3 Ağustos 2022 Çarşamba

Savrulsam yeniden bahar dallarına...

  • 'Bahar olan dillerin çiçekleriydi sözleri.
    Yağmur olan ellerin toprağıydı gülüşleri.'

'nerde kalmıştık!'

Son zamanlarda bloğumda çokça kullandığım bir söz oldu bu! 

Yavaşlayan ben miyim? koşturan zaman mı? yoksa zamana fazla mı yüklenmekteyim? bilemedim! ama şu bir gerçek ki artık iç seslerimi daha fazla dinler oldum. Ve o sesler ki eğer bana; 'aheste çek kürekleri!' diyorsa... bu sese kulak veriyorum.  Koşturmanın ve bu delice akan hayata kapılmanın bir anlamı yok çünkü!. bazen ara molalar da gerekli. Bir de yaz rehaveti var üzerimde o da ayrı bir mesele!.

Bahar dallarının arasından sekerek geçtik ve şimdi kavurucu yaz sıcaklarını yaşıyoruz. Şehir, her yaz okulların kapanmasıyla kimi sayfiyeye, kimi köyüne, kırsala çekilirken daha bir sakinleşirdi, ancak bu yıl alışageldiğimiz o sakinlik çok fazla görülmüyor. Bunda birbiri ardına gelen zamların payı yadsınamaz elbette. Enflasyon almış başını gidiyor. Ekonomik koşullar dengeleri alt üst etti. Bir de sürekli bir göç dalgası hakim! mülteciler, evini boşaltanlar; girenler, çıkanlar... Daracık sokaklarda, bulutlara uzanmaya meyletmiş, tepeden bakan ve etrafındaki her şeyi ezmeye hükmetmiş çirkin beton yığınlarında, taşınma seferleri ise ayrı bir trafik!. Vinçlerin biri geliyor, biri gidiyor! Böylesi bir kaos görülmemiştir. 

Öğle saatlerinde el ayak çekilse de gün batımına doğru sokaklar yeniden hareketleniyor. Çocuk sesleri, korna sesleri...iş çıkışı evin yolunu tutanlar... ve araç trafiği; araçların çoğu evlerin önünde derin uykularda olsa da, yine de hiç yok olmuyorlar. Bu trafiğe son yıllarda motosikletler ve scooterlar da eklendi.

Açık balkonlar ve pencerelerden gelen sesler, mutfaklardan sokağa yayılan yemek kokuları... yolunu şaşırmış martılar, miyavlayıp duran  kediler, seyyar simitçinin sokakta yankılanan sesi... bazen bir ambulansın içime dokunan sireni, bazen aile kavgalarının tüylerimi diken diken eden sesleri.... bazen de davul zurna gelin alayının coşkulu sesleri ile bu yaz çok hararetli geçmekte ve hayatın ritmi hep yüksek seyretmekte!. İstanbul büyük bir köy adeta! ve her köşesi birer Anadolu. 

Koca şehirde yaz sakinliğine hasret iç-içe yaşamaktayız! Bense daraldığımda ve bütün şehir üzerime üzerime geldiğinde soluğu ana ocağımda alıyorum. Sakin balıkçı kenti Bandırma hep iyi geliyor ruhuma.  Kapıdağ'ın dantel gibi yemyeşil koyları, şirin köyleri, tatlı tatlı esen rüzgarları beni sarıp sarmalarken, bolca huzur, sükunet, dinginlik yüklüyorum bedenime.  


"dokunsam diyordum kadim sesli rüzgâra"*

Bizim ellerdeydim yeni geldim. 'Anlatacaklarım çok ama önce yarım kalanları toparlamalı ve geçmiş güncelerimi kaldığım yerden anlatmaya devam etmeliyim!' diyen iç sesimle, geçen ayları kafamda sıraya koyarken, önce klimayı uyku moduna alıyorum. Pek sevmesem de bunaltan sıcaklarda can yeleği gibi yetişiyor imdadıma. Sonra ev yapımı hazırladığım bir bardak buzlu limonatanın ferahlığı ile serinlemeye çalışıyorum. Artık hazırım başlamaya :)))

Veee savrulsam yeniden bahar mevsiminin en güzel ayına. 

MAYIS

  • 'Nisan yağmuru, Mayıs çiçeği getirir ve toprak, çiçeklerle güler.'
Mayıs ayının ilk haftası, hava güzel mi güzel. Nereye gitsek? diye düşünürken aklımıza İstanbul'un koruları geliyor. Mihrabat mı? yoksa Hidiv mi? derken, kararımız Hidiv Kasrı oluyor.  

Hidiv Kasrı'nın içinde bulunduğu koruluk, rengârenk açmış çiçekleriyle, bahar coşkusu yaşatıyor bize. Annem ise ortopedi doktorundan, periyodik muayene sonucu geçer notu alınca, bizim tempomuza ayak uyduruyor. Laleler, menekşeler, güller arasında, kasrın etrafındaki yürüyüş parkurunda bir tur atıyoruz. Şelalenin olduğu yere kadar uzanan, daha geniş bir parkuru ise başka bir zamana bırakıyoruz.



Hidiv Kasrı'nda Bahar Renkleri
İstanbul'un Beykoz ilçesinde Çubuklu sırtlarında yer alan Hidiv Kasrı, geniş bir alana yayılmış olan bir koruluk içinde. Hem boğaz manzarası hem de harika düzenlenmiş olan peyzajıyla baharı karşılamak için de doğru bir adres. Vakti zamanında (1907) Mısır'ın son hıdivi Abbas Hilmi Paşa tarafından İtalyan mimar Delfo Seminati'ye yaptırılmış olan yalı, dönemin mimari modasına uygun “Art Nouveau” tarzında yaptırılmış. Kasrın yanı sıra İstanbul Boğazı'nı gören bir de kule inşa ettirilmiş.
Tarihi yapı günümüzde İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin bir kurumu tarafından işletiliyor. Burası toplantı ve organizasyonlar için olduğu kadar, düğün törenleri için de kiralanabiliyor. Bazen korulukta düğün organizasyonlarıyla karşılaştığımız da oluyor. Restoran ve kafesi ise halka açık.  Aperatif şeyler yemek ve içmek için de makul. Biz de yürüyüşümüzün ardından hafif tatlı ve içeceklerle bahar sevincimizi katmerliyelim istiyoruz. Kan şekerimiz düşmese de, canımız şeker çekiyor yine de! Arada sırada ufak kaçamaklar da yapmak lâzım.    

Bir trileçe, bir mozaik, bir kazan dibi ve iki çay bir fincan kahve ile....
keyfimiz tamam oluyor iyice. :))

Analı-kızlı günlerimiz ne güzel geçiyor, ama annem yine de "evim de evim" diyor!. Onu anlıyorum aslında. En sevdikleriyle beraber de olsa, yine de herkesin kendi özgür dünyası, kendi evinin yeri başka!. 

Neyse ki bu yolculuklar bizim için de, daha çok bir arada vakit geçirmek adına şahane birer bahane oluyor. Bu defa iş yoğunluğu dolayısıyla kardeşim gelemiyor onun yerine bize eşim eşlik ediyor. 

Her haliyle yollarda olmayı seviyoruz. 

Veee yeniden; "aç kollarını Bandırma, biz geldik sana!!" diyoruz :)

Keyifli yol seyrimizin ardından ana ocağına varıyoruz. 

Annem "evim evim, benim güzel evim" edalarıyla evini selamlarken, bizden önce davranıp içeriye giriyor ve " hoş geldiniz çocuklarım!" diyerek bizi karşılıyor :)) ❤️

İlk önce bütün camları açıyor evi havalandırıyoruz. Sonra annem çiçeklerini kontrol ediyor. Suları ne durumdadır? Takviyeler yapıyor.... ve çarşı, pazardan alacakları da tamamladıktan sonra, hafta sonunu da içini alan 3 günlük tatilimizin  ilk gününü evde dinlenmeye ayırıyoruz.  

İkinci gün programımızın belirleyicisi annem oluyor. "Nereye gidelim istersin?" sorumuzun yanıtını annem, doğup büyüdüğü topraklara "Gönen'e olsun"  diyor!.  Biz daha da ileriye uzanıp anneannemin, dedemin, büyük büyük dedelerimizin izlerini sürmek üzere yola koyuluyoruz.  Zaten gideceğimiz lokasyon sacayağı gibi. Bandırma'ya oldukça yakın yerler. Bandırma - Gönen arası 45 km yaklaşık 45 dakika. Hava da ne sıcak, ne soğuk, gezmek için tam kıvamında. 

Gönen'e gelmeden önce, güzergâhımız üzerinde bulunan, annemin baba ocağına (dedemin Selanik'ten  göç ettikten sonra ilk yerleştikleri bölgeye) günümüzde Gönen'in bir mahallesi olan; Alaaddin Köyü'ne doğru yol alıyoruz. 


Gönen kara yolundan saparak tabelaların yönlendirdiği şekilde Alaaddin Köyü'ne gitmek üzere tali yola giriyoruz. Yol manzaramız ise şahane. Yemyeşil bir vadi. Bulutlar pamuk gibi. Her yer gelincik tarlalarıyla bezenmiş ve cıvıl cıvıl kuş sesleri.... 

Fotoğraf çekmek için sık sık araçtan iniyor, hatta uzaktan görünen köye yürüyerek gidelim diyoruz. Doğada olmanın dayanılmaz hafifliği içinde havayı koklaya koklaya yürüyoruz. Bu arada annem pür dikkat yola bakıyor! Meğer vakti zamanında dedesinin yaptırdığı çeşmeyi bize göstermek istiyormuş. Vee... şırıl şırıl akan suyun sesi ile işte orada!. Bu ne muhteşem bir sürpriz oluyor bizim için. 

Artık bu çeşmenin önünde birer hatıra fotoğrafı çekilmeden olmaz. Ne de olsa bu çeşme, annemin büyük babası; İsmail dedenin  bir hayratı. Hayatın vaz geçilmezi su! her şeyin kaynağı. Kim bilir ne çok canlı bu sudan nasibini aldı. Büyük büyük büyük babamızın ruhu şad olsun. 

Daha sonra köye giriyoruz. Köy oldukça sakin. Nüfus belli ki azalmış. Köyün ilkokulu kapanmış. Ortalıkta kimseler görünmüyor. Kimi tarlada, kimi kasabada, kimi de çok uzaklarda olmalı!. Köyde küçük bir tur attıktan sonra. Bu defa ziyaretimiz bu dünyadan göç edip giden ve sonsuz yolculuğa çıkanlara oluyor.

Mezar taşlarından belli ki, köyün küçük mezarlığı oldukça tarihi. Annem, babasının mezarını bulmakta zorlanmıyor. Otlarını temizliyor, suluyor, kuşların su içmesi için yapılan oyuk taşları su ile dolduruyor ve geçmişlerin ruhuna okuduktan sonra... Gönen'e gitmek üzere yola çıkıyoruz yeniden.  

Gönen Çayı
(Sağ üstte :Alaaddin Köyü mezarlığı,
Sağ altta Gönen Mezarlığı ve Gönen Çayı) 

Gönen'e vardığımızda ilk önce kabristana gidiyor bu defa da anneannemi ve yakın akrabaları ziyaret ediyoruz. Ardından ilçe merkezine doğru yol alırken annem, okuduğu ilkokulu 'Şehit Kaymakam Rahmi Bey İlkokulu'nu gösteriyor bize. 
- Bu arada annem18 Mart 1953 Yenice-Gönen Depremini de görmüş. O yıllarda son sınıfı okuyormuş. Çocuk ruhuyla ne unutulmaz bir travma tabi. Depremden sonra yerle bir olan Gönen'e yakın çevreden pek çok kurum ve kuruluştan destek geliyor. Hatta Gönen'de mağdur olan ailelerin çocuklarını büyük şehirlerden kimi aileler geçici olarak yanlarına alıyor, eğitimlerini Gönen'den uzakta başka şehirlerde tamamlıyorlar. Annem de 5. sınıfı ve ilkokulu İstanbul Kumkapı'da bitiriyor... bu bilgiyi de bize bir kez daha hatırlatıyor.-

 Ve şifalı suları, kaplıcaları ile yeşil Gönen'deyiz. 

🌳❤️🌳

Gönen'de annemle nostaljik bir gezi gerçekleştiriyoruz. Önce Gönen Çayı kıyısında kısa bir yürüyüş yapıyoruz. Yürüyüş esnasında annem, kendi jenerasyonundan (dede-torun) hemşerileriyle karşılaşınca nasıl da mutlu oluyor, ayak üstü de olsa eskilere uzanıyorlar ve derin bir sohbete dalıyorlar. "Nerde o eski günler! zamanımızın o güzel insanları nerde!!!? S. hanım, o günleri ne çok özlüyoruz değil mi!" Gönül zenginliği ve cömertliğiyle nam salan anneannemden de bahsediyorlar!. Her birinin ruhları şad olsun. 

Gönen Çayı

Yürüyüşümüzün ardından, asırlık söğüt ağaçları, kestane ve ıhlamur ağaçlarıyla bezeli, doğal örtünün korunduğu Gönen Çayının kıyısındaki Gönen'in meşhur parkına giriyoruz. 

Gönen Parkı 1953 depreminden sonra buradan taşınmış olan tarihi mezarlığın yerine yapılmış. Aynı zamanda Gönen'in ne kadar eski bir yerleşim alanına sahip, tarihi bir ilçe olduğunun birer kanıtı olarak açık hava müzesi'ni de burada görebilmeniz mümkündür. Açık Hava Müzesi kaplıcalarla, park arasındaki lokasyondadır. 
Gönen Tarihi: Kaplıcaların çevresinde yapılan hafriyatlar sırasında ortaya çıkan mozaikler, yazılı taşlar sütun başlıkları, madeni paralar gibi tarihi eserler Gönen'in, yerleşim yeri olarak kullanılmasının Milattan Önce'sine dayandığını göstermektedir. M.S. 2. yüzyıl ait bulunan kitabelerde şehrin adı ‘Sıcak Su Şehri, Thermi’, hamamlarda ‘Granikaion Hamamları’ olarak geçmektedir. Antik çağlardaki isimleri Asepsus ve Artemea olan ilçe; tarih boyunca çeşitli medeniyetlere de ev sahipliği yapmıştır. Bugünkü kaplıca tesislerinin yapımı sırasında ortaya çıkarılan mozaikli taban alanı M.S. 5. yy. da tarihlenen kiliseye aittir. MÖ 14. yüzyılda bir köy olarak kurulduğu tahmin edilen ilçede; Osmanlı dönemine kadar, Truvalılar, İyonyalılar, Lidyalılar, Persler, Helenler, Bergama krallıkları ile Roma ve Bizans devletlerine ait halkların yaşamlarını sürdürdükleri tahmin edilmektedir. Uzun süre Bizans yönetiminde kalan bölge, 13. yüzyılda Anadolu Selçuklularının eline geçmiş, bu Devletin dağılmasından sonra Karesi Beyliği yönetiminde kalmış ve nihayet 1334 yılında Osmanlı idaresine katılmıştır. * Gönen Tarihi hk. da detaylı bilgiler için (bkz)

 Gönen Parkı

Ve annemi daha fazla yormadan biraz da kuğulu parkta oturuyoruz. Parkın yakınında kaplıcalar vardır. Annemin gözleri dalıyor... o, gençlik yıllarına uzanıyor ben ise çocukluğuma. Yazları anneannemde geçirdiğim yıllarda, sabahın erken saatlerinde kaplıcaya gider, ardından kuğulu parkta baston simitli, kelle peynirli, yanında da buz gibi gazozla şahane bir kahvaltı yapardık. Parkta annemle, babamın nişanlıyken birlikte çekilen siyah/beyaz fotoğrafları vardır. Ayrıca, 'sevda köprüsünde', salıncaklarda, kuğulu parkta.... nasıl güzelller! anı yüklü dakikalarla bir geçmişe, bir günümüze gelip gidip duruyoruz.  Bizim için Gönen gezisi tam bir nostalji oluyor. 

Üçüncü gün 
Kapıdağ'ın sevdiğimiz koylarında, şirin Tatlısu'da ve Ocaklar Köyü'ndeyiz.  


***

Ocaklar Köyü, Erdek

Ocaklar Köyü, sakinliğiyle, dinginliğiyle.... ruhumuza nasıl da iyi geliyor. Yazlıkçılar henüz gelmemiş. Deniz kıyısında biraz yürüyor, temiz havayı içimize çekiyoruz. Ben köyün fırınından tazecik yeni çıkmış ev yapımı üzümlü, tarçınlı kurabiyelerden ve poğaçalardan alıyorum. Ve her zaman oturduğumuz salaş mekanda manzaraya karşı çaylarımızı yudumlarken.... her ânı doyasıya yaşıyoruz.

Şairin dediği gibi; 

mür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana." **

💙🌹💙

Bandırma'daki kısa tatilimizin ardından, İstanbul'a dönüşümüzde harika bir yer keşfediyoruz. 
Devamı yakında...

Görüşünceye kadar,
Sevgiyle, esenlikle kalın değerli dostlarım....




'Kapıdağ'ın dantel gibi yemyeşil koyları, şirin köyleri' burada :)

* Sina Akyol, Nisan şiirinden
** Ataol Behramoğlu, 'Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var' şiirinden

2 yorum:

  1. Ne güzel bir gezi. Gönen'e yıllar önce geldim. Parkı çok güzeldi. Pirinç tarlaları vardı. Sevgiler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. @parıldayan çiçek
      Çeltik üretiminin ülkemizdeki önemli merkezlerinden biridir Gönen. Evet, 'Baldo' pirinciyle de meşhurdur. Kadınları marifetlidir. :) Çoğu kadın ' iğne oyası' ile evin geçimine büyük bir katkıda bulunur. Kaplıcalarla aynı lokasyondaki şehir parkı da ferahlamak için güzeldir. Benden de size sevgiler, selamlar...

      Sil