlerin kimsesi Cumhuriyetimiz!” için  birbiri ardına ölümün kucağına atılan Mehmetçiklerimiz! diğer yandan bedenleri yok etme pahasına sermayenin tuzaklarına takılan ve göz göre göre ranta kurban edilen insanlarımız…
Çöken kolonların altında yaşam savaşı veren insanların umutla çırpınışları, anaların, yavruların feryatları, çaresizlikleri… ve ardından çırılçıplak kalakalmak öylece! evsiz, barksız, öksüz ve yetim!.. eksik ve yitik! üşüyen bedenler ve onarılamaz ruhlar! gidenler gitti!.. şimdi geride kalanlara da bu kara kışlarda ölmekten beter yaşama tutunabilmek kaldı…
Van’daki deprem felaketinin gazetelere yansıyan fotoğrafları ve tv. yayınlarındaki görüntülerine bakarken;  bilinçsizlik, ilkesizlik, cahillik, yoksulluk ve yoksunluğun dört bir yandan bizleri kuşattığını görmek… hem içimi acıttı hem de keder sardı her yanımı!.  keder(im)  yerini daha büyük bir kaygıya bıraktı!..

Yalnız olmadıklarını hissedebilecekleri oranda milli ve insani duygular içinde yardımlar yapıldı hayırsever vatandaşlarımızca ve yapılmakta hala!… ama organizasyon eksikliği içinde, adil olmayan dağıtımlar ve plansız programsız, denetimsiz ve güvenlikten yoksun bir ortamda yağmacılık ve talanların oluşumunun önüne kimse geçemedi!..

Şimdi her birimiz biraz da aynaya bakar gibi bakıyoruz memleket manzaralarına!..  felaket sonrası yaşanılanlara!.. büyük bir üzüntüyle, karmakarışık duygularla ve utanarak !.. ne bugüne kadar toplanan deprem vergisinin ne de diğer yardım adı altında toplanan paraların hesabını soran, sorabilen ne de hesap veren var!.. Tek tük hesap soranlar olsa da ka-ale alınırlar mı acaba! Merakla bekliyorum umudum olmasa da!

Millet büyüklüğünü gösterdi amma ya Devletimiz!.. afet ve koordinasyon merkezimiz!.. ve her bir boyutu ile insanlık hallerimiz!..
Gösterişte önde gideniz biz!.. ama akılda, ahlakta ve fazilette sınıfta kalan yine biz!..

Milli birlik ve beraberlik ülküsü içinde ayırımsız; eğitimde, ekonomide ve sosyal hayatta; kuzey-güney, doğu-batı demeden, karşıt yada yandaş siyaset düşünmeden, dini duyguları devletin işlerine alet etmeden, adil bir düzende ve gerçek bir vatan sevgisi ve Cumhuriyet bilinci içinde ol(un)madan!.. mümkün mü refaha çımak!...

Hele ki,
Yöneten değil de yönetilen bir ülke de olursa bu vatan!
Bu topraklarda korkarım ki daha nice erozyonlar yaşanır ve çok faylar altında kalır bu canlar!..

İyi niyetli halkın 'bir iyilik yap at denize!' mantığı içindeki duygularının 'istismar edile-bilinirlik!!!' düşüncesi dahi taşımadan, deniz fenerlerine!.. attıkları, akıttıkları gibi!.. yapılan yardımların ‘aydınlatsın diye! karanlığa tutulan fenerlerin!’ nereye uzatıldığının ve  toplanan onca Deprem Vergisinin nereye gittiğine dair?? bilinmezliklerine daha yanıt bulamamışken!   ve onlarca sorumuz , 3T 1D... , böyle askıda kalmış iken sesimizi duyan var mı acaba bizim?
Artık o Atasına ve Ülküsüne güvenen Cumhuriyet çocukları yavaş yavaş çekiliyorlar aramızdan!.. geriye kalan; halkına, iktidarına, adaletine ve yarınlarına güvenmeyen kitleler ne yapacaklarını bilmez haldeler…

Oluşan kaousu bir de bu şekilde okumak lazım!

Şimdi erdem(siz)likleri seyrediyoruz çok az sızabilen kanallarda; tv. ve gezete sayfalarında…
İnsanlığımız iki paralık artık!.. kimi felaketleri bile fırsat bilip göstermelik yardımlar yapma telaşında.. kimi kamu gücünün ilk elden yardım nasibini almakta! kiminin köyüne uzaktan yakından başını uzatan bile yok! kalmış bir başına!..  
Hepimiz anımsıyoruz  2011'in başlarında yaşanılan ve Japonya’yı kasıp kavuran 8.9 şiddetindeki Deprem ve Tsunami felaketini!.. ve Japon halkının bu felaketle baş edebilme süreçlerinde acılarını içine atıp, yaralarını sarmaya çalışırken hem devlet hem de halk nasıl organize olduklarını… özellikle o günlerde ben, uydu üzerinden Orta Asya’ya yayın yapan Japonya NHK World TV.' den an ve an felaket  haberlerini ve görüntülerini izlemiştim bu kanaldan… bir Japon halkının felaket karşısında sergilediği  sahneleri bir de bizim vatandaşlarımızın sergiledikleri görüntüleri düşündüm üzüntüyle!..

Deprem felaketinde yaşananlar bir tokat gibi çarparken yüzümüze alınacak dersler de bir o kadar çok elbette her birimize!..
İşte ülkeleri dev bir afete uğramış durumdaki Japon vatandaşlarından öncelikle bizim sonra da  tüm dünyanın alması gerekenler gibi… (bkz. 'Demek ki İnsan Olmak Başka Şey!')
Kıssadan hisse
Çadırsız, evsiz barksız kalınca naçar, nereye saldıracağını bilemez bir halde oluyor insanlar! Peki ya yurtsuz kalmak!..hiç düşündünüz mü peki YURTSUZ! kalınca insanın hali nice olur!..
İşte bu vatanın şimdi! “kimsesizlerin kimsesi !” olacak;
ANADOLUMUZA  ve CUMHURİYETİMİZE SAHİP ÇIKACAK!.. GERÇEK VATAN SEVERLERE HER ZAMANKİNDEN ÇOK DAHA FAZLA İHTİYACI VAR…
Depremde nerede durmalı?

'Atilla Kart'ın Sorusu ?'
için tıklayınız.
('Ne Mutlu Türküm Diyene'
bağlantısından)


Resim: İnternet Medyasından