29 Ocak 2014 Çarşamba

Anılarımızda eskirmiş meğer

İçinde bulunduğumuz an, zaman gelir sıradanlaşır, bazen kaçmak isteriz uzaklara.. ya da küçük bir serçe dokunuverir yüreğinizin en kuytu köşesine ve alır götürür sizi eski günlere... Bedeniniz görünürde oradadır ama aslında siz başka bir âleme yelken açmışsınızdır çoktan. Ne, bulunduğunuz mekân ne, karşınızda konuşan insan artık sizin umurunuzdadır!.. Çünkü siz geçmiş bir anın perdesini aralamış, aralamakla kalmamış o anı yeniden yaşamaya başlamışsınızdır bile. (Görsel: buradan)


Belleğimizde iz bırakan olaylar, görüntüler bizi türlü türlü yolculuklara sürükler. Bu yolculukların bizim için en unutulmaz olanları anılarımızın baş köşesine kurulur.  Acı anıları iteler durursunuz.. hiç anımsamak istemez ve onu toprağın altına gömersiniz adeta.. Ama o anılar rahat durmaz,  sen onu  iteledikçe inatla çıkıp dikilir yine karşına.. yani mümkün değildir aslında onları toprakla örtmek! Ne tamamen unutulur ne de silinir.. Kimi anılar ise güzeldir! Onları özenle korumak istersin ve belki bu yüzden de o anıları fazlaca rahatsız etmek istemezsin.. Farkında olmadan sık sık diriltmeye çalıştığın anılar ise hep kaybettiklerindir ve onlar istemediğin kadar çıkar karşına!
Kimi anılar tıpkı dün gibi canlıdır, kimileri ise silik, belli belirsiz.. neden kimi anılar çok berrak ve net iken üstelik hiç çıkmazken aklımızdan, diğer anılarımız daha bulanıktır! Bir türlü net olarak anımsayamayız o anıları. Nedir bunun sırrı!!..
İnsan ruhu, duyguları, ilişkileri, bilinç ötesi ‘fantastik’ düşleri, çelişkileri, hayalleriyle...nasıl da kompleks bir varlık. Hayatımız ilişkiler ve anılarla yoğrulup şekilleniyor. Bilinmezliklerle dolu bu kompleks yapıyı sorgulamak, çözümlemek de bilim adamlarının işi!. Bilim adamları boş dururlar mı hiç! Okuduğum * dergide, anılarımızın nereye gittiğiyle ilgili yeni bir teori atılmış ortaya;
İşte o teoriden bazı bölümler;
Çocukluğunuza dönün, ilk sahil tatilinize. Mayonuzun rengini, kumun yumuşaklığını ya da okyanusta ilk yüzüşünüz olduğu için duyduğunuz heyecanı hatırlayabiliyor musunuz? Bunun gibi erken dönem anıları soluk resimler gibi, şu an hissettiğimiz kadar gerçek hissettiren yeni dönem anılarından çok daha silik bir biçimde aklımızda canlanır. 
Zaman ile anılar, yalnızca zengin renklerini kaybetmezler, bunun yanı sıra, hayal ürünü bir geçmişe dönüşmenin dolaylarındadırlar. 
Beynin anıları saklama ve değiştirme kabiliyeti, bizim insansı basit deneyimlerimiz ile doğrudan ilgili. Bugün yaşayan “sen” yalnızca tecrübe ettiğin şeylerden değil, aynı zamanda bu tecrübe ettiğin şeylere seni götüren, dün yapılan bir şakaya güldüren, eski bir arkadaşı hatırlatan çağrışımlarla oluşuyor. Geçmişin bu parçalarını kaybettiğimizde kimliğimizin bir parçasını da kaybediyoruz.  Peki ya, bu eski anılar beyinde nereye gidiyor?  Beynin anıları nasıl zamanla dönüştürdüğüne dair ortaya pek çok teori atılır. 
John Hopkins Üniversitesi’nde ortaya atılan bir teoride; anıların, her anımsamaya çalıştığımızda, değişime uğradığı öncülüne dayalı. Bu teoriye göre, bir anı hipokampus ve kortekste bulunan nöronların koordine hareketi ile şifreleniyor. Hipokampus beynin yönetmeni gibi davranarak korteksi hangi belirli nöronları aktive etmesi gerektiği yönünde direktifler veriyor. Ve her o mevzubahis anıyı hatırlamaya çalıştığımızda benzer nöronlar aktive oluyor. Sık sık aktive edilen nöronlar kortekste bulunan kalıcı hafıza izine yerleşiyor ve az aktive edilenler ise kayboluyor. Her yeniden etkinleştirmede ilgili anının şifresini çözüyor ve bu işleme dâhil olan kortikal nöronlara bağlı olarak bağlar güçleniyor, zayıflıyor ya da bazı belli anı özellikleri gelişebiliyor. 
Anının yaşı, tipi ya da beyinde nerede depolandığından öte onunla ne yaptığımıza ilişkin yakın teorilerden biri de; ne kadar sıklıkla ilgili anıyı anımsadığımız üzerine yoğunlaşıyor.

Bir anı sık sık anımsandığında, kortekste daha fazla yer kaplayacak, daha az (episodik) anısal olacak ve böylelikle hipokampus ile bağlarını koparacak. Nadiren anımsanan bir anı ise hipokampuse bağlı kalacak.  
Eski anılar daha sık anımsanabilir; fakat (anıya dair) iletişim artık mükemmel olmayacaktır.  
İletişimin mükemmel olmadığı tezini de bazı (amnezik hastalar) hafıza kayıpları olan hastalar, kırk sene geriye giderken diğerlerinin yalnızca on sene geriye gitmesi açıklıyor. 
Teori aynı zamanda hipokampus ve korteksin birlikte çalışarak, ne yöntem ile bir anıyı silikleştirdiğini ya da bozduğuna değinerek anılarımızın zaman içinde nasıl değiştiğine de değiniyor. Diyelim ki bahsettiğimiz sahil tatilini her yaz hatırlıyorsun. 
Anıyı her yeniden etkinleştirdiğinde bazı anı özellikleri güçlenip belirginleşirken diğer kısımlar yok oluyor. Bu da anıların neden zamanla bulanıklaştığını açıklıyor. Değişen kişilik özelliklerine bağlı olarak (ki oldukça eski anıların hatırlanması ile kişilik değişimleri ilgilidir) anı ile ilgili detaylar kaybedildikçe anı, daha az anı-sallaşmaya, daha fazla semantikleşmeye başlıyor. 
Eski tatili her hatırladığında daha az detayı tekrar şifreliyorsun ve böylelikle on yıllar öncesinde olduğundan daha az renkli ve detaylı olmasını sağlıyorsun. Bugün, deniz kokusu yok olmuş olsa da halen çizgili mayonu hatırlayabilirsin. 
Tatil beldesine yapılan her mental ziyaret yalnızca anıyı güçlendirmek ya da zayıflatmak amacıyla kullanılacak bir fırsat değil, aynı zamanda hayali şeylerin anıya dâhil olmasını sağlayacak bir durum. Tatilinin Ford Lauderdale’da (Marmaris’de J ) olduğundan  emindin, fakat kız kardeşim (Ayşe) her zaman Miami’ye (Fethiye’ye J)  yaptığınız eğlenceli aile gezisinden bahsediyor. Bu iki anıyı aynı anda her hatırladığında hem Ford Lauderdale (Marmaris) hem de Miami’nin (Fethiye’nin) rekabetçi görüntüsü aklına geliyor. Bu anıyı bir daha ki sefer düşündüğünde, her iki beldenin algıları çakışıyor, nereye gittiğin konusunda bir şüphe yaratıyor. Miami’yi ( Fethiye’yi) üst üste hatırla ve ta-taa! Yanlış bir anı doğar! (*)
Sonuç olarak;
Anılarımızda eskirmiş meğer! Üstelik anılar eskidikçe silikleşir ve değişirmiş. Bu merak uyandırıcı teori, anıların eskidiği ve değiştiğini, gerçekliklerinin sanıldığı kadar önemli olmadığını, daha ziyade ilgili anıyla bizim ne yaptığımızın önemli olduğunu öne sürüyor.
Geçmişi değiştirmek sandığımızdan çok daha kolay olabilir; hatta bir şeyleri her hatırladığınızda bunu yapıyor olabilirsiniz.
Bu bilimsel araştırma yazısını paylaşırken, tıpkı örnekteki gibi, benimde çocukluk dönemlerimin ilk deniz /nehir kenarındaki tatil maceram geldi aklıma. Almanya da yaşadığım ve tv. de çilli suratlı sevimli Flipper dizisini ilgiyle izlediğim yıllar. Arkası ormanlık bir nehir kenarı. Nehrin üzerinde 15-20 metre uzunluğunda tahta bir iskele.  Tıpkı Flipper dizisindeki gibi bir ortamı düşünün.. işte öyle bir yerdeyim. J

Anımsadığım üzerimdeki mavi beyaz çizgili mayomla iskele kıyısında oturmuşum, nehire bakıyor ve yüzen balıkları seyrediyorum.  Bu anımı pekiştiren silik renkli bir fotoğraf karemiz var albümde. Ben bu anımı ne kadar eskittim bilemiyorum, ama ne zaman mavi beyaz çizgili mayolu fotoğrafıma baksam,  nehir kenarında geçirdiğimiz o günden belki de daha fazla başka bir görüntü çıkar karşıma;

Aschaffenburg'da gitmiş olduğum ana okul,  ki bu okul aslında çok eski bir kilise idi. Kilise yüksek bir tepede bulunuyordu.  Her sabah daha gün ağarmadan okula en erken ayak basan hep ben olurdum. Çünkü annem, işe zamanında gidebilmek için önce beni okula bırakırdı. Annem, zamanında işinde, ben ise, zamanından çok önce okulda olurdum. Özellikle soğuk kış günlerinde, karlı, sisli ve puslu havalarda, okul gözüme perili bir şato gibi görünürdü! Kapıyı açan görevli beni, küçük yüksek tavanlı bir odaya alırdı. Bu odada bir kenarda piyano, piyanonun üzerinde mumlar, duvarında İsa'nın haçı bulunurdu. Kasvetli mi kasvetli olan bu odada diğer çocukların gelmesini dört gözle beklerdim.
Pek çok değişik ülkeden okul arkadaşlarım vardı. İspanyollar, Yugoslavlar, İtalyan'lar, Yunanlılar.. az da olsa Alman ve birkaç Türk.. Onlar gelinceye değin, Müslüman çocuklardan hiç hoşnut olmayan kısa boylu ve yüzü hiç gülmeyen, asık suratlı olan bir şüvesterimiz vardı, o  içeri doğru kafasını uzatır, gelmiş miyim? diye bana bakar sonra koridordan hızla uzaklaşırdı. Ben ise tedirgin olarak ders saatinin bir an önce gelmesini beklerdim... Bazen benim sevdiğim, ince ve zarif olan diğer güler yüzlü şüvester yanıma gelir, aşağıda mutfaktan yeni pişmiş olan kurabiyelerden bir tane elime tutuşturup, yanağıma da bir buse kondurup giderdi. Bu yüzden o genç şüvesteri çok severdim.  O geldiğinde tedirginliğimden de eser kalmazdı.
Burası büyük bir ihtimalle Kilise vakfına ait bir okuldu. Çalışan aileler ve yabancı uyruklu ailelerin çocuklarına okul öncesi eğitim  de veriyordu. Siyah uzun elbiseli ve başları beyaz türbanlı rahibeler ve şüvesterlerin olduğu bu kilisede; renkli boyalarla süslediğimiz ve yumurtaları sakladığımız kilise bahçesindeki paskalya günlerimiz, koroda en iyi şarkı söyleyen öğrenci olarak en yüksek perdeden söylediğim şarkılar... bol bol ıspanak lapası yediğim ama beni hiç bir şekilde domuz eti yemeğe ikna edemedikleri günler... ve daha neler neler!.. ( ilginç olduğunu düşündüğüm çocukluk anılarıma daha geniş yer versem  sanki fena olmayacak gibi .) ben de bu yazı ile birlikte kısa bir gezinti yaptım anılarımda...
İşte yeniden dönersek konumuza, ben ne zaman nehir kenarında çekilmiş olan çizgili mayolu o çocukluk fotoğrafıma baksam ve anılarıma geri dönsem; bu eski ve her yeri rutubetli kilisenin bahçesindeki yüzme havuzu, üzerimde yine aynı mayomu ve yüzme havuzunun yosun tutmuş taşlıklarında dolanıp duran o kertenkeleleri anımsarım J...  Bir mayo deyip geçmemek lazım:)) Tüm bunlar 2/3 yıl yaşadığım masal kent Ashafenburg' un çocukluk anılarımdaki yeri ve bana yaşatmış olduğu değişik duyguların bir izdüşümü olsa gerek!.. Ve zamanla ben düşlerimde, çocukluğumun masal kenti Aschaffenburg ’u sanırım biraz da hayali bir sinema platosuna dönüştürdüm J)
Mavi çizgili mayomdan geriye kala kala bir küçimencik kertenkele kaldı anılarımda.) şimdi ne zaman bir kertenkele görsem, karşımda hep aynı manzara J)
Anılarımızın nereye gittiğiyle ilgili ortaya atılan bu teoriyi siz de özellikle, sıklıkla tekrar ettiğiniz anılarınız üzerinde test edebilirsiniz. Deneyin bakalım, sizin de eskittiğiniz anılarınız vardır mutlaka!..



Esin Bozdemir
Çocukluğumun Masal
Kenti
Aschaffenburg

Kaynak: (*) Bilim Ütopya Dergisi: ‘Anılarımızın nereye gittiğiyle ilgili teori’, Aralık 2013 - scientificamerican Görseller: How To Lose the Memory / Flipper

14 yorum:

  1. Ne kadar ilginc bir teori. Aklada oldukça yatkın. Pür dikkat okudum yaazıyı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @K.C.S.

      Bilimsel çalışmalar ve teoriler yabana atılmayacak kadar önemli verilerle çıkınca karşımıza, dikkat kesilmeden yapamıyor insan.

      Sil
  2. Son günlerde ben de çocukluk anılarıma dönüp duruyorum. Belli bir yaştan sonra böyle oluyor demek ki Sevgili Esin:) Aschaffenburg'lu anılarından biraz daha bahsetsene gerçekten. Bağlantılı linklere tıkladım, şahane bir yer.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @sezer eser perker,
      Sonrma sezercim..İçinde yaşadığımız zaman dilimleri hiç ummadığımız bir şekilde küçücük bir detayla bile bizleri eski anılara sürüklemeye yetiyor!. Ya, bugünler çok sıradan geliyor bizlere ya da biz yavaş yavaş yaşlanıyoruz hani.) ruhum çalarsa yeniden eski kapıları, yazarım yine Sezercim.. sevgilerimle..

      Sil
  3. Büyük bir ilgi ve beğeniyle, kendimden de örneksemeler çağrıştırarak, "Anılarımızda eskirmiş" meğer postunu okudum. Anılarla çatışmanın ve uzlaşmanın psikolojik ve bilimsel tespitlerine katılmamak mümkün değil. Düşüncelerimize ve geçmişe kit vuramayacağımıza göre, beyin komutlarını daha güzele ayrıştırmak ve duyguları olumlayarak kontrol etmenin tecrübe ve yaşla da ilgili oluştuğunu sanıyorum. Ayrıca değişen modern psikolojiyi takip ederek ve kendimizin doktoru olarak, kötü düşünceleri kovalamanın en önemli etkenlerden birinin de sanat olduğu düşünüyorum.

    Masal kent Ashafenburg'un çocukluk anılarıyla yüzleşen ve cesur izdüşümlerinin zekice iz sürümünü yapan ve bunları bizimle paylaşıp yol gösteren sizi de içtenlikle kutluyorum.

    Esenlikler dilerim.
    Mehmet Osman Çağlar

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @Mehmet Osman Çağlar,

      Mehmet Bey, siz 'anılarımızda eskirmiş' postumu öyle güzel analiz etmişsiniz ki! işte tam da bunları söylemek istemiştim ben de.)

      Hayatı yaşamak; yaşadıklarımızın fiziksel ve ruhsal bize verdikleri, bizden aldıkları.. duygularımız, düşlerimiz ve hayallerimiz, hayal kırıklıklarımız, travmalar...ve daha pek çok şeyin uzantısı, davranışlarımıza ve ilişkilerimize yansıyor. Her birimiz yaşamakta olduğumuz şu hayatı okumakla, onu anlamakla-anlayamamakla meşgulüz. Bu anlamda değişik yöntem ve tecrübelerle olumlu olumsuz duyguları kovalamakta da işin uzmanı yine insanın kendisi oluyor. Ve bunu sanatın doneleriyle yapmak iyi geliyor insana..

      Şiir de, resim de, sinema da, tiyatro da hep bunun için var.
      İyi ki varlar, iyi ki varsınız
      Şiirleriniz çok olsun..

      Ben de size ve ailenize esenlikler dilerim..

      Sil
  4. Aslında bu yorumu Bergama, Asklepion, Foça, Ayvalık yazılarını okuduğumda yazacaktım, ki muhtemelen 10 gün falan olmuştur. Ama tembelim işte.

    Açık söylemem gerekirse senin benim yazıma yorumunu okuyunca yüzüm kızarmadı değil, utandım. Altını bir kez daha çizmekten mutlu olacağım üzere, ne yazık ki senin kadar ince ve zarif biri değilim.

    Hadi başlamışken içimi dökeyim: Yorumunu görünce- aslında bu tür kaygılarım olmasa da- "mütekabiliyet" çerçevesinde bir eylem gibi olsun istemedim. Bu masumiyeti de sevdim açıksası:)). O nedenle o yazılara çok istediğim yorumu ilk anda yazmadığım için sonradan da yazamadım:))

    Bu yazı da müthişti; içerik ve anafikri açısından tam da benim o yazılarda bahsedeceğim hale vurgu yapıyordu. Kaçınılmaz bir biçimde tetiklendim. İşin özü şudur yani Sevgili Esin: Foça, Asklepion, Bergama, Ayvalık benim bir arkadaşımla 12 Eylül'ü Marmaris'te karşıladığımız, müthiş hikayeler biriktirdiğimiz bir turun en önemli noktalarından dördüdür: Yazılarını okurken ve kıskanırken, tüm o gezinin fotoğraflarını kullandığım, Che Guevara'nın Motosiklet Günlükleri tadında bir yazı dizisi oluşmuştu fikrimde. Bu arzuyu yarattığın için bile çok teşekkür borçlu olduğumu beyan edecektim ayrıca, eğer o gün yazabilseydim altlarına bir iki satır. Çok özendim çünkü:)) Ama ben bir Sevgili Esin değilim sonuçta, ritmini ve yazma coşkunu kıskanıyorum.:)) İyi ki varsın, şu tembel özelinde tembellere ne dersler veriyorsun bir bilsen...:)) Çok teşekkürler:))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @bureneros,

      Kuzey Ege ve son post.umla birlikte totalinde yazılarımı/yorumlayışının ardından, yüzümde bir tebessüm hali oluşturdun sevgili bureneros. Elimden ve içimden geldiğince gerek okuduğum değerli blog dostlarımın yazılarını gerek ise kendi yazılarıma yapılmış olan yorumlara yanıt verirken, (benzer/yakın düşüncelerle) bir zorunluluk ya da formallikten uzak olmayı esas alıyorum ben de. Uygun bir ruh halinde değilsem de yorum yapmıyor ya da bir başka ana erteliyorum bu durumu.. Bazen yetişemediğim de oluyor..Tıpkı şu son yorumuna biraz gecikerek de olsa "şimdi zamanıdır" dediğim haliyet-i ruhsal/anlık durumum gibi.)) ne demek istediğini anlıyorum. Ve bu yüzdendir ki içten, doğal ve bir o kadar da profesyonelce bulduğum yazılarını hep ilgiyle ve keyifle okuyorum.. 'buraneros daha çok yazmalı!' diyorum kendi kendime..benim gibi sizi takip eden pek çok okur da aynı şeyi içinden geçiriyordur eminim.

      Kuzey ege gezi rotalarımızın, sizi geçmişe sürükleyen ve anılarda kalan Che Guevara'nın Motosiklet Günlükleri tadında bir yazı dizisine sürüklemiş olması ise beni elbette çok hoşnut kıldı. Yani bu son yazımdaki ana fikir de olduğu gibi; 'anılar' , 'eskiyen anılar' bir zaman sonra farklı bir boyut kazanıyor. Benzer dili konuşan insanların harika beyin fırtınalarına sebebiyet vermesi ise çok güzel.. Etkileyen/tetikleyen .) paylaşımlarımız ve bu güzel sinerji adına ben teşekkür ederim buraneros.


      Sil
  5. Merhaba,
    Yaşadıklarımız, keyif almak ile kaçmak arasında ki duyguları yöneten billinçaltımız tarafından şekilleniyor. Bu yüzden, atalarımız hayatta kaldı. Yanlışım yoksa; koku, görüntü ve ses uyaranları bizi eskiye bağlıyor.
    Doğrusu, düşününce epey teredütte kaldım. Sanırım, acı uyaranları fazla.
    Hoş bir yazıydı. Teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @bahçe perim,
      Bilinçaltına attıklarımız hiç ummadığımız anda bambaşka kurgularla/yanılsamalarla yeniden şekillenerek çıkıyor karşımıza. Bilimsel çalışmalar her gün yeni teorilerle bu bilinmezlikleri yanıt aramakta. Evet, tıpkı bu yazıdaki teoride olduğu gibi acı uyaranlar bizleri daha fazla meşgul ediyor. Ben teşekkür ederim.

      Sil

  6. Geçmişte yaşananlar, bıraktıkları iz, yaşattıkları travmalar şiddetince unutulmuyor Esincim.
    Mutlu anlar hafızaya merhem gibi,ilaç gibi gelirken oluşmuş büyük depremlerin izleri bizim çabamızla
    onarılamıyor. Yeryüzü depremlerinde olduğu gibi, çevre il ve ülkelerden yardım almak gerekebiliyor bazen:)

    Her zamanki gibi çok güzel bir paylaşımdı, teşekkürler canım:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @destiny,
      Hayat bir mutlu bin mutsuz, bazen mutlu bazen umutlu, bir öyle bir böyle geçip gitmekte destinycim.
      Depremleri onarmak, küllerinden yeniden doğmak.. hep elimizde.. sanat bunun için var.. yazmak-çizmek-söylemek-oynamak...eylem içinde olmak gerek!.

      Ben teşekkür ederim destincim.)

      Sil
  7. Bu ilginç teoriden haberdar ettiğin için ve Aschaffenburg'da geçen anılarınla pekiştirdiğin için teşekkürler Esincim.
    Kendi anılarımı bu şekilde testten geçireceğim zaman zaman. İyi oldu...

    Aschaffenburg yazını hatırlıyorum. Masal gibi bir şehir olarak yer etmişti benim de zihnimde. Hala öyle sayende :)
    Ellerine emeğine sağlık..
    Sevgiler...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @Zeugma,
      İşimiz bu oldu Zeugmacığım. Yaşamı, anları, anıları hep test ediyor, sorguluyor, anlamlandırmaya çalışıyoruz. Teoriler de yanıtlamak da güçlük çektiğimiz pek çok soruyu aydınlatıyor.

      Değerli yorumun için teşekkürler,
      bu arada sen de bir test et hadi anılarını .)
      Sevgilerimle..

      Sil