28 Şubat 2011 Pazartesi

Prévert'i düşünürken...

Ben günümün önemli bir kısmını şair ve senarist Jacques Prevert’e ayırmış onun birbirinden ilginç şiirlerini ve kolajlarını özellikle “kahvaltı” isimli şiirini ve dilimize dahi çevrilmemiş olan bazı şiirlerine kafa yorarken … bir ara bloğuma yeni düşmüş olan sevgili beste’nin post’u karşısında duyduğum şaşkınlığı ve heyecanımı anlatamam size… artık buna telepati mi dersiniz yoksa tesadüf mü bilemiyorum ama benim Prevert’ e odaklandığım ve hk.da bilgi toplamaya çalıştığım dakikalarda sevgili beste’den gelen yeni postun başlığı ile “Jacques Prévert'in evinde bir pazar günü”  gözlerim faltaşı gibi açıldı bir anda!.. Çünkü sevgili beste'de bu hafta sonunu Fransızların ünlü senarist ve şairi aynı zamanda ilginç kolajlarıyla da bilinen Jacques Prévert’in Müze Evinde geçirmiş! Büyük bir keyifle ve beğeni ile takip ettiğim ve hayatındaki renkli kareleri bizlerle paylaşan sevgili beste’nin bu hoş tesadüfü ile bu çok yönlü sanatçıya dair bilemediklerimi tamamlayacak ek bilgiler edinmiş oldum.

Ben işte bu yüzden blog dünyasına ve bize kattıkları bu hoş paylaşımlara bayılıyorum … öyle ki dünyanın bir ucunda yada yanı başınızda olup görmediğiniz ve bil-e-mediğiniz o hayatlara tek bir tuşla dokunabiliyorsunuz!

24 Şubat 2011 Perşembe

Bremen Mızıkacılarından Derelerin Çığlığına!



İnsan çocukluğunda okuduğu kitapları, hikayeleri ve benimsediği kahramanları hiç unutamıyor. Doğan Kardeş Dergisini ve içinde yer alan hikayeleri bilirim… Keloğlanı, Pinokyo’ yu, Jules Werne’i, Red Kid’i… ve daha pek çokları..

Anılarım(ız)da saklı kalmış bu kahramanlar, zaman içinde yaşadıkça hayatı, gördükçe anya’yı - konya’yı ve her geçen gün yeni bir şeyler öğrendikçe çok daha başka bir boyutta anlam kazanıveriyor. Ve sandık altına attığım hafızamın bir köşesinden çıkıp karşıma geçiveriyorlar bir anda!

İnsan ömrü ozanın dediği gibi uzun ince bir yol! Bizlerde yolcu, tek biz mi!.. bizimle birlikte etrafımızda dönen her şey yolcu! Oradan oraya sürüklenip durmaktayız… bazen koşar adımlarla, bazen ağır aksak, bazen uçarak… bir de hiç bilemediklerimiz var! nerde, ne zaman, ne olacağını !!!

16 Şubat 2011 Çarşamba

Emitt yalnızca bir fuar değil !


İlk kez geçen yıl görme fırsatı yakaladığım ve çok beğendiğim Emitt fuarına yeniden gitmeyi çok önceden planlayarak yine bu yılda, 10-13 Şubat tarihleri arasında TÜYAP Beylikdüzü'nde kapılarını 15. kez ziyaretçilere açan Emitt Fuarındaydım.


Tüyapta düzenlenen kitap fuarıyla birlikte hemen hemen herkesin ilgisini çekecek bir fuar olan Emitt, hem ülkemiz hem de katılımcı ülkeler için çok önemli olan bir organizasyon. Ancak isminden midir bilmiyorum, çevremde bu fuarla ilgili insanların pek fazla bilgileri olmadığını görüyorum.  Dünyanın en büyük 6. Turizm fuarı olan EMITT’ in açılımı:

East Mediterranean International Tourism & Travel Exhibition yani;
Doğu Akdeniz Uluslararası Turizm ve Seyahat Fuarı


Türkiye’nin belli başlı tüm seyahat acenteleri, tur operatörleri, otelleri, havayolu şirketleri, bölgesel kalkınma ajansları… İl Kültür ve Turizm Müdürlükleri, beldeler ve 60 ülkenin Turizm Bakanlıkları ve temsilcilikleriyle birlikte tur operatörleri, otelleri, havayolu ve kruvaziyer şirketleri ile turizme yönelik ürün ve hizmetleri olan tüm kuruluşların katıldığı fuar bu yılda birbirinden renkli görüntülere sahne oldu.

EMITT’e bu yıl ABD, Abu Dabi, Adigeye, Almanya, Arjantin, Azerbaycan, Bahreyn, Brezilya, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Dominik Cumhuriyeti, Dubai – Birleşik Arap Emirlikleri, Ekvator, Ermenistan, Etiyopya, Fas, Filistin, Fransa, Güney Afrika, Gürcistan-Acaristan-Batum, Hirvatistan- Dubrovnik, Hirvatistan- Zagreb, Hindistan, Ingiltere, Iran, Italya, Japonya, Karadağ, KKTC, Kenya, Kore, Kosova, Kuveyt, Küba, Letonya, Libya, Lübnan, Makedonya, Meksika, Misir, Özbekistan, Pataya – Tayland, Peru, Rusya, Senegal, Singapur, Slovenya, Sudan, Suriye, Şili, Tanzanya, Tataristan- Rusya Federasyonu, Tayland, Tunus, Ukrayna, Ürdün, Vietnam, Yemen ve Yunanistan olmak üzere; dünyanın dört bir yanından toplam 60  ülkeden 4000 uluslararası katılımcı EMITT’teydi!


Emitt Fuarının, bu yıl ki konuk ülkesi ise Yemen idi!... Daha Tüyap Merkezine adım atar atmaz, ziyaretçileri büyük bir coşkuyla karşılayan Yemen Halk Dansları topluluğu ve bu coşkulu, ahenkli ambiyansa eşlik eden diğer katılımcı ülkelerin birbirinden renkli görüntüleri, sesleri ve ikramları ile adeta karnavala benzeyen o sımsıcak ortamdan doğrusu keyif almamak, etkilenmemek mümkün değildi…

Ülkemizde ve dünyada cereyan eden, gündem haberleri ile sarsılan ve sürekli medyada her geçen gün giderek artan, yürek burkutan ve neredeyse umudunu kaybetmiş ya da kaybetmek üzere olan insan manzaraları görmekten ve çaresizlik içinde tüm bu olup bitenleri, ekranlardan film seyreder gibi izlemekten bunalmış olan insanları! böyle bir ortamda neşe içinde görebilmek çok güzeldi. Fuarı gezdiğim müdettçe hissettiğim, tüm katılımcılarında aynı coşku içinde bu sımsıcak atmosfere ortak olmaları idi…

Meğer ne çok özlemişiz böyle dostluk, kardeşlik ve barış havası içinde gülen yüzler görebilmeyi!. Sadece azınlıkların mutlu olduğu! değil de çoğunluğun, din, dil, ırk, mezhep ayrımı içinde olmadan elele şarkılar söylediği günleri…


Her bir katılımcı ülkenin, şehirlerin, yörenin, beldenin… Binlerce yıllık tarihi, doğal güzellikleri, kültürel özellikleri ve keşfedilmeyi bekleyen saklı cennetlerinin, yöresel zenginliklerinin tanıtıldığı, müziği, folklorü, el sanatları, özgün çalışmalarını sergileme imkanı buldukları…

Standlarda yer alan birbirinden renkli görüntüler, ürünler, hediyelik eşyalar arasında ve kıpır kıpır coşkulu insan manzaralarının yarattığı sıcak atmosfer içinde; farklı kültürler, renkler, sesler, ikram edilen tatlar ile… sınırların ortadan kalktığı insanların kaynaştığı….


Bu arada sonbaharda gerçekleştirdiğimiz Van Seyahati sırasında bir türlü karşılaşamadığım meşhur Van Kedisini de fuarda görebilme şansım oldu. Biri boncuk mavisi diğeri bal rengi pırıl pırıl parlayan gözlerle de sevimli Pişik işte böyle objektifimize poz verdi :)

Ve tüm bunların hepsinin bir arada tek bir çatı altında toplandığı başkaca bir organizasyonu yakalama şansını ender bulacağımız Emitt fuarından, objektifimize yansıyan görüntüler sanırım ne demek istediğimi sizlere daha iyi anlatacaktır…


Ülkelerin, şehirlerin, ilçelerin, beldelerin ve diğer ticari kuruluşların kendilerini tanıtmak ve ilgi çekmek için aylarca hazırlandıkları ve fuarda kendilerini göstermek için değişik görsel show’larla adeta yarıştıkları bu Uluslararası Turizm ve Seyahat Fuarını gelecek yıl kaçırmamanızı öneririm...


Keşke bütün dünya 
fuar gibi şenlikli ve hoşgörülü olsa... 

Esin Bozdemir


Fotoğraf ve Kolajlar: Esmir - izler ve yansımalar
Emitt hk.da bilgi için tıklayınız

9 Şubat 2011 Çarşamba

Sanatı ve Sanatçıyı Anlamak


Sanat tarihine ışık tutacak önemli bilgilerin yer aldığı ve 2 ayrı dalda çok özel hazırlanmış olan Tempo dergisinin eklerinden “Bilmeniz Gereken 50 Tablo” ve “Bilmeniz Gereken 50 Heykel” kitapçıklarını incelerken kaçınılmaz olarak gündeme takıldım.

Kültür, sanat, edebiyat dergilerinin okur kitlesi, genelde uzmanlık alanlarına ilişkin dergi okurlarıdır… Oysa sanatın yaygınlaşması, geniş kitlelere ulaşması çok daha gereklidir. 'Sanat sanat için mi! ' 'Yoksa sanat toplum için midir! ' Bu küçük kitapçıklar sadece uzmanlık alanı gereği ilgilenenler için değil, benim gibi genel bir okuyucu kitlesi için de önemli bilgilere sahip oldukça işlevsel kitaplar.

Sıradan bir vatandaşın dahi ortalama sanat bilgisinin olması, yapıtların değerlendirilmesi açısından önemlidir!. Çünkü ortaya çıkartılan eser kişisel tatmin amaçlı değil, biblo gibi bir süs aracı da değildir! Her eserin vermek istediği bir mesaj vardır…

5 Şubat 2011 Cumartesi

1 Şubat 2011 Salı

Hep beraber nice güzel zamanlara...


Diyorlar ki; Ocak ayında bahar ayını yaşayan Marmara ve kışı ılı ılıman geçiren Türkiye, asıl soğukla şubatta tanışacakmış. En soğuk günler şubatta yaşanacakmış. Uzmanların diğer bir görüşü ise, Türkiye artık "ılıman kış" mevsimine ve arkasından kurak geçecek yazlara hazırlıklı olmalıymış!..

Havalar daha da soğuyacakmış! Ekranlarda görülen o ki; Kar yurdun pek çok bölgesinde yağmaya başlamış… İstanbul’da henüz kar yok ama nasıl keskin bir soğuk var. Yağsa kar belki yumuşayacak hava! Sonra buzlanma ve don olacakmış… Rüzgar karayelden esecekmiş! Gökyüzü parçalı-bulutlu… Şaşkın mı şaşkın..şaşırmış bir kış mevsimi!..

Belli ki havada bulut çok olacak !..

Hayatlarımızda böyle değil midir ki çoğu kez! Öyle şeyler yaşarsın ki bir an neye uğradığını şaşırırsın..hiç beklemediğin anda birden bire doluya, yağmura tutulmuşçasına hazırlıksız yakalanıverirsin hayata! Bazen de hiç hissetmediğin bir sessizlikte ince ince yağan damlalarla "ahmak ıslatan" yağmurlarına yakalanıverirsin... anlamazsın nasıl sırılsıklam ıslandığını… donup kalıverirsin öylece olduğun yerde… tüm duyuların donmuştur adeta, ortadan seni ikiye ayırsalar içinden koskoca bir “ hiç” çıkacak kadar uyuşur bedenin, yüreğin, usun… Şaşırmaman gerektiği halde şaşırır kalırsın yine de bu durumuna! Ne kimse seni anlarmış, ne de sen kimseyi anlayamazmışsın! nezaketinden susarmışsın! Sen tertemiz düşüncelerinle güneşin aydınlattığı pırıl pırıl kirlenmemiş okyanuslarda yüzerken, yüzüne çarpan iri dalgalarla bir o yana bir bu yana savrulup bir yandan da dalgaların üzerinde durabilmeyi ve hatta rüzgarla dans etmeyi de öğrenirmişsin… denizi daha da kucaklayarak!

Eksik kalırmış sözcüklerin havada! Olsun varsın…

Ne her şeyi, ne de kimseyi, bilemez mişsin! bilmek zorunda da olmadığını… çünkü seni de kimsenin bilemeyişini, bilemeyeceğini düşünürmüşsün… ne içindeki fırtınaları, ne hüzünleri, ne kederleri, ne sevinçleri… bir tek bakınca gözlerinden anlayabilirmiş insan! O’nu da ancak 'görebilirsen!'.. ama bil-mek ve öğren-mek adına çok okuduğunu ve çok araştırdığını..yine de ' ne çok şey var öğrenilecek! 'dediğini bilir mişsin… en zor şeyin insanı anlamak olduğunu da! Ve insan-ları da anlayabilmek için hep empati ile yaklaştığını, ama insanın içinden geçenleri her zaman bile-me-ye-bi-le-ceğini... ' özü de bir sözü de bir' midir! değil midir!.. bilemediğini... bazen dilin başka yüreğin ise bambaşka söyleyebildiğini... " ikilikte olanı! " dost görünürken düşman olabilenleri!.. görebildiğini!.. bu yüzden de her söze kanmaman gerektiğini... ve sonra da hayat böylesine akıp giderken elimizden, tüm bunlara kafayı yormaman ve aldırmaman gerektiğini fısıldarmışsın kendine!..

Çoğu güne derin derin iç çekerek ya da ışıldayan gözlerle “merhaba” derken… aynı anda senin hiç bilmediğin bir başkasının kederi yada hüznünün  karışmış olduğu havayı soluduğunu fark edersin ! “ ben nerdeyim, sen nerdesin! ” derken… bir an da sebepsiz sandığın sıkıntılarının nedenini bulursun o anda! Çünkü artık sende aynı havayı çekmektesindir içine çok geçmeden anlarsın! Havanız karışmışken birbirine ve böyle düşüne dururken!..

Ve içine kaçmış olan bu hava, karabiber gibi yakıyorken ciğerlerini... yağmurdan kaçarken doluya yakalanmama telaşı içinde büyük bir fırtınayla öyle derinden çıkıverir ki birden bire dışarıya!.. (fırtına sonrası sessizliğin o huzur veren rehaveti çöker ardı-sıra…)

HAPŞUUUUUUUUUUU…

ÇOK YAŞA CANIM...!

SEN DE GÖR!..



“ Gördükte ne oldu sanki! ” diyen iç ses konuşur. “ Geleni karşıladık hevesle…gideni uğurladık hüzünle!..kiminle el sıkıştık, kiminle veda ettik, kimini özledik!..”

HEP İYİ YAŞA, GÜZEL YAŞA!..

dedik… güzellikler olsun hayatta istedik...

Az gittik uz gittik.. dere tepe düz gittik… yokuş yukarı çıktık, çıktık…yorulduk-düştük! Tam vardık derken birde baktık ki daha çok yokuş var çıkacak… yine yürüdük dimdik, eğri- büğrü, taşlı- tozlu yollardan yokuş yukarı çıktık, çıktık… sonra birden bire başımıza taşlar düştü… yuvarlandık yuvarlandık…tepe taklak olduk ! yolun başına geldik yeniden! Yeniden yürüdük, yürüdük… nefes nefese… el-ele, omuz-omuza, kol kola, iki ileri bir geri, iki ileri bir geri…yürü babam yürü! Yürüdük ki ne yürümek! ömür biter yollar bitmez dediler!...yorgunluktan bitap düştük!.. yetmedi koş bakalım hadi! Koşduk durduk!.. koş hadi koş durmadan koş!.. Ali koş! Ayşe tut! Tazıya kaç! tavşana tut!.. sonra ne için koştuğumuzu unuttuk..bilemeden koştuk durduk! Koş babam koş!.. düşe- kalka-ine-çıka-bir o yana bir bu yana…savrulduk durduk! ararken mevlayı! Yollarda kaybolduk!.. biz ne ektikse o’nu bulduk! Ne ekmedik ki o’nu bulalım olduk!.. ne bulduk, ne bulduk!.. izlerin peşinde aşka hasret koşarken birbirimizi bulduk!..el-ele, gönül-gönüle… baktık aynı yöne… sev-dik, say-dık, hoş-gördük –anla-dık! Kısa ömür biter ama ne yollar ne de yaşa-mak bitmez-miş anladık!.. Daha da sıkı sımsıkı sarıldık! ..Hayata!..

Geçermiş hepsi…bir gün öyle bir gün böyle…acısıyla, tatlısıyla, kahrıyla, sevinciyle… hayat bu işte!..Yaşamak için dayanırsın ve daha sıkı-sıkı tutunursun hayata!.. Aklında kalması gerekenlerin neler olması gerektiğini bilebilmendeymiş bütün mesele. Yüzüne tebessüm eden ve içini aydınlatan o bir çift gülen gözleri düşünür, güler geçermişsin her şeye!.. içinden hiç çıkmayanlar ise o anlar olurmuş sadece…

HAPŞUUUU…

İYİ YAŞA-YIN !..

HEP BERABER NİCE GÜZEL ZAMANLARA... :)))
 
Esin Bozdemir

 
Resim: Henri Matisse