Nasılda birden bire bastırdı yağmur! hem de ne yağmak… ahmak ıslatan değil bu! Hem dolu hem sulu bir yağmur yağmakta…pencereden bakarken, uzaktan görünen deniz duman-altı olmuş adeta!..göz gözü görmüyor. Karardı her yan..sis, pus, tufan ki, ne tufan!..
Bir an düşündüm de, hani av için hava koşullarının uygun olduğunu düşünüp de gafil avlanan balıkçı tekneleri, denizciler acaba şimdi ne haldedirler!.. batmış mıdır kimi tekneler! gözümde canlandı bir film karesi, uzaktan seyrettiğim denize bakarken…tayfalar koşuşturmada, kaptan telaşta.. tekne bir o yana bir bu yana sallanmakta!..bunları düşünürken Japonya’ daki felaketler ve tsunami geldi aklıma!.. mırıldandım kendi kendime “ hiçbir şeye güvenmeyeceksin bu dünyada, doğanın da bir sabrı ve bir de sonu var mutlaka!.. “ bir yandan da bardaktan boşanırcasına nasıl yağmur yağıyor! Yağsın bakalım.. ne kış kışlığını biliyor artık ne de yaz yazlığını!.. havalar ısınacak derken bir anda bakıyorsun ki yeniden kış kapında!.. her an her şey olabiliyor bu hayatta!..
Sonra evlerin çatılarına konan martılara baktım… çatıları görebilmem kolay oluyor nede olsa en üst kattayım… göğe ve bulutlara yakın:) uzaktan da, ucundan kıyısından denizi görünce… yaşlı binamızın miladı dolsa da şimdilik bizi taşımakta!.. neyi alıp götüreceğiz ki zaten! gönül ne ister, huzur olsun tek bu hayatta!.. ve böyle düşünedururken, sırılsıklam bir serçe kondu camın pervazına… azıcık ekmek kırıntıları koysam camı açarken acaba uçup gider mi diye düşündüm!..
Bunları düşünürken, ne yapmalı?ne yapmalı? birbiri ardına gelişen gündemden bunalan ruhuma ne yapmalı! diyen iç sesime… önce şöyle ruhuma dokunan bir müzik koymalıyım! Ne mi olmalı! Hangisi olsun!.. " ruhuma sormalı! ne istiyor!.. hangi hallerdedir!.." klasik mi olsun!.. etnik mi! caz mı! saz mı!.. olsun.. önce Mozart’a uzandı ellerim, sonra Farid Farjad kemanı olsun dedim.. sonra vazgeçtim yeterince kasvetli hava zaten!.. , Pink Martini’mi, Zamfir’in flütü mü olsun… hangisi!! ? hangisi !!! ?derken… bu havalar, bu yağan yağmur!.. içimdeki sesler Enstrumantel olsun " Cafe Anatolia " dinle!" dedi tınıları iyi gider …hem sonra o çalar sen de aradasırada mırıldanır eşlik edersin ezgilere.. karar kılındı efendim...
Sesi hafifçe açıyorum…veee harika!..
Dışarıda yağmur kulağımda ezgiler eşlik ediyorum müziğe ahenkle :))
İçimi ısıtıyor sesler… camlarda damlalar şıpır şıpır akıyor...
sonra sırada ne mi var?..
önce içinde portakal olan tatlar geliyor birer birer akla, ne de olsa yakın bir süre önce yapıldı portakal reçeli ve marmelatlar…
sonra karar veriliyor sütlü tatlıya veeee … portakallı sütlaç yapmaya :)
Önce pirinçler ayıklanıp yıkanıyor ve yumuşayıncaya kadar iyice haşlanıyor, sonra sütü, şekeri, bir bardak portakal suyu yada tercihe göre bir fincan portakal reçeli (ben reçelimden koydum) vanilya ekleyip istenilen kıvama gelinceye kadar pişiriliyor ve servis tabaklarına aktarılıp soğumaya bırakılıyor…
İçeride miss gibi portakal aromalı kokular… camlarda şıpır şıpır damlalar!.. bir yandan da "cafe anatolia" bana özel konser veriyor:)) çalınıyor arka arkaya parçalar…
Tatlımızın “tadımızın” yanında “tuzlumuz da” olsun! :) diyerek… bu defa da pide yapmaya karar veriliyor…
İki aşamalı harekatın ilki yani önce hamurun harcı hazırlanıp mayalandırıldıktan sonra kabarması için beklemeye alınıyor…pizza hamuru kıvamında yumuşak bir hamur elde ediyorum. (ben bu işlemi sütlaç pişerken yaptım…) diğer yandan da önceden ayıklanıp temizlenmiş olan ıspanaklara bir de alternatif olarak kıymalı soğanlı iç malzemeler hazırlanarak pide yapımına girişiliyor… merdane ile istenilen ölçü ve kalınlıkta açılan hamura (ıspanaklı ve kıymalı) iç malzemeler de eklenerek pide işlemi de tamamlanıyor ve ardından pişme süresi de ayarlanarak fırına veriliyor…
Sütlaçlar uygun ortamda soğumaya bırakılırken ve pidelerde pişerken…
Her yere yayılan tarifsiz kokuların sarhoşluğu içinde ve iştahımın doruğa çıktığı dakikalarda bekleme sürecimi; dergilere ve yarım kalan kitaplarıma göz gezdirmeye ayırıyorum. Şu aralar her ne hikmetse elime aldığım hiçbir kitabı bitiremiyorum. Gündemlerimiz pek bir yoğun, kafalar karışık!.. kendimi bir türlü kitaplarıma veremiyorum.. bu yüzden elime aldığım kitaplarımı tekrar bırakıyorum ve başka bir zamana erteliyorum okumayı!.. “henüz vakti gelmemiş!” diyorum biraz da mahcubiyetle bakıyorum elimde tuttuğum (“zeytin ağacı”) kitabına!.. onlar ki çok itinalı okunmayı hak ediyorlar!..
dönüyorum tekrar kütüphanemin başına; “şiirim geldi bırakın beni” hallerine giriyorum fena halde… bir anda üç beş şiir kitabına göz süzüyorum… Cemal Süreyya’dan İlhan Berk’e, Nazım’dan Prevert’e, “ve günahlar var ya” Vedat Varol rubailerinden Ömer Hayyam’a ve şiir antolojilerine kadar bakınırken gözüm, “Eski Yağmurları Dinliyorum” Arif Damar’ın tam da havama uygun Seçmeler Şiir kitabına takılıyor bir anda …ve başlıyorum kitaba adını da veren şiiri okumaya…
SAAT SEKİZİ GEÇ VURDU
Kime ne desem
Boyuna kendimi dinliyordum eski yağmurları dinliyordum
Düşünmeden biliyordum deniz ılıdı
Dökülen çelik katı
Yürüyenler yanyana
Yüzümü güneşte dinlendirsem
Dağın dağ olduğunu bilsem ovanın ova ağacın ağaç
Kurtulurdum
Çok köprülü sular gibi git git bitmedi
Boyuna kendimi dinliyordum eski yağmurları dinliyordum
Saat sekizi geç vurdu
Giden gitmiş hüznü ayaklandırmak boşuna
Düşünmeden biliyordum
Arif DAMAR
şiir dinletisi sonunda bakıyorum ki dışarıda yağan yağmur biraz dinmiş ve bulutlar hafif aralanmış güneş de göz kırpar gibi…
tam bakacakken saate fırınım haber veriyor zırrrrrrrrrrrr!!!
“artık pişti alabilirsiniz! ” .)benim saatim zamanında beni uyarıyor...
dumanı çıkıyor... :)
her yere yayılan bu dayanılmaz kokulara can daha fazla dayanamıyor :)
gözüm ne dışarıdaki yağmuru ne de ne de pervazdaki serçeyi görüyor…
pideler buharı çıkarken ve portakallı sütlacımız da gelin gibi süzülürken ...
servis hazırlanıyor...
ve afiyetle... gereği yerine getiriliyor :))
Esin Bozdemir
(Arşivdendir; İlk yayın 20 Nisan 2011 )
******
Pide tarifi: Ispanaklı / kıymalı ...
Pide hamuru için:1 su bardağı ılık su yada süt/ 1 çay bardağı sıvıyağ / 1 yemek kaşığı şeker / 1 yumurta / 1 paket instant maya / Tuz ve aldığı kadar un ( 3-4 su bardağı un, kulak memesi yumuşaklığında hamur olacak)
Yapılışı: Tüm harcı karıştırıp ardından hamuru 6 eşit parçaya bölüp beze yapıyoruz yani portakal gibi yuvarlıyoruz.. :)sonra her birini tabak büyüklüğünde açıp içerisine arzu ettiğimiz malzemelerden oluşan harcımızı koyuyoruz.. pidelerin ortasını açık da tutabilirsiniz ve yağlı tepsiye dizip 15 dakika kadar dinlendirdikten sonra üzerine yumurta sürüp (isteğe bağlı susam, çörek otu serpip) sıcak fırında üzeri kızarıncaya kadar 25-30 dakika kadar pişiriyoruz…
Bu arada yapılan sütlaç buzdolabında bir gün bekleyince daha güzel kıvama geliyor:)benim gibi sabırsızsanız hüppletebilirsiniz tabi ki :))
Portakallı Sütlaç:
Malzemeler: 1 litre süt / 1 su bardağı pirinç / 1 portakal ya da 1 çay bardağı portakal reçeli / 1 su bardağı şeker (şeker sizin tercihinize göre 1 bardaktan daha az olabilir. Reçel tercihi halinde şekeri az koymanızda fayda var. Sağlık için çok tatlı olmaması önerilir.) ve vanilya..
Yapılışı: Önce pirinç yıkanıp lapa oluncaya kadar makul suyla haşlanıp pişirilir.Ardından sütü ve bir portakalın suyu ya da bir çay bardağı portakal reçeli ilave edilir. (ben reçelli olanı daha çok beğeniyorum!) Ve en son şekeri ve vanilyası eklenerek sütlaç kıvama gelinceye kadar pişirilir. Sıcak servis yapılır. Soğumaya bırakılır. Soğuyunca yoğunluğu daha da artacaktır..Afiyet olsun efendim:)
Turunçgil (Portakal) Reçeli Tarifi için: tıklayınız
Çok iştah açıcı bir yazı olmuş:)
YanıtlaSilBlogunuzda her zamankinde farklı bir yazı görünce önce şaşırdım. Ama ne kadar güzel, hayallere yönelten bir yazı olmuş.
YanıtlaSilİnsana adeta "yağmur yağsın da yanıma bir kitap alayım, bir de çay demleyim." dedirtiyor. Fırından çıkan taze pide kokusu sanki hayallerde buralara kadar geldi...
Yağmur gibi üretim yağmış;şiirden,şarkıya,pideden, böreğe. İnsanın eşelenmesi,edebi,felsefi olunca tamamlanamayacak bestenin yazılımı ilk fırsatta devam ediyor;her şey yaşama,yaşatmaya bir adım daha yaklaşmak, bir nefes daha hissetmek adına...
YanıtlaSilTerapi gibiydi...
YanıtlaSilHuzur veren bir yazı. Seçkiler şahane. Zevkle okudum Esinciğim, ellerin dert görmesin.
Göze, kulağa, damaklara hitap maksimum seviyede. Poğaçalar ve sütlaç ise nefis görünüyor. Afiyetler olsun.
Sütlaçını hemen yarın denemek istiyorum. Yoksa fena halde aklımda kalacak:)
Keyifli bir hafta sonu geçirmen dileğiyle, sevgiler...
Off adaşım ne yapmışsın ! Daha doğrusu yağmur sana ne yapmış :)
YanıtlaSilYağmur içerideyken çok keyifli de dışarıdayken aynı fikirde değilim artık :( Dışarıda kalmak zorunda olanların Allah yardımcısı olsun. Ama iyi ki yağmış , yağmur bereketiyle gelmiş, blogun nefis kokulara boğulmuş. O portakal reçelinin ve portakallı her şeyin hastasıyım . Müzik çok güzel , Ömer Faruk Tekbilek'in I love you'su. Portakal gibi onu da çok severim. Cafe Anatolia yorumunu ilk kez dinledim. Sayende iyi geldi bu saatte sevdiğim ve eskilerden anılarla birlikte kucağıma düşen bu şarkı.
Hamur işlerinde pek iyi değilim ama ufaktan kekler ve muffinlerle elimi alıştırmaya çalışıyorum. Tarifini deneyeceğim becerirsem paylaşır haber ederim sana.
Sevgilerimle :)