28 Kasım 2021 Pazar

Van Gölü kıyısında Anadolu`nun ilk kubbeli camisi Tuğrul Bey Cami ve Adilcevaz (Kef) Kalesi


Van öylesine büyük bir bölge ki, buraya her şeyiyle nüfuz edebilmek için değil üç beş gün en az 15 gün dolaşsanız yine de bitecek gibi değil. Bizimse günlerimiz sayılı. Bu yüzden önceliğimiz Van gölü kıyısını çepeçevre dolaşıp, kıyı şeridi üzerinde ya da yakınındaki yerleri görmek olacak.

İlk gün Van şehir merkezini dolaşmış, burada Van Kalesi ile Urartu Müzesi’ni gezmiştik. 

İkinci gün ise Van’ın doğa harikası Muradiye Şelalesi’nde nefis bir gün geçirmiştik.  

Üçüncü günümüzde ise programımız bir hayli yoğun olacak. Çünkü pandemi sürecinde gerçekleştirdiğimiz bu gezimizde ülkemizin hemen her bölgesinde olduğu gibi Van'da da Corona’ nın seyrine göre uygulanmakta olan hafta sonu karantinaları vardı. Ve bir sonraki günümüz de cumartesi gününe denk geldiği için biz de bu son günü olabildiğince dolu geçirecektik. Bu yüzden serbestçe dolaşabileceğimiz 3. günü önce Van Erciş’e, daha sonra Van Gölü’ne kıyısı bulunan Bitlis'in Adilcevaz İlçesi ve Ahlat'a oradan da yine Bitlis'in Tatvan ilçesine bağlı Nemrut Dağı'nın tepesinde bulunan Türkiye'nin en büyük krater gölü ‘Nemrut Gölü’ne gideceğiz. 

Bu kısa girizgâhtan sonra, artık Van gezi notlarımızı kaldığımız yerden anlatmaya başlayabilirim. Destinasyonların hepsini tek bir yazıda toplamak uzun olacağından 3. güne dair gezi notlarımı 3 bölümde paylaşacağım.  

  

Van’da 3. gün

Zamanı doğru kullanabilmek için sabah erkenden kalkıp, fazla oyalanmadan, Van’ın kuzeyine Erciş istikametine doğru yola koyuluyoruz.

Yavaş yavaş şehir trafiğinden uzaklaştıkça yol manzaramız da değişmeye başlıyor. Yaşar Kemal'in 'Kale Kapısı'nda dediği gibi; "Karlı Süphan dağı, diyordu, Gölün üstüne yürüdü, sureti gölde kaldı, orada duruyor. Gökler, yıldızlar yürüdü, turnalar uçtu çığlık çığlığa, yıldızlar yürüdü. Yıldızlar düştü yüreğimin üstüne. Van gölü bir ulu çiçek olup açıldı yüreğimin üstünde. Esrük dağı açıldı yüreğimin üstünde, ulu göller açıldı." bir yanda "Van Gölü, dünyanın en mavi, en pırıl pırıl suyu..." bir yanda karşı kıyıların muhteşem görüntüsü ve tüm heybetiyle Süphan Dağı... kollarını açmış bizi bekliyor.

Turkuaz mavisi ve lacivert sularıyla kucaklaşmış yemyeşil bir bitki örtüsü, ardında tepeleri karlı dağlarıyla Erciş harika bir konumda.  Seyir halindeyken bile bu görüntüleri kaçırmamaya çalışıyor ve fotoğraflarını çekiyorum. Ancak kısacık da olsa bir fotoğraf molası vermemiz şart oluyor.  Zira bu manzarayı bir daha nerede göreceğiz! . Diyelim ki gördük! Peki , bir gördüğünü bir daha aynı bulabilmek mümkün mü! Zaman, neleri değiştirmiyor ki!

Van bölgesi’nin son ilçesi Erciş

Erciş merkeze yaklaşırken yolun sol tarafında güzel bir kümbet dikkatimizi çekiyor. Bu kümbet halk arasında, Ali Yar Kümbeti ve Van yolu Kümbeti olarak ta bilinen Kadem Paşa Hatun Türbesi imiş. Kümbet 1458 yılında, Kara Koyunlu Türkmenlerinin meşhur beyi Kara Yusuf’un hanımı ve son hükümdarları olan Cihan Şah’ın annesi Kadem Paşa Hatun için yaptırılmış. Türk kümbet mimarisinin güzel örneklerinden olan ve Karakoyunluların 15. Yüzyıldaki taş işçiliğini yansıtması açısından da Kadem Paşa Hatun Kümbeti görmeğe değer. Biz ise ancak karşıdan bakmakla yetinirken geniş vakitlerde bu bölgeye gelecek olanlara bu kümbeti daha etraflıca görmelerini öneririm.

Yol seyrimiz devam ederken kahverengi tabelalar ‘Hasan Abdal Kaplıcaları’nı gösteriyor. Öğrendiğimize göre kaynak suları Zilan Vadisi’ndeki kayalar üzerinde doğal olarak açılmış olan küçük deliklerden akmaktaymış.  Fiziksel açıdan hipertermal maden suyu kabul edilen kaplıcanın sularının bu yüzden oldukça şifalı olduğu söyleniyor. Sıcak su sevenlere bu notu da düşmüş olayım.

***

SÜPHAN DAĞI

Türkiye’nin ikinci yüksek (4434 m) volkanik dağ silsilesi Süphan Dağı

Süphan Dağı’nın etekleri rengârenk çiçeklerle bezeli. Meşhur ters laleleri göremesek de yine de endemik bitki örtüsü çok güzel. Bir yanımızda ise Urartular’ın ‘Çalkantılı Deniz’i Van Gölü. Ancak bu defa sanırım biz geldik diye sakin akmakta.

ADİLCEVAZ

Ve… Erciş’i geçtikten sonra tabelalar Adilcevaz ve Bitlis’i gösteriyor. Bitlis il sınırına yaklaşırken coğrafya da değişiyor. Bir anda Akdeniz kıyılarındaymışız gibi bir hisse kapılıyorum. Oysa Türkiye’nin  en doğusundayız, Hakkari sınırına da bir hayli yakınız. Adilcevaz sahilleri güney sahillerinden rol çalmış gibi. Yazın eminiz ki bu sahiller bir hayli hareketlidir.

Adilcevaz’a yaklaşırken kısacık da olsa zengin bir geçmişe sahip olan ilçenin tarihinden bahsetmiş olayım.

- Adilcevaz’ın kökleri M.Ö. 2 bin yıllarına kadar uzanıyor. Buraya ilk Urartular yerleşmiş. Daha sonra Persler, Makedonyalılar yerleşmiş ve İslam Orduları’nın akınına uğramış. 1040 yılına kadar Araplar ile Bizanslılar’ın birçok savaşlarına sahne olmuş bu yüzden zaman zaman iki toplum arasında el değiştirmiş. 1071’de Alparslan komutasındaki Büyük Selçuklu İmparatorluğu ordusu Romalıları, Malazgirt Meydan Savaşı’nda bozguna uğratınca, bölge Türk hakimiyeti altına girmiş. 13. Yüzyılda İlhanlılar devleti yıkılınca İlkaniler ve Şubaniler adında iki devlet kurulmuş. Adilcevaz’ın yönetimini İlkaniler üstlenmiş. Yörede hakimiyet daha sonra Karakoyunlular’dan Timur’un egemenliğine geçmiş. Bölge 15. Yüzyıldan itibaren Osmanlı Hakimiyeti altında hüküm sürmüş. Bir ara Ruslar tarafından işgal edilse de, 1918’den sonra özgürlüğüne kavuşmuş. -

TUĞRUL BEY CAMİSİ

Sahil şeridinde Ahlat Karayolu’nda ilerlerken başka bir kahverengi tabela Tuğrul Bey Camii’ni gösteriyor. Burası notlarımız arasındaydı, çünkü bu cami yörenin en meşhur camileri arasında yer alıyordu. Bu yüzden hiç tereddütsüz Adilcevaz’da sivil mimarinin en göz alıcı tarihi yapısı Tuğrul Bey Cami-i’ni ziyaret ediyoruz. Üstelik caminin konumu da oldukça güzel.

Tuğrulbey Cami-i

Anadolu’nun ilk kubbeli camisi olarak bilinen Tuğrul Bey Camisi, mimari yapısıyla bir hayli gösterişli. Tuğrul Bey zamanında yapılmış olan camiyi vakti zamanında Kanuni Sultan Süleyman’ın veziri Zal Paşa yenilediği için bu cami Zal Paşa adıyla da anılıyor. Caminin kitabesi olmadığından hangi tarihte yapıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, Osmanlıya ait vakfiyelerde, 1572 yılında Zal Paşa Caminin inşaatına Mimar Sinan tarafından başlandığı ve 1580’de tamamlandığı belirtiliyor.

Önce içine giriyoruz. İç bölümünde, ortada kare oluşturan dört sütün bulunuyor. Buna rağmen yapının içi dokuz bölüme ayrılmış. Tamamen, kesme taş pandantifli kubbelerle örtülmüş olan caminin üst kısımda kemer içindeki alınlığında ise kufi yazı ile kabartma olarak ayetel kürsü yazılmış. İki rozetle süslenmiş olan kemerlerin birinde ise “Mührü Süleyman ” motifi işlenmiş. Minare ve camii yapımında ise renkli faz kullanılmış.

Ziyaret ettiğimiz saatte camide kimseler yoktu. Bu yüzden görüntü alırken zorlanmıyoruz. İçeriye kısa bir göz attıktan sonra biraz da caminin çevresinde dolaşıyoruz.


Tepeden Tuğrulbey Cami-i ve
Van Gölü'nün görünüşü

ULU CAMİ

Kahverengi tabela bize Ulu Cami’yi işaret ediyor. Küçük bir tırmanışın ardından yokuşun tepesindeki Ulu Cami’ye ulaşıyoruz. Eski harabeler arasında kalan Ulu Cami toprak altında iken 1965’teki kazılarda gün yüzüne çıkarılmış. Selçuklular tarafından 14. Yüzyılda yapılan caminin ileride müze olarak kullanılması düşünülmekte imiş.  Ulu Cami’nin camekanlı dış cephesinde cami hakkında yazılmış bilgilerden caminin; Karakoyunlular döneminde medrese olarak kullanıldığını, Osmanlılar zamanında ise doğu kısmına ek yapılarak yeniden cami olarak ibadete açıldığını öğreniyoruz. 1968 yılında restorasyon geçirmiş olan yapı halen cami olarak kullanılıyormuş. Ulu Caminin içini göremesek de karşıdan bir görüntü alıyoruz, ne de olsa bu caminin günümüze kadar sağlam gelebilmiş olması son derece kayda değerdir.

ADİLCEVAZ (KEF) KALESİ

Ve görüntü alırken dikkatimizi bir başka şey daha çekiyor. Caminin üst taraflarında yalçın bir kayanın üzerinde sanki başkaca bir kale yıkıntıları olduğu görüyoruz. Oysa hiçbir bilgilendirici levha vs göremiyoruz.  Belki de başka yerde vardır ama biz rastlamıyoruz.  Daha sonra yaptığım araştırmalardan öğreniyorum ki, meğer burası da Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde de belirttiği gibi Adilcevaz Kalesi imiş. Bu kaleye Kef Kalesi de deniyormuş.

Ünlü seyyah;

“Adilcevaz Kalesi Van Gölü kenarında, göğe yükselmiş bir kayanın üzerinde, yontulmuş taş ile yapılmış sağlam bir yapıdır. En yüksek yerine yarım saatte çıkılır. Doğu ve güneyini çevreleyen Van Gölü küçük bir Haliç gibi görünür. Sabah kuşluk vakti olunca, mavi bulut arasından kalenin tepesi görünmez olur. (…) 38 adet metin kulesi vardır. 70 adet bağsız, bahçesiz daracık ev varmış, hepsi toprakla örtülüdür. Kale içinde Süleyman Han’ın bir camii, cephane mahzenleri, tahıl ambarları, su sarnıçları, mehterhane kulesi ve dizdarhanesi vardır. Daha aşağıda bir kale daha vardır (sahil kalesi) Bu kale Van Gölü kenarındadır. Bu kalenin 3 kapısı vardır. Ahlat Kapısı güneye doğru açılır. Bir kapısı doğu tarafa, Erciş’e doğrudur. (…) Bu kalede hepsi bağsız, bahçesiz 300 adet kağgir yapı evleri vardır. Acemler (İranlılar) nice kere bu kaleyi kuşatmışlar, fakat bir şey elde edemeden geri dönmüşlerdir. Onun için evlerin hepisi kağgir yapıdır. Kalenin batısı dağlarla çevrilidir, buralar tamamen bağlıktır. Havası latif olduğundan halkı sağlamdır. (…) Zal Paşa Camii bakımlı ve meşhurdur. Kalenin dışında Zal Paşa Hamamı o kadar ferahlatıcı değildir. Kalede bir han vardır ama çarşısı azdır. Fakat özdür. Bütün kıymetli şeyler bulunur. 7 bin adet bağ vardır. Şehrin doğu tarafı hayat sulu, havuz ve şadırvanlı bahçelerle süslü gezi yeridir. Bunlardan Zal Paşa Bahçesi meşhurdur. “ der.

Ünlü seyyahın sözleriyle zaman tünelinden geçiyorum ben de! Hatta Urartu Müzesi’ndeki görüntüler gözümde canlanıveriyor o anda!

Şimdi  7 bin bağ var mıdır? yok mudur? Bunu bilemesek de gördüğümüz kadarıyla ilçenin her yerinin yemyeşil  bağlık, bahçelik olduğu, gölün ise adeta leb-i derya olduğu bir gerçek.

Volkanik bir tepe üzerine  kurulmuş olan Adilcevaz (Kef) Kalesi, Orta Demir Çağı’nda Urartular tarafından yaptırılmış. Van gölü yakınında yer alan kale günümüzde Haldi Kenti ismi ile de bilinmekte.  

50 yıl aradan sonra  Ekim 2021’de Kef Kalesi'nde, yeniden kazı çalışmaları başlatılmış. Yapılan kazılar sonucunda  ise Kale M.Ö. 7. yüzyıla tarihlendirilmiş. 

Kale içerisinde bulunmuş olan kabartmalar ise  günümüzde Van Müzesi’nde sergilenmekte. 

Kef Kalesi ve Mucizeler Manastırı Ahlat’ın tarihi belgelemesi açısından (duvar resimleri, kabartma taşları ve çivi yazılı kitabeleriyle)  oldukça kayda değer.

Adicevaz Kalesinde yapılan kazılarda
çıkartılan duvar kabatması

Urartu kabartma sanatının en güzel örneklerinden biri olan Adilcevaz kabartmasının üzerinde bir boğa üzerinde ayakta duran Tanrı Teişeba betimlemesi mevcut. Kabartmayı yine Urartu Müzesi’nde görmüştük bkz (Urartu Müzesi)

Bu yüzden bir şehri gezmeden önce ilk ziyareti müzelerinden başlatmak çok yerinde bir karar oluyor. Böylece tarihi bilgilerimiz çok daha iyi pekişiyoruz. Üstelik kolay kolay unutulmuyor. Müzede gördüğümüz her detayı pek tabidir ki aklımızda tutamayabiliriz ama eserlerin ilk çıktığı yerleri görünce o bilgiler adeta zamk gibi dağarcığımızda asılı kalıyor. Yeni şeyler öğrenmek ise mutluluk veriyor. Boşuna gezmiş olmuyoruz ;)

Ve artık Adilcevaz’a veda vaktidir. Urartu, Selçuklu ve Osmanlı Medeniyetleri’nin bütün izlerini taşıyan; zengin doğasıyla, köklü tarihiyle Adilcevaz Kalesi’ne son kez uzaktan el sallayıp yeniden aşağıya iniyor ve caminin avlusuna park ettiğimiz aracımıza binip Ahlat/Bitlis istikametine doğru yola devam ediyoruz.  

yazının devamı yakında...

İzler ve Yansımalar Anadolu Yollarında
Van Gezisi

1. Gün: Van Kalesinde tarihe yolculuk tıklayınız
 Urartuların Mirası Van Müzesinde  tıklayınız

2. Gün: Muradiye Şelalesi tıklayınız

3. Tuğrulbey Cami, Adilcevaz (Kef ) Kalesi tıklayınız

8 yorum:

  1. Okurken, durup fotoğraflara bakarken, detayları okurken kafamda şekillenen yorum cümlesi şuydu, yazmasam olmaz.:) Çok teşekkürler, sayende taa oralara kadar gitmeye gerek kalmadı.:) Elbette birlikte verdiğiniz bu emeğe yine şapka çıkardım. Devam yazına kadar dinleneceğim, size ayak uydurmak zor:) Hedefimde seri bitince ilk baştan alıp sona varmak var:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @buraneros,
      "Gitmeye gerek kalmadı" sözüne ne demeliyim bilemedim şimdi :)) Peki benim de içimde kalmasın o zaman;) ben de derim ki "hiç gitmemek olur mu! Elbet bizim gözümüzden kaçanlar olmuştur. Sonra hepimizin gezmek anlayışı ve görme biçimi farklı!. Zevkleri ayrı!.Buraneros gitse biraz daha keyfi gezecek, lezzet duraklarına muhakkak daha geniş zaman ayıracak...dolayısı ile biz de onun duygu ağırlıklı, keyifli gezi yazısını zevkle okuyor olacağız " derim. El ayak tutarken gezmek lâzım :) Tabi ki emeğe verdiğin değere, değerli ziyaretine çok teşekkür ederim. Bekleriz efendim :)

      Sil
  2. Öyle güzel başladı ki, sanki aracın içindeyim ve Süphan Dağı'na doğru Yaşar Kema'in o eşsiz şiirinin dizeleri eşliğinde giriyorum hissi yaşadım:) Ama var ya, sen bu bölgeyi anlatana kadar doğasının bu kadar güzel olduğunu şelalelerinin, kalelerinin, müzelerinin böylesi görkemli olduğunu bilmiyordum. İnsan ne kadar eksik kaldığını hissediyor aynı zamanda. O nedenle yazdığın her satırı iyice özümsemeden, o güzel fotoğraflarınla bütünleştirmeden geçmek istemiyorum. Birer sefer yetmez, sanırım birkaç kez gelmeden olmaz bu seriye. Her zamanki gibi çok büyük emek harcayarak hazırlamışsın Esinciğim. Ellerine sağlık. Aynı yazıda yeniden görüşmek üzere ve sevgilerimle...💐💐💖

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @Zeugma
      Van Gölü ve çevresindeki yerleşimler gerçekten çok güzeldi Zeugmacığım. Pandemi dolayısı ile ziyaretlerimiz temklinli ve biraz da kısıtlı olsa da, az zamana çok şey sığdırmaya çalışarak yine de iyi gezdik. Gezmelerin adı yorgunluk da olsa, buna değdi. Bütün kış belli ki koronadaki artışlardan dolayı yine evlere kapanacağız. Böyle anlarda biz de heybemizdekileri çıkartıp...avunacağız. Doğasıyla, tarihiyle, zengin kültürüyle Van ve çevresi kesinlikle görmeye değer. Ziyaretine, zarif sözlerine çok çok teşekkür ederim Zeugmacığım...Her zaman beklerim :) Sevgilerimle...💝🌸💕

      Sil
  3. Esincim, Van gezisi yazılarını ve öncesindeki "İzler ve Yansımalar Anadolu Yollarında" başlıklı yazını dikkatle okudum, fotoğrafları doya doya inceledim. Sanırım Süphan Dağı'na aşık oldum:) Gezmek, görmek bir yana, yine müthiş bir emekle aktarmışsın her şeyi. Emeğine sağlık! İyi ki salgın demeden yapmışsınız bu seyahati. Yoğun bir emekle şekillenmiş güzel yazın bana bir şey düşündürdü. Bu salgın döneminde az sayıda da olsa gerçekleştirdiğimiz seyahatleri "zaten moraller bozuk, kimse gönlünce gezemiyor" diyerek eskisi gibi uzun uzun anlatmaktan kaçınmıştım. Ne kadar yanlış düşündüğümü senin yazını keyifle okurken anladım. Oysaki yeniden hayal etmeye, yeniden yollara düşmeye, olur da gidemesek bile öğrenmeye ihtiyacımız var. Dik durduğumu zannederken, hafif hafif moralimi bozmuşum, tarzımı değiştirmişim. Yazıların bana bunları hatırlattı. Sana teşekkür ediyorum. Yeniden ayrıntılı seyahat yazılarına dönmek gerekli:)
    Seni sevgiyle kucaklıyorum. Keyifle yazacağın nice seyahatlerin olsun...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @Klio'nun Şarkısı,
      Sezer'cim tüm dünyayı etkisi altına alan bir pandemi sürecinden geçerken, bu durum hepimizin hayatını yeniden şekillendirdi. Ne hayattan tamamen kopmak, ne de eskisi gibi kalabalıkların içinde olmak!. Adeta pusulasını şaşırmış bir hayat vardı, sanki bir sihirli değnek uzandı ve insanoğluna 'dur, biraz yavaşla' dedi!. Yine geziyoruz ama kalabalık ortamlara fazlaca girmeden... müzelerde, sergilerde maskeli, mesafeli, temkinli. Daha az görüşüyoruz ama buluşmalar çok daha kıymetli, özlem dolu!. Çünkü artık 'zaman' hepimiz için, her zamankinden daha da değerli şimdi!. Ama çevremde az da olsa içinde yaşamakta olduğumuz bu süreci çok iyi değerlendiren arkadaşlarım oldu. Onlardan biri de sensin. Ve senin gibi sayfama gelip beni ziyaret eden, yorumlarıyla desteğini her zaman hissettiğim birkaç dost gibi... bu süreçte sizler güzel şeyler ürettiniz. Sanırım ben de fena değildim :)) bir koltukta iki-üç karpuz yuvarlandım durdum. Bu platformlara sık giremesem de yazılarınızı hep keyifle, ilgiyle takip ettim. Ziyaretine mutlu olan ben, konuyu da uzattıkça uzattım. Demem o ki, dört mevsim gibiyiz, içinde bulunduğumuz şartlar değişir, psikolojilerimiz değişir...yine de her şeye rağmen moralimizi sağlam tutmalıyız, hayat devam ediyor!. Evlerin içindeyken, sanki herkes kapalı kalmış hissine kapılıyoruz!. Oysa dışarıya çıkınca... "herkes dışarıda!". Su gibi akan bir hayat var!. Taşlar her zaman yerine oturur. Su yolunu bulur bir şekilde!. Yollara çıkmak bu yüzden güzel. Ruhumuzun buna ihtiyacı var. Onu beslemek gerek. Sonra gezmek, bunu sen de iyi bilirsin her şekliyle öğrenmek, yenilenmek demek. Hele ki senin seyahat yazıların da bir başka güzel. Zaman zaman, hemen bir yan kulvara geçmek bir ferahlık hissi veriyor. Ruhlarımız zaten her haliyle (bir yakadan bir yakaya geçerken bile;) hep gezigin!. Hepsi de sanata dair. Şimdi ben de ilgiyle ve merakla senin seyahat yazılarını bekliyor olacağım. Değerli ziyaretine ve yorumuna çok teşekkür ediyor. Sana sımsıcak sevgilerimi gönderiyorum. 💝😘🌻

      Sil
  4. O bölgeye yapmayı planladığımız gezi yarıda kalmıştı, seni okurken, fotoğraflara uzun uzun bakıp hayaller kurdum. Gitmeli bir an önce, değişiyor çünkü hızla. Alıp götürdün sevgili Esin, her zamanki gibi. Belki bu yaz sonu, yeniden deneriz 2 yıl önceki rotayı.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @Evren,
      Belki yaza kadar pandemi de son bulur ve sizin için harika bir gezi olur Evren'cim. Coğrafya çok hoş, yollar keyifli ve sürprizlerle dolu. Gidince kulaklarımı çınlatırsın artık :) Sevgilerimle 💖🌸

      Sil